Posts

YAPI TEKNOLOJİSİ VE MALZEME

Çapraz Lamine Ahşap (CLT) Malzeme ile Çok Katlı Ahşap Yapılar

20. yüzyılın başlarında ahşabın büyük oranda terkedilerek beton ve çelik sistemlerin kullanılması, dayanıklı yapılar elde etmek ve yangına karşı önlem olarak getirilmiş bir çözümdü. Ancak sürdürülebilirlik, yenilenebilir enerji kaynakları, sera gazları, küresel ısınma gibi çevresel kavramların yapı üretimindeki etkileri nedeniyle günümüze kadar kullanılagelen yapı malzemeleri üzerine yeniden düşünülmeye başlandı. Yazarlar, çapraz lamine ahşabın bu anlamda önemli bir yenilik olduğunu belirtirken, çok katlı yapılardaki kullanımlarını örnekliyorlar.

AHŞAP VE SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK

Günümüzde, bütün dünyada çevre ve çevreyle ilgili sorunlar gündemdeki yerlerini devamlı olarak korumakta, ekoloji, sürdürülebilirlik, küresel ısınma, sera gazları gibi kavramlar günlük yaşantımızda en çok kullanılan terimler arasında yer almaktadır. Sürdürülebilirlik kavramına ilişkin ekolojik anlamdaki tartışmalar ve çözüm arayışları, çevre ve özellikle yapısal çevrenin oluşturulmasında temel faktör olan malzeme kavramları üzerinde yoğunlaşmaktadır. Sağlıklı ekolojik bir çevre, sürdürülebilir bir yaşam elde edebilmek ve sera gazlarındaki artışa bağlı olarak gelişen küresel ısınma gibi olumsuz gelişmeleri engellemek için alınabilecek önlemlerin en başında, yapımda teknolojinin sağladığı olanaklar doğrultusunda yapı malzemelerinin seçimi ve geliştirilmesi gelmektedir. Çünkü yapım endüstrisi dünyanın toplam enerjisinin kabaca % 40’ını kullanmaktadır.

Karbondioksit üretimi küresel ısınma potansiyelinin baskın bileşenidir. Ağaç büyürken karbonu emer ve kereste haline geldiğinde de bu durum devam eder ve sera gazlarını atmosfere salmaz. Dolayısıyla ahşap yapılar giderek artan değerde karbonu bünyelerinde depolayarak, diğer inşaat malzemeleri ve inşaat faaliyetlerinin saldığı sera gazlarını dengelerler. Ahşap, çevre ve insanlık üzerinde hiçbir yan etkiye sahip olmayan doğal ve sıcak bir malzemedir. Ahşap hammadde olarak verimli kullanılabilmesi koşulu ile yenilenebilir bir kaynaktır. Bu verimlilik günümüzde olduğu gibi özel orman alanlarının teşkili ve teknoloji kullanımı ile ahşabın her bir parçasının etkin bir şekilde değerlendirilmesi ile sağlanmaktadır.

ENDÜSTRİYEL AHŞAP ÜRÜNÜ ÇAPRAZ LAMİNE AHŞAP (CROSS LAMINATED TIMBER/ CLT)

Genel olarak kereste, levha, yonga, lif, talaş gibi ahşap malzemenin yapıştırıcı, bağlayıcı maddeler ile çeşitli şekillerde fabrika ortamında biraraya gelmesiyle oluşan, homojen ve izotrop malzemeye endüstriyel ahşap denir. Endüstriyel ahşap malzeme, masif ahşap malzemeden daha yüksek değerde mekanik ve teknolojik özelliklere sahip olmakla birlikte, masif ahşap malzemenin sakıncalarını taşımayan, üstün nitelikli bir malzemedir. Endüstriyel ahşap teknolojisi, dünyada azalmakta olan orman kaynaklarının ahşap endüstrisinde daha akılcı bir şekilde kullanılmasını sağlamanın yanı sıra, tüketiciyi memnun edecek ve ihtiyaçlarını karşılayacak nitelikte ürünler elde edilmesine imkân vermektedir. İşlenmiş ahşap ürünler, kullanım ve işlenebilme kolaylıkları, ucuz oluşları, atık ahşapların değerlendirilebilmesi ve geri dönüştürülebilir özellikleri bakımından çevreye olan olumlu katkıları nedeniyle giderek artan bir öneme sahiptirler.

Endüstriyel ahşap ürünlerini, kaplamalık levhalar, kontrplak, kontrtabla, yonga levhalar, lif levhalar, talaş levhalar, lamine ahşap kaplama (laminated veneer lumber / LVL), tabakalı yonga ahşap (laminated strand lumber / LSL), yönlendirilmiş yonga ahşap (oriented strand lumber / OSL), paralel yonga ahşap (parallel strand lumber / PSL), tutkallı tabakalı ahşap ya da tutkallı lamine ahşap (glued laminated timber / Glulam), çapraz lamine ahşap (cross laminated timber / CLT) olarak sıralayabiliriz. Dünyada CLT, KLH, BSP, X-LAM ve benzeri çeşitli kısaltmalarla tanımlanan çapraz lamine ahşabın ilk kullanımı 1990’ların başlarında İsviçre’de başlamıştır. 1996 yılında Avusturya’da endüstri ve akademik araştırmaların gayretiyle geliştirilen çapraz lamine ahşap teknolojisinin kullanımı 2000’li yılların başında yaygınlaşmaya başlamıştır. Bu gelişme yeşil bina yaklaşımlarının etkisiyle Avrupa’da ahşap bina yapım yönetmeliklerinin yeniden düzenlenmesine neden olmuştur. Avrupa’da Eurocode 5 standardı ile ahşap yapılar inşa edilmektedir.

Endüstriyel ahşap malzemesi olan CLT paneller genellikle 3, 5, 7 veya daha fazla tabakalı, masif ahşap elemanların lif yönleri birbirine zıt olacak biçimde (genellikle 90°) birbirlerine geniş yüzeylerinden ve bazı durumlarda dar yüzeylerinden de tutkal ile en az 0,6 N / mm2 basınçla yapıştırılmış, mukavemetli, boyutsal kararlılığa sahip ve rijit elemanlardır. Çapraz lamine ahşabın tutkallı lamine ahşaptan farkı, tabakaların yönleri birbirine zıt olacak şekilde yerleştirilmesidir. Tutkallı lamine ahşapta keresteler lifleri birbirlerine paralel olacak şekilde biraraya getirilerek yapıştırılır. Fabrikada, panel elemanlar üzerindeki boşlukların açılması, boyutlandırma ve şekillendirme işlemleri yapılır. Panellerin kesilmesinde ve / veya birleştirilmesinde projelendirilen kesim planlarına tümüyle bağlı kalınarak CNC (computer numerical control) teknolojisi kullanılır. Projesine göre boyutları belirlenerek hazırlanmış panel elemanlar şantiye programına göre ihtiyaç duyulan zamandan hemen önce teslim edilir. Şantiyede kısa bir yapım süreci içinde uzman ahşap inşaat firmaları tarafından vinç yardımıyla montajları yapılır.

CLT malzemeden taşıyıcı ve taşıyıcı olmayan yapı elemanları üretilebilir. Bu panel elemanlar ile geniş açıklıklar geçilebilir. Ayrıca çelik, betonarme ve ahşap çerçeve sistemlerle rahatlıkla bütünleştirilebilir. Panellerde pencere, kapı boşlukları olsa bile taşıyıcı olarak kullanılabilirler. CLT duvar panelleri dinamik yüklere de dayanıklıdırlar. İtalya’nın Ağaç ve Ahşap Araştırma Enstitüsü (Trees and Timber Research Institute / CNR-IVALSA) 2009 yılında dünyanın en büyük titreşim tablasına sahip Japonya’da CLT panellerle üretilmiş iki yapı örneği üzerinde testler yapmıştır. Bu testler sonucunda CLT strüktürlerin deprem kuvvetlerine karşı oldukça iyi karşılık verdiği saptanmıştır. Ayrıca Kanada’nın FBInnovation kurumunun yaptığı CLT panellerinin ortak duvarlar ve montaj testlerinde, duvar panellerinin köşebent ve kısa vidalarla döşemelere montajlarında oldukça iyi deprem performanslarına sahip olduğu sonucu ortaya çıkmıştır. CLT panellerin yüzey özellikleri kaplamalı veya kaplamasız olabilir. Prensip olarak, CLT paneller piyasada bulunan tüm yapı malzemeleri ile de birleştirilebilir. Birçok farklı yalıtım malzemelerinin kullanımının yanı sıra farklı cephe kaplama malzemeleri ya da sıva uygulaması yapılabilir. Binanın ses yalıtımı, ısı yalıtımı, hava sızdırmazlık ya da yangın korunumu gibi fiziksel ve strüktürel özellikleri ilgili proje bazında değerlendirilir. Yangına karşı çelik ve betonarmeden daha fazla dayanımlı olduğu görülmüştür. Duvar, döşeme ve çatı elemanı olarak kullanılan panellerin tabaka sayısı, tabaka kalınlıklarını artırmak ve yüzeylerini alçı panellerle kaplamak yangına karşı dirençlerini artırmaktadır. CLT panellerinin kalınlıkları ve tabaka sayılarına bağlı olarak ses yalıtım özellikleri de değişmektedir.

Günümüzde çapraz lamine ahşap, Avrupa ve Kanada’da sürdürülebilir ormancılık sertifikalı kaynakları kullanan üreticilerden alınabilir.

ÇAPRAZ LAMİNE AHŞAP İLE ÇOK KATLI AHŞAP YAPILAR

Bu bölümde incelenen örnekler, son yıllarda, CLT ahşap panel elemanlar ile çok katlı, orta yükseklikte (5-10 kat) uygulanmış konut yapılarıdır.

Stadthaus, Telford Homes ve Metropolitan Housing Association ortaklığıyla Londra’da 2009 yılında inşa edilmiştir. Yapının mimarı Andrew Waugh (Waugh Thistleton Architects) ve ahşap firması KLH Massivholz GmbH’dir. Bu binada 19 satılık özel daire, 10 sosyal konut birimi ve bir yönetici ofisi bulunmaktadır. Birinci kattan itibaren çapraz lamine ahşap panellerle üretilen Stadthaus’un zemin katı yerinde yapım betonarmedir. Temel yapımında kısa kazık temeller kullanılmıştır. Dokuz katlı binanın taşıyıcı, bölücü duvarları ve döşemelerinin yanı sıra merdiven ve asansör çekirdeği de çapraz lamine ahşap paneller ile yapılmıştır. CLT paneller Avusturya’daki fabrikada 3 günde hazırlanmıştır. 4 uzman işçi haftada 3 gün çalışarak 27 iş gününde tüm yapının kurulumunu tamamlamışlardır. Yapıda CLT panel kalınlıkları dış duvarlarda 128 milimetre ve döşemelerde 146 milimetredir. Yangına karşı panellerin dayanımını artırmak amacıyla iç duvarlarda ve tavanda alçı paneller kullanılmıştır. Mevcut panel kalınlığı ile kombine edilmiş alçı paneller sayesinde ateşe karşı dayanım 60 dakikadan 90 dakikaya çıkmıştır. Asansör boşluğu ve merdiven bölümünde yangın ve ses yalıtımı sağlamak amacıyla arası yalıtımlı çift duvar yapılmıştır. Burada kullanılan duvar panellerinin kalınlıkları 128 milimetre ve 117 milimetredir. İngiltere’nin gürültü kontrolü ve ses yalıtım yönetmeliklerine uyabilmek amacıyla inşaat başlamadan önce bir laboratuarda testler yapılarak, çözümler aranmıştır. Dış cepheyi kaplamak amacıyla ahşap lifleri ve çimento ile 5000 bağımsız panel üretilmiştir.

Limnologen, İsveç’in en büyük ahşaptan yapılmış konut yerleşimidir. 2005 yılında Vaxjö yerel yönetimi ve Midroc Property Development işbirliğiyle bir mimari proje yarışması düzenlenmiştir. Yarışmanın teması Vaxjö, Trummen gölü kıyısında ahşap malzeme ile bir konut yerleşimi tasarlamaktır. Bu yarışmanın sonucunda mimar Ola Malm’ın (Arkitekt Bolaget) tasarımı seçilip, geliştirilmiştir. 2009 yılında yapımı tamamlanan bu yerleşim 8 katlı 4 bloktan oluşmaktadır. Toplam 134 konut birimi bulunan bu yapılardaki daire büyüklükleri 37 m2 ile 114 m2 arasında değişmektedir. Yapıların zemin katı betonarme ve üstteki 7 katı Martinsons şirketinin Byggstem adını verdiği çapraz lamine ahşap paneller ile yapılmıştır. Ek olarak dairelerin arasındaki bölücü duvarların yapımında geleneksel ahşap çerçeve sistemi kullanılmıştır. Esas taşıyıcı sistemi panel sistemdir. Binanın bütün yükleri dış duvarlar tarafından karşılanır. İç mekânda yer alan duvarların bazıları da stabiliteye yardımcı olmaları nedeniyle taşıyıcı yapılmıştır. Binanın bazı yerlerinde deformasyonu önlemek için tutkallı lamine ahşap ile üretilmiş kolon ve kirişler kullanılmıştır. Dış duvarların iç yüzeyleri ve bölücü duvarlar alçı panellerle kaplanmıştır. Cephede ahşap kaplama yapılmıştır. İsveç yangın yönetmeliğine uygun bir şekilde yapının taşıyıcı duvarları ve daireler arasındaki ortak duvarları yangına karşı yalıtılmıştır.

Holz8 (H8), mimar Arthur Schankula (Schankula Architekten) tarafından geleceğin sıfır enerji harcayan ahşap kasabasının temel parçası olacağı düşüncesiyle tasarlanmıştır. 2011 yılında Bad Aibling, Almanya’da yapılan bina 8 katlı ve 25 metre yüksekliğindedir. Çapraz lamine ahşap elemanlar Binderholz firması (Huber Huber & Sohn GmbH & Co. KG, Bachmehrin) tarafından sağlanmıştır. Yapım zamanı yüksek derecede prefabrikasyon teknolojisinin kullanımı ile oldukça kısa sürmüştür. Duvar, döşeme ve çatı bileşenleri prefabrik olarak inşaat alanına getirilip, montajları yapılmıştır. Her iki günde bir 1 kat tamamlanmış ve yapımında 6 işçi çalışmıştır. Yapının merdiven çekirdeği yerinde yapım betonarmedir. Bunun dışında yapının tüm duvarları, döşemeleri ve çatı strüktürü prefabrik çapraz lamine ahşap panellerle yapılmıştır. Dış duvarlarda ahşap kaplama ve stukko kullanılmıştır. Holz8 binası, önceleri Almanya’da daha sonra diğer Avrupa ülkelerinin yönetmeliklerince yapı üretiminde zorunluluk olarak getirilmiş “pasif ev” kavramını taşıyan özelliklere sahiptir. Pasif ev kavramı minimum enerji tüketimi ile en yüksek konfora ulaşmak olarak kısaca açıklanabilir.

Bridport konutu, zemin kattan itibaren tümüyle çapraz lamine ahşap paneller ile uygulanmış çok katlı ahşap yapılara bir örnektir. 2011 yılında Londra’da tamamlanan yapının tasarımı mimar Karakusevic Carson’a (Karakusevic Carson Architects) aittir. Bu yapı 41 uygun fiyatta kiralık, sosyal konuttan oluşmaktadır. Yapının zemin ve birinci katında bulunan 8 daire 4 odalı ve ikinci kattan itibaren geri kalan 33 daire 1, 2, 3 odalı olarak farklı seçeneklerde tasarlanmıştır. Çapraz lamine ahşap paneller Stora Enso firması tarafından hazırlanmıştır. Strüktür sisteminde diğer örneklerden farklı olarak taşıyıcı duvar panelleri bina yüksekliğinde süreklidir. Döşeme panelleri duvarlara yandan köşebentlerle takılmıştır. Bu yöntemle, çok katlı yapılarda duvar panellerinin döşeme panelleri üzerine oturtulduğu çözümlerle karşılaştırıldığında ahşap yapının toplamda büzülme değeri % 40 oranında azaltılmıştır. Bridport binasında ahşap malzeme, yapının çeşitli detaylarında kullanılan tuğla, alüminyum ve bakır malzemeleri ile başarılı bir şekilde birleştirilmiştir. 

Forte, dünyanın çapraz lamine ahşap panellerle yapılmış en yüksek binasıdır. 10 katlı binanın yüksekliği 32,17 metredir. Her katında 3 daire olmak üzere toplamda 23 daire bulunmaktadır. Lend Lease Design tarafından tasarlanan yapı 2012 yılında Melbourne, Avustralya’da inşa edilmiştir. Yapının zemin katı betonarme, üst 9 kat prefabrik panel sistemdir. Çapraz lamine ahşap paneller Avusturya’daki KLH Massivholz Gmbh firmasından getirtilmiştir. Yapıda banyo gibi ıslak hacim çözümleri hafif çelik hücre sistem ile önceden hazırlanıp, yerine monte edilmiştir. Zemin katta, beton bileşeni olarak karbon ayak izini azaltan yeni bir çimento türü olan geopolimer’li çimento kullanılmıştır. Yangın dayanımını artırmak amacıyla döşeme ve duvarlarda kaplama olarak alçı panellerin kullanımıyla birlikte, CLT panellerin tabaka sayısı 3’ten 5’e çıkarılmıştır. Duvar panellerinin kalınlığı 128-158 milimetre ve döşeme panellerinin kalınlığı 146 milimetredir. Cephede metal ve geri dönüşümlü sert ağaçtan ahşap kaplamalar kullanılmıştır. Forte binasında ses yalıtımı için tavanlarda kullanılan alçı paneller asma tavan çözümü ile monte edilmişlerdir. Akıllı bina yaklaşımı ile tasarlanan yapıda cephede gölgelendirme elemanlarının kullanılması, pencere ve kapılarda kullanılan etkin doğrama elemanları ile ısı kaçışının önlenmesi, çatıdaki yağmur suyunun depolanması, elektrik enerjisini ve suyu az harcayan ev donanımlarının kullanılması gibi çözümler bulunmaktadır.

Whitmore Road binası Londra’da Regent kanalının yanında yer almaktadır. 2012 yılında yapımı tamamlanan yapının projesi Waugh Thistleton Architects gurubuna aittir. Yapının ahşap panelleri KLH Massivholz GmbH firmasından sağlanmıştır. 7 katlı yapının ilk iki katı ofis, üçüncü katı 2 kat yüksekliğinde fotoğraf stüdyosu ve beşinci kattan sonrası 3 adet tripleks daire olarak kullanılmaktadır. Binanın zemin katı betonarme ve diğer katları prefabrike ahşap panellerle yapılmıştır. Binanın ortasında yer alan 5 metre yüksekliğinde olan stüdyoda kolonsuz bir mekân yaratmak için geçilen açıklıklar 9 metre ile 23 metredir. Çapraz lamine ahşap elemanların montajı 4 işçi ile 5 haftada tamamlanmıştır. Binada ahşap teknolojisi ile 1,5 metrelik bir konsol uygulaması vardır. Yapının kabuğunda sert, güçlü nispeten hafif olan kestane ağacından geleneksel İngiliz ahşap kaplama biçimi kullanılmıştır.  Duvarlar ve döşemelerde çeşitli yalıtım malzemelerinin yanı sıra iç mekânda alçı panellerle kaplama yapılmıştır.

Cenni di Cambiamento, İtalya’nın Milano şehrinin dışında etrafı parklar ve tarım alanları ile çevrili bir yeni yerleşim projesidir. Mimar Fabrizio Rossi Prodi (RPA- Rossi Prodi Associati) tarafından tasarlanan yapı 2013 tarihinde tamamlanmıştır. Dört bloktan oluşan Cenni di Cambiamento’nun her yapı bloğunun ilk iki katı sıra ev düzeninde yapılmıştır. Bu yapıların üzerinde 3. kattan 9. kata yükselen birer kule şeklinde konut blokları bulunur. Her bir yapı bodrum kat ile birlikte toplam 10 katlıdır. Yapıların yüksekliği 28,16 metredir. Taşıyıcı sisteminde binaların bodrum katı betonarmedir. Üzerinde yer alan iki katlı ve kule blokların yatay ve düşey yükleri zemin kattan itibaren çapraz lamine ahşap panellerle karşılanmaktadır. Bu blokların merkezinde yer alan merdiven ve asansör çekirdeği çapraz lamine ahşap panellerden oluşturulmuştur. Taşıyıcı duvar panellerin kalınlıkları birinci kattan onuncu kata doğru azalarak, 12-20 santimetre arasında değişmektedir. Duvar ve döşeme panellerin maksimum uzunluğu 6,70 metredir. Açık veya kapalı balkon oluşturmak için yine CLT ahşap panellerle konsol bölümler yapılmıştır. Bu paneller 1,80 metre uzunluğundadır. Ahşap paneller Stora Enso firması tarafından hazırlanmıştır. Binaların kaplama gibi diğer yapımlarında da kuru sistem ile montaj gerçekleşmiştir. Cephelerde ısı yalıtım malzemesi (EPS) takviye edilmiş alüminyum mikro paneller kullanılmıştır. İç bölücü duvarlarda ve tavanlarda ise tek tabaka alçı paneller uygulanmıştır. Cenni di Cambiamento konutlarının en göze çarpan özelliği, İtalya’da yeni bir malzeme olan çapraz lamine ahşap malzeme ile 10 katlı bir yapının ilk kez bir deprem bölgesinde inşa edilmesidir.

DEĞERLENDİRME VE SONUÇ

Ahşap hafif olmasına karşın mekanik özellikleri yüksek bir malzemedir. Endüstriyel ahşap ile oluşturulan taşıyıcı sistemler, betonarme veya çelik malzemeli yapımlarla karşılaştırıldığında eşdeğer strüktürel dayanım ve yangın direnci, düşük enerji ile üretilebilme, daha hafif bir temel strüktürü gerektirmesi gibi nedenlerle üstünlük sağlarlar. CLT ahşap panel sistemi, CAD-CAM teknolojisi ile kolayca tasarlanabilmekte ve prefabrikasyon teknolojisi ile hızlı bir şekilde uygulanabilmektedir.

İncelenen tüm yapıların tasarım aşamalarında hazır elemanlarla üretim temel ilke olarak alınmıştır. Bununla birlikte bu yapıların prefabrikasyon dereceleri birbirlerinden farklıdır. Taşıyıcı sistemlerinde CLT panellerin kullanımıyla yapım süreçleri oldukça kısa sürmüştür. Tüm yapıların temelleri yerinde yapım betonarmedir. İncelenen çok katlı ahşap binalarda betonarme yapımlar iki şekilde yer almıştır. Holz8 örneğinde yapının çekirdeği betonarme olarak çözümlenirken, Stadthaus, Limnologen, Forte, Whitmore Road konutlarının ise zemin katları betonarme olarak yapılmıştır. Cenni di Cambiamento ve Bridport konutlarının taşıyıcı sistemleri zemin kattan itibaren çapraz lamine ahşap panellerle kurgulanmıştır. 

Çapraz lamine ahşap elemanlarla yapılan panel sistemin taşıyıcı sistem özellikleri ve statik gereksinimleri büyük boyutlu prefabrik betonarme panellerden farklı değildir. Bu sistem, strüktürel özellikleri ve boyutsal kararlılığı nedeniyle orta yükseklikteki (5-10 kat) ve yüksek yapımlar için çok uygun olmaktadır. Ahşap malzeme ile yapı üretimine ilginin giderek artmasının nedenlerinin en başında, betonarme ve çelik malzemelerle yapı üretiminin oldukça yoğun enerji gerektirmesi ve üretimleri sırasında atmosfere tonlarca karbondioksit salınmasıdır. Yenilenebilir bir kaynak olan ahşap malzeme daha az karbon ayak izine sahip olması, üretiminde daha az enerji gerektirmesi ve daha az su kirliliğine neden olması gibi nedenlerle tercih edilmektedir. İncelenen çok katlı yapılarda betonarmeyi kısmen kullanan örneklerinde bile karbon ayak izi etkili bir şekilde azaldığı görülmektedir. Gelecekte üretilecek yapıların ve hatta bu yapıların oluşturduğu kentlerin yenilenebilir bir kaynak olan ahşap malzeme ile yapılma düşüncesi yaygınlaşmaktadır. Avrupa ülkeleri ve Avustralya’da CLT ahşap panellerin konut, ofis, sinema, otel, eğitim yapıları gibi farklı yapımlarda kullanımı giderek artmaktadır. Ahşap endüstrisinin önde gelen liderlerinden biri olan Kuzey Amerika’da ise bu malzeme daha çok geleneksel ahşap çerçeve sistemlerinde (balloon frame, platform) kullanılmaktadır. Bununla birlikte Kuzey Amerika’da da CLT panel elemanlarla çok katlı ahşap yapı üretme yolunda gelişmeler vardır. British Colombia’da, Michael Green’in tasarladığı 27,5 metre yüksekliğinde Wood Innovation and Design Centre 2014 yılının Haziran ayı sonunda tamamlanmıştır. Yapının merdiven çekirdeği ve döşeme elemanları CLT ahşap panellerden yapılmıştır. İsveç’te 2013 yılında düzenlenen HSB Stockholm mimari yarışmasında, C. F. Møller mimarlık gurubu güneş enerjili 34 katlı bir konut projesi ile birinci olmuştur. Bu binanın çekirdeği betonarme ve diğer bölümlerinde yer alan kiriş, kolon ve döşeme elemanları ahşap malzemedir. Projenin yapımının 2023 yılında tamamlanması hedeflenmektedir. 

Son yıllarda dünyada, 30-40 katlı ahşap malzemeli taşıyıcı sisteme sahip yapı araştırmaları gündemdedir. Kanada’lı Mimar Michael Green ve ekibi 12, 20, 30 katlı ahşap yapı yapabilmenin strüktürel olanaklarını araştıran FFTT yaklaşımı adını verdikleri bir çalışma hazırlamıştır. Bunun yanında, 2013 yılında Skidmore, Owings & Merrill, LLP (SOM) tarafından Ahşap Kule Araştırma Projesi (Timber Tower Research Project) hazırlanmıştır. Bu projenin amacı, yüksek yapıların taşıyıcı sistemlerinde endüstriyel ahşabın temel malzeme olarak kullanımı ile bir binanın karbon ayak izini azaltmaktır. SOM’un önerdiği sistem betonarmeye bağlanmış ahşap çerçevedir. Bu sistemde yüksek gerilmelerin olduğu noktalarda betonarme kullanılmıştır. Betonarme çekirdeğe endüstriyel ahşaptan yapılmış ana taşıyıcı elemanlar çelik birleşim elemanları ile bağlanmıştır. Önerilen bu strüktür sistemi ile binanın karbon ayak izinin betonarme ve yapısal çelik çözümleri ile karşılaştırıldığında % 60-% 75 oranlarında düşürülebileceği hesaplanmıştır. 

kaynak: Neslihan Güzel, Yrd. Doç. Dr., DEÜ, Mimarlık Bölümü 
S. Cengiz Yesügey, Doç. Dr., DEÜ, Mimarlık Bölümü

Peyzaj ve İnsan İlişkisi

Peyzaj ve İnsan İlişkisi

İnsanoğlu varoluşundan bu güne, doğayı kendi amaçları doğruştusunda bilinçsizce kullanmış ve sonuçta doğaya uyumlu olmayan ve genelde çirkin olarak nitelendirilebilecek birçok kültürel peyzajlar ortaya çıkarmıştır. Ancak günümüz insanları, doğadan kopma endişerini taşımaya başlamasıyla birlikte doğayı, öncelikle ekolojik işlemlerine uygun biçimlendirerek, insanların fiziksel ve ruhsal sağlıkları için planlama ve uygulama çabası içine girmiştir.

Peyzaj kavramı, fransızca bir kelime olan peysage kelimesinden dilimize geçmiştir. İngilizce’de landscape, Almnca’da landschaft olarak kullanılmaktadır. Kelime anlamıyla, çevrenin tüm görünümü veya manzara anlamına gelmektedir. Daha geniş kapsamda ise ” Bir görüş çerçevesinde yer alan bütün doğal ve kültürel çevrenin meydana getirdiği bir kompozisyon yahut br tablodur.”

Örnek olarak yapı yoğunluğunun çok yüksek olduğu bir şehirde bir evin penceresinden bakan insanın gördüğü peyzaj, komşu apartmanın belli bir bölümü onu çevreleen diğer yapılar, yollar, varsa ağaçlar, taşıtlar, insanlar gibi elemanlardır. Kente hakim bir görüş noktasında ise yapı grupları, meydanlar, parklar, taşıtlar, insanlar ve bunun gibi elemanlara ek olarak, kenti kuşatan tarımsal arazi veya orman, dağ,  tepe ve bunun gibi doğal elemanlar da görüş sınırına girecektir. Kent yerleşimi dışında örneğin dağlık bir arazide belli bir bakış noktasından insanın kavradığı görünüm,  kent görünümünden çok farklı olacaktır. Burada arazinin morfolojik ve topoğrafik özellikleri, yüzey, jeolojik gösteriler, su yüzeyleri, orman ve mera ce bunun gibi bitki örtüsü varsa tarımsal işletmeler görüş alanına girerek peyzajı oluşturabilecektir. Bu örnekleri sonsuz sayıda artırmak mümkündür.

Peyzaj, başka bir anımla, bulunduğumuz herhangi bir yerde bizi çevreleyen şeylerin tümüdür. Dağlar, tepeler, ovalar, vadiler, su yüzeyleri, nehirler, çeşitli bitki örtüsü ile arazi bulut, yağmur v.b özellikleri ile atmosfer, nsan ve hayvan varlıkları, yapılar, yollar, taşıtlar ile yerleşim bölgeleri, peyzajın fiziki elemanlarını oluşturmaktadır. Bunun yanısıra peyzaj, toplumların örf ve adetlerini, kanunlarını ve kültürlerinin tüm sosyal desenini de kapsar. Peyzaj, doğa ile insan ve onun kültürünün değişen oranlarda bir araya gelmiş işlemleirnin bir ürünü olarak ortaya çıkar. Gerçekten iklim ve toprak koşullarının hemen hemen aynı olduğu dünyanın farklı bölgesinde, onu kullanan insanların kültür seviyeleri, gelenekleri, sosyal ve ekonomik koşulları, birbirine tamamen zıt peyzaj ortaya koyabilir. Dünya üzerinde toprak, su, bitki, hayvan ve en önemlisi de insan topluluklarının varolduğu sonsuz varyasyonlarda sürekli değişen bir peyzajlar dizisini görmemiz mümkündür. Doğa görünümleri ve onu kullanan insan topluluklarının dörünüş ve yaşayış  ilkeleri, mekan içinde olduğu kadar, zaman boyutu içinde de değişmektedir. Bu yüzden peyzaj, doğa ve sosyal, ekonomik ve kültürel etkilerle değişime uğrayan dinamik bir yapıya sahiptir.

2. Peyzaj Çeşitleri: Peyzaj doğal ve kültürel olmak üzere iki çeşidi bulunmaktadır.

2.1 Doğal Peyzaj: İnsanın hiç veya az etkisi olan kendi doğal düzenini koruyan alanların görünümüdür. Bu gibi alanların ekolojik ve biyolojik dengesinde olan değişmeler ancak doğal kuvvetler dediğimiz deprem, yanardağ püskürtmeri, şiddeti deniz ve hava akımları, med- cezir, erozyon gibi olaylar sonucu ortaya çıkar. Ancak, bu etkiler doğal peyzajda nadir oalak ani, fakar genellikle bir çok nesilerin bile fark edenediği uzun süreler içinde meydana gelir. Doğal dış kuvveter, peyzajı sürekli olarak etkileme eğilimindedir. Buna karşılık, peyzaj unsurları arasındaki yardımlaşma, peyzaj tablosunun belirli ve dengeli bir ortam içinde kalmasını sağlar. Özellikle vejetasyon örtüsünün, bozulan peyzajı tamamlamadaki yönü çok büyüktür.

İnsanın herhangi bir etkisi görülmeyen peyzajda arazi, toprak, hava, su, bitki örütüsü ve hayvanlar topluluğu bir arada ekolojik bir denge oluşturmaktadır. Yani canlı ve cansız her eleman bu bütünün parçasıdır. O nedenle doğal peyzajdan koparılarak alınan en küçük bir parça, bütünlük içindeki yokluğunu hemen bize hissettirir. Doğal peyzaj, başta insan olmak üzere, tüm canlıların varlığını korumada, yaşantısını sürdürmede çok önemli rolü olan bir materyal kaynağı ve estetik tertip örneklerini bünyesinde toplayan güzel manzaralar dokusudur.

Doğal peyzaj, arazi ile iklim şartlarının çeşitli varyasyonları ile biçimlenir. Dünya gezegeni üzerinde gerek yatay ve gerekse düşey yönde arazi ve iklim şartlarının ortaya koyduğu sayısız doğal peyzaj örnekleri görmek mümkündür. Arazi, değişmeyen daha doğrusu hareketsiz kabul edilen stabil yapısı ile doğal peyzajın temelini oluşturur. Yani peyzajın bazını ve fonunu teşkil eder. Arazi üzerinde yer alan vejetasyon örtüsü ise fromları, normları ve renkleriyle peyzaja sınırsız zenginlik sağlar. Orman, maki, step, çöl, savan, preri, tundra, Alp rejyonu, vejetasyon örtüsünün, şekillenmiş büyük ekolojik birlikleridir. Bunlar içinde ağaç ve orman başlı başına bir peyzaj hazinesidir. İklim ise arazideki çeşitlilikleri meydana getiren doğal etkilerin en önemlisidir.

Doğal peyzajı kapsamış olduğu çeşitli ana elemanların özelliklerine göre alt tiplere ayrılabilir. Dağ peyzajı, deniz peyzajı, göl peyzajı, doğal orman peyzajı v.b daha ayrıntılı ayrım yapılmak istediğinde bunların içinde de farklı tiplerde ayrımlar yapmak mümkündür.

2.2 Kültürel Peyzaj: İnsanların doğayı çeşitli amaçlarla kullanımları sonucunda ortaya çıkan peyzaj formudur. Akıl ve onu kullanma yeteneği ile hayvanlardan ayrılan insanın, çevresini kendisine yarayışlı bir biçimde düzenlemesi, doğa-insan ilişkilerinin olumu sonuçlarını ortaya koyar. Fakar bu ilişkinin tarihi geçmişi göstermiştir ki toplumlar teknolojik ve bilimsel alanda geliştikçe, ilişkilerindeki denge, doğa alyhine bozulmuş ve genelde olumsuz denilebilecek kültürel peyzajların oluşmasına neden olmuştur. Nitekim insanoğlu ormanları ve dağları delmiş, yarmış, nehirleri ve bunlara benzer sayısız faaliyetlerle hasta görünümlü bir peyzaj, yaşanması güç bir çevre yaratmıştır. Fakat oluşan kültürel peyzaj, toplumların doğayı kullanış amaçlarına ve biçimlerine göre farklılıklar göstermektedir. Bu bakımdan, kesin bir sınırlarını saptamak zor olduğu halde, esas itibariyle kültürel peyzajı, kırsal ve kentsel peyzaj şeklinde ayırmak mümkündür.

2.2.1 Kırsal Peyzaj: İnsanın doğa içinde, kentsel amaçların dışındaki faaliyetlerinin ortaya koyduğu çevrenin görünümüdür. Bu faaliyetler, esas itibariyle tarımsal olabileceği gibi, rekreatif ve endüstriyel de olabilir. Faaliyet amaçlarına göre doğa ile ilişkileri dengeli veya dengesiz sonuçlar ortaya koyar. Esas itibariyle kırsal alanlar, kentsel ve doğal alanlar arasında geçit ve bir bakıma tampon görevi yapan alanlardır. İnsanların bu alanlardaki uğraşlarına göre peyzajı; tarımsal peyzaj, enüstri peyzajı, orman peyzajı, turizm peyzajı, ulaşım peyzajı diye ayırmak mümkündür.

* Tarımsal Peyzaj: Dünya üzerindeki insanların doğayı değiştirdikler ilk faaliyet tarımsal alanda olup ilk kültür peyzajı olarak  nitelendirilebilir. Tarım peyzajının karakterini esas itibariyle, arazi yapısı, toprak ve topoğrafik özellikler, su ve iklim gibi doğal etkenler, insanların örf-adet ve kültürleri ile birlikte ülkeden ülkeye ve bir yerden diğerine değişen çeşitlikte tarımsal peyzajlar ortaya koyar. Doğal peyzaj içinde tarla açılması, tarla parselizasyonu, teraslama, yollar, sulama kanalları, açık drenaj hendekleri, dağınık ve tek tarım işletmeleri, köy yerleşimleri, köy meydanı, köy okulları, hayvancılık işletmeleri ve ağıllar, yaylalar, doğal çayırlar ve meralar, tarımla ilgili çeşitli yapılar, su değirmeni, tarım bitkilerinin kapladığı yeşil örtü meyva bahçeleri v.b tesisler tarımsal peyzajın bünyesini meydana getirir. Tarım arazisi içinde kounmuş orman adacıkları, koruluklar, sulak lanlar, bataklık ve maki parçacıkları, çoğu kez tarla içinde rastlanılan soliter ağaçlar, güzel çiçekli dekoratif ağaçlar köy korulukları mezarlıklar gibi tarımsal peyzajın bünyesini zenginleştiren varlıklardır. Tarımsal peyzaj, genellikle insanların verimlilik amaçlarına hizmet eden ve bazen de karlılık esaslarına dayanan uğraşıların sonucunda ortaya çıkan bir peyzajdır.

* Endüstriyel Peyzaj: Kırsal alanlar içinde yer almış endüstri kuruluşlarını veya endüstriye hammadde temin eden faaliyet alanlarının ortaya koyduğu görünümlerdir. İnsanların doğada en fazla tahrip ettiği faaliyetlerdir. Nitekim bunlar sadece büyük kitleli tesisleriyle peyzaj içinde güç hazmedilen bir bütün olarak kalmaz, aynı zamanda çeşitli atık ve artıklarıyla havayı, suyu ve toprağı kirletmek suretiyle, insani hayvan ve bitki sağlığına son derece zarar verirler. Dağları, tepeleri, kemiren ve havaya devamlı şekilde toz çıkaran çimento fabrikaları, demir çelik tesisleri, çevre kirliliğinde çok büyük rolü olan azot fabrikaları rafineler ve benzeri sayısız tesisler, kırsal alanların huzur ve estetiğini bozan peyzaj örnekleridir. Endüstriye hammadde temin eden tesisler de , örneğin açık maden ve kömür ocakları, taş ocakları, tuğla fabrikaları gibi doğayı kemiren faaliyet alanlarıda çok kötü görünüşlü peyzaj alanlarıdır.

* Orman Peyzajı:  Tarımsal peyzaj ile çok yönlü ilişkisi olan orman peyzajı, ormanlar, su düzeni, iklim faktörleri, sosyal ve ekonomik bağları nedeniyle tarım peyzaj ile aynı mekan içinde bulunan ve peyzaj planlaması açısından ortak prensiplere bağlı doğal peyzaj varlıklarıdır. Çünkü orman köylerinin tarımsal etkinlikleri ve yerleşme çalışmaları, planlama ve işletme bakımından tarımsal yöre ile bir arada organik bir bütünlük arz eder. Orman içinde yapılan silvikültürel müdahaleler, suni ve doğal ağaçlandırma çalışmaları, milli parklar, tabiat parklarıi orman içi ve kenarı dinlenme alanları, orman yolları, odun depoları, orman yangın yolu ve şeritleri, yangın gözetleme kuleleri, orman köylerinin arazi kullanım biçini, mimari yapısı, kullanılan tarımsal faaliyetler, orman içi meralar, sulak alanlar, erozyon  ve kumul alanları gibi birçok obje orman peyzajını oluşturmaktadır.

* Turizm veya Rekreasyon Amaçlı Peyzaj: Kırsal alanda insanların eğlenme, dinlenme ve boş zamanlarının değerlendirme amaçları için ayrılmış ve düzenlenmiş alanların görünümdür. Piknik ve kamping alanları, plajlar, motel,  otel, tatil köyleri, rekreasyon peyzaj alanları, kent dışı spor alanları, kaplıcalar, mağaralar, tarihi kalıntılar, harabeler, arkeolojik sanat eserleri, golf alanları, spor kompleksleri gibi.

* Ulaşım Peyzajı: Karayolu, demiryolu ve akarsu boyu bağlantısı olmak üzere üç türlü ulaşım sistemi doğal peyzaj üzerinde öenmli iz bırakmaktadır. Kara ve demiryolu çalışmaları, insan emeğinin fazla karıştığı ve daha ziyade tekniğin baskısı altında meydana getiren tesislerdir. Kara ve demiryolları güzelgahı ve istasyonları, virajlar, oto parklar, yol kenarı dinlenme yerleri, benzin istasyonları köprüler, manzara yolları gibi.

2.2.2 Kentsel Peyzaj: Kentsel peyzaj alanları, kırsal peyzaj alanlarına nazaran yüzölçümü bakımından çok az bir alan kaplamasına rağmen, nüfus yönünden çok daha yoğundurlar. Kırsal peyzajın aksine günümüzde kent içinde doğal peyzaj güzelliklerinin izini bulmak artık olanak dışıdır. İnsan yapısı kültürel çevrenin, doğal peyzaja üstün olduğu bir mekan olarak ortaya çıkardığı kentler, insanların esar yerleşme amaçlarına ve varlıklarını sürdürme konusundaki  ideallerine göre karakter kazanırlar. Kentsel peyzaj, hangi amaçla olursa olsun, insanların kümelenme, toplanma içgüdülerinin ortaya koyduğu bir yaşama mekanıdır. Kent peyzajının esas karakterini, mimari yapılar ve bunların organizasyonu tayin eder. Kuruluşunda ana amaç ne olursa olsun hemen hemen bütün kentlerde toplumun yaşama, çalışma, eğlence ve dinlenme faaliyelerine imkan sağlayan bölümleri vardır. Bunlar iskan alanları, idari alanlar, ticaret alanları, endüstri alanları, trafik sistemi, sosyal tesisler, park ve bahçeler, spor alanları, açık alanlar ve doğal alanlar gibi kent iskeletini oluşturan elemanlardır.

İnsan için ideal bir yaşama ortamı olması gereken kent mekanında, bölümler arasında işlevsel bir bağlantı ve kullanışlılık kadar, estetik olma gibi ikili bir ilişki bulunması gerekir. Uygarlığın simgesi olarak kabul edilen kentlerin genelde işlevsel ve estetik özelliklerini kaybetmiş olduğu görülmektedir. Özellikle ülkemiz açısından kent peyzajının durumu acınacak durumdadır.

kaynak: Atila Gül

Ağaç Malzemeler ve Orman Varlığına Etkileri

Ülkemiz Orman Endüstrisinde Mühendislik Ürünü Ağaç Malzemeleri ve Orman Varlığına Etkileri

Hızla gelişen dünyada artan nüfus sayısına bağlı olarak, tüketimde de hızlı bir artış yaşanmıştır. Bu tüketimden ormanlar da olumsuz bir şekilde etkilenmiştir. Ayrıca yangın, kuraklık ve odun zararlıları gibi faktörlerin de ormanlara verdiği zararı düşünüldüğünde, konunun önemi daha da artmaktadır. Mevcut orman varlığının sürdürülmesi ve arttırılması için gelişen teknolojilerden de yararlanılarak orman ürünlerinin etkin kullanması gerekmektedir. Bu amaçla, orman endüstri alanında yapılacak etkin çalışmalar, orman varlığının sürdürülmesine ve arttırılmasına katkı sağlayacaktır. Örneğin, kavak gibi hızlı gelişen ağaç türlerinin düşük olan fiziksel ve mekanik özellikleri, çeşitli destek materyalleri ile güçlendirilerek, bu ağaç türlerine etkin kullanım alanları sağlanabilir. Laminasyon teknolojisinin ilerlemesiyle beraber, birçok büyük ve küçük çaplı ahşap materyal değendirilerek LVL (Laminated Veneer Lumber), Glulam, CLT (Cross Laminated Timber) gibi büyük ürünler elde edilebilmektedir. Bu ürünler kereste endüstrisine alternatif oluşturmakta ve kereste ile aynı veya daha üstün nitelikler göstermektedir. Ancak ülkemizde bu materyallerin üretimi ve kullanımı sınırlı kalmıştır. Levha sektöründe ise, tamamen odun hammaddesi yerine farklı oranlarda plastik materyaller ve tutkallar da kullanılarak odun plastik kompozitleri (OPK) üretilebilmektedir. Bu çalıFşmada, ülkemizde odun hammaddesinin orman endüstrisinde etkin olarak kullanılması ile ilgili mevcut durum ve yeni öneriler sunulmaktadır.

Orman ürünleri doğrudan veya dolaylı olarak birçok sektör ile ilgilidir. Özellikle inşaat ve mobilya sektörlerinde ana eleman veya yardımcı eleman olarak çok sık kullanılmaktadır. Ülkemiz aktif deprem kuşağı olan Alp-Himalaya deprem kuşağı üzerinde yer almakta ve yüzölçümünün %42’si birinci derece deprem kuşağı üzerindedir (URL-1). Bu nedenle betonarme yapıların yerine ahşap yapıların tercih edilmesi önerilmektedir. Ancak uygun yapıda ağaç bulunmaması, zamanla deformasyona uğraması ve maliyeti gibi nedenlerle ülkemizde ahşap yapıların sayısı sınırlı kalmıştır.

Dünya üzerinde en fazla fiyat artışına uğrayan malzemelerden biri olan kerestelerin orman kesiminde uygulanan kısıtlamalar, çevre kuruluşlarının oluşturduğu baskılar, orman alanlarındaki azalmalar dolayısıyla tedarik edilmesi her geçen gün daha da güçleşmektedir. Fiyatlardaki bu artış ve aynı zamanda ağaç kontsrüksiyon malzemesi olarak kullanılacak boyutlarda kerestelerin bulunabilme güçlükleri bu malzemelerin değişik yollarla üretimini zorunlu kılmıştır. Bunun sonucunda daha küçük çaplı ve ekonomik anlamda pek fazla değeri olmayan ağaçların orman endüstrisine “mühendislik ürünü ağaç malzemeler” olarak kazandırılması sağlanmıştır.

Büyük boyutlu kereste ve ahşap yapı malzemelerinin ormanlardan doğal olarak elde edilmesi oldukça zordur. Bu nedenle mühendislik ürünü yeni malzememelere olan eğilim artmıştır. Laminasyon teknolojisinin gelişmesine bağlı olarak eğmeçli yüzeylerin de elde edilebildiği bu malzemeler başta Amerika ve Avrupa ülkeleri olmak üzere birçok ülkede kullanılmaktadır. Ülkemizde ise bu ürünlerin üretimi ve kullanımı sınırlı sayıda kalmıştır. Bunun nedeni ise ahşabın yerine betonarme yapıların tercih edilmesidir. Ülkemizin %27,6’sı (21.678.134 ha) ormanlık alanlarla kaplıdır. Ancak bu alanın %46,7’si (10.119.466 ha) bozuk formludur. Bu nedenle verimli orman varlığımızın etkin kullanılması zorunluluğu ortaya çıkmaktadır. Ülkemizdeki mevcut arazilerin kullanımına ait bilgiler Tablo 1’de gösterilmiştir.

Arazi Kullanımı Alan (ha) Yüzde (%)
Orman 21.678.134 27,6
Mera 14.617.000 18,6
Su alanları 1.050.854 1,4
Tarım 24.437.000 31,1
Diğer 16.751.482 21,3
Genel Alan 78.534.470 100

Tablo 1. Türkiye’de arazi kullanım sınıflarının ülke yüzölçümüne dağılımı (OGM 2012)

Mühendislik ürünü malzemelerin ortaya çıkması ve gelişimi bu ürünleri geleneksel olarak üretilen ağaç malzemeye göre daha avantajlı hale getirmiştir. Berglund ve Rowell (2005) bu ürünlerin sağladıkları bazı avantajları aşağıdaki şekilde özetlemiştir.

1. Daha küçük boyutlardaki ağaçların kullanılması

2. Diğer üretim süreçlerinden atık olarak çıkan odun parçacıklarının kullanılması

3. Odunun bünyesinde bulunan ve istenmeyen kusurların arındırılması veya dağıtılması

4. Daha az şekil değiştiren biçimlerde bileşenlerin üretilmesi

5. Kompozitleri daha da geliştirerek keresteden daha iyi özellikler taşıyan ürünler üretilmesi

6. Değişik şekillerde kompozitler elde edilmesi

Mühendislik ürünü ağaç malzeme (MAM) kullanılan hammaddeye ve yönteme göre farklılık göstermektedir. Yapısal kompozit kereste ürünleri tutkallanmış kaplama, kaplama şeritleri veya şerit yongaların son ürününün boyuna paralel olacak şekilde sıcaklık ve basınç altında preslenerek kereste formu verilmesi ile üretilmektedir. Yapısal kompozit kereste ürünlerinin ticari alanda çeşitli türleri mevcuttur. Bu ürünler genel olarak üretim sürecine göre isimlendirilir. Piyasada bu ürünlerin çeşitli emprenye maddeleri ile işlem görmüş çeşitleri de mevcuttur (Enam, 2008). Yapısal kompozit kereste ürünleri ortalama 0,5 ile 0,8 gr/cm3 arasında özgül ağırlığa sahiptir (Arias, 2008).

Odunda doğal olarak var olan ve direnç azaltan kusurlar MAM üretim süreci içinde dağıtıldığından veya uzaklaştırıldığından (Azambujaa ve Diasb, 2006) homojen bir yapıda ve direnç özellikleri yüksek malzeme üretilmektedir (Geoffrey, 2003). MAM, üretimi ile istenilen şekil ve boyutlarda, ürünler elde edilebilir. Kerestelerde eğilme, çukurlaşma, burulma ve çarpılma meydana gelirken bu durum MAM’da daha azdır (Nelson, 1997). Taşıma kurallarının elverdiği boyuta kadar üretilebilirler. MAM‘ların dezavantajları ise üretilmeleri depolanmaları için daha fazla yatırım gerekli olması ve aynı boyutlardaki bir keresteye göre daha ağır olmaları olarak özetlenebilir (Çavuş, 2008)

Glulam (TAM)

Glulam, tabakalanmış ağaç malzeme (TAM) olarak bilinmektedir. ASTM D3737 TAM’ı uygun şekilde seçilmiş ve hazırlanmış kerestelerin düz ya da eğri şekilde, dört ya da daha fazla tabakanın son ürünün boyuna paralel olarak yerleştirilmesiyle elde edilen bir ürün olarak tanımlamaktadır (Azambujaa ve Diasb, 2006). Şekil 1’de dört tabakalı glulam örneği gösterilmiştir.

GLULAM

Parallel Strand Lumber (PŞK)

Parallel Strand Lumber (Paralel Şerit Kereste) Parallam® ticari adıyla bilinmektedir. Paralel Şerit Kereste 1970’lerde MacMillan Bloedel Ltd’de, gövde çapı küçük olan veya düşük kaliteli keresteyi güçlü keresteye dönüştürebilme girişiminin sonucunda geliştirilmiştir. PŞK, ilk olarak 1984 yılında pazara sunulmuş ve değişik endüstrilerde kullanılmaya başlanmıştır. ASTM (American Society for Testing and Material), PŞK’yi, “kaplama şeritlerin son ürününün boyuna paralel olarak yerleştirilerek sıcaklık ve basınç altında preslenmesiyle kereste formu verilmiş bir oluşum” olarak tanımlamaktadır (Liu,2003)

Paralel Şerit Kereste

Laminated Strand Lumber (TŞK)

Tabakalanmış şerit kereste (TŞK), ağaç malzemeden elde edilen tutkallanan şerit yongaların son ürünün boyuna paralel yönlendirilerek basınç altında sıkıştırılmasıyla elde edilen yapısal kompozit bir malzemedir. TŞK masif keresteden daha güçlü özellikleri nedeniyle masif keresteye göre daha cazip bir üründür (Moses vd., 2003).

Tabaklanmış Şerit Kereste

Laminated Veneer Lumber (TAK)

Tabakalanmış kaplama kereste (TAK), soyma yöntemi ile elde edilen yaklaşık 2,5–3,2 mm kalınlığında ve çeşitli boy ve genişlikte olan kaplamalardan üretilmektedir (Russell, 2003). Tabakalanmış kaplama kereste ile kontrplak arasında en önemli fark, kontrplaklarda kaplamaların lif yönleri bir birine dik olarak yerleştirilmesidir. TAK’larda ise bu kaplamaların lif yönleri birbirine paralel olacak şekilde yerleştirilir.

Tabaklanmış Kaplama Kereste

Cross Laminated Timber (ÇLK)

Cross laminated timber, (CLT) ülkemizde çapraz lamine ahşap malzeme veya çapraz lamine kereste (ÇLK) olarak bilinmektedir. Geniş boyutlarda üretilebilmesi, direnç özelliklerinin yüksek olması nedeniyle Avrupa’da çevre dostu ev ve ticari işletmelerin inşasında kullanılmaktadır.

CLT elemanları genellikle yük taşıma bileşenleri olarak kullanılır. Yük taşıma miktarları, bu ürünü oluşturan ahşap materyallerin direnç özelliklerine ve 80mm ile 240mm arasında değişen kalınlıklarına bağlı olarak farklılık göstermektedir. Bireysel tabakalar 3-5-7 tabakadan oluşur ve yük taşımaya önemli katkı sağlayan yoğun bir tutkal tabakası kullanılır. Tabakalar bir birine 90º’lik açıyla yapıştırılır. Üreticilerin üretim alanlarına ve taşıma şartlarına bağlı olarak boyutlar değişiklik göstermektedir. Ticari firmalar, 2.40m ve 3.00m genişlikte 12m den 20m’ye kadar uzunluklarda standart ölçüler sunmaktadır (Teibinger 2013).

CLT yapılar alanında yapılan çalışmalar, çoğunlukla ahşap yapıların düşük karbon özellikleri, yapısal performansları, yanma performansları, mühendislik ürünü ahşap malzemelerdeki son gelişmeleri ve çok katlı binaların yapımında daha geniş çapta kullanımı üzerine yoğunlaşmıştır. Ahşap yapıların çevresel etkileri ile çelik, beton ve taş yapıların karşılaştırılması üzerine birçok araştırma yapılmıştır. Çok katlı yapılarda ahşap kullanarak sera gazı yayımında beton ve çeliğe göre %55 azalma sağlanabilmektedir (Head 2008).

CLT

Orman kaynaklarının sınırlı ve maliyetlerinin yüksek olması nedeniyle orman kaynaklarının kullanımı levha ve mobilya sektörleri arasında sıkışmıştır. Oysa farklı yöntemlerle ahşap malzemeye kazandırılacak fiziksel, mekanik ve görsel özellikler ile bu kullanım alanları genişletilebilmektedir. Mevcut verimli orman alanlarımızın az olması nedeniyle orman ürünlerini daha verimli kullanma zorunluluğu ortaya çıkmıştır. Gelişen teknolojiyle beraber geliştirilen farklı yöntemler sayesinde orman ürünlerinde de verim arttırıcı çalışmalar yapılmaktadır. Mühendislik ürünü bu yeni malzemeler ile orman varlıklarımızın daha etkin kullanımı hedeflenmektedir. Hammaddenin verimli kullanımı açısından bu malzemeler ile biçilmiş kereste karşılaştırıldığında mühendislik ürünü malzeme üretiminde verimin daha yüksek olduğu görülmektedir.

Kavak gibi hızlı gelişen ağaç türlerinin endüstride daha etkin kullanımı ile arz-talep sirkülasyonu sağlanmalıdır. Ancak kavak ağacının mevcut fiziksel ve mekanik özellikleri, kendisinden talep edilen özellikleri karşılayamadığı durumlarda kullanım yerine bağlı olarak metal destekleyiciler, çeşitli karbon ve cam lifleri gibi materyaller ile desteklenerek özellikleri geliştirilebilmektedir.

Mühendislik ürünü malzemelerin ülkemizde yaygınlaştırılması için özel sektör ve kamuya düşen görevler vardır. Bu amaçla, hızlı gelişen ağaç türlerinin yetiştirilmesi için gerekli alanlar sağlanmalı ve teşvik edilmelidir. Mühendislik ürünün malzemelerin üretilebilmesi teknolojik ve ekonomik destek sağlanmalı, özel sektör ve üniversite işbirliği dahilinde ağaç malzemenin negatif özelliklerini azaltıcı çalışmalara ağırlık verilmelidir.

TABLO

kaynak: Nurgül TANKUT, Eser SÖZEN

Kentsel Dönüşüm ve Ahşap

Doğa sevgisini ve yöreselliğin değerini kavramış medeniyetler, ahşabı başarılı bir şekilde yüksek teknolojiler ile birleştirerek kentsel dönüşümlerine entegre etmektedirler.

Ahşap yapıda kullanılan en eski malzemelerden birisidir ve insanoğlunun yerleşik düzene geçme serüvenine hep doğru coğrafyalarda eşlik etmiştir. Yöresinde onu barındırmıştır. Ahşabın yöreselliğe düşürdüğü izleri günümüzde de, o coğrafyanın refah düzeyi istediği kadar yüksek olsun, görmekteyiz. Hatta diyebiliriz ki uygarlık düzeyi arttıkça ahşabın gelişmiş teknolojiler ile kullanımı da artmaktadır.



Sanayileşmenin cazibesi, heyecanı ve hızlı kentleşmeye yetişememenin beraberinde getirdiği algı dönüşümü, günümüzde ahşabın yerini plastik, metal, alüminyum, beton, çimento gibi ekolojik döngüler içindeki yerini çeşitli sakıncalarla alan, hatta hiç alamayan malzemelerin oluşmasına yol açtı. Bununla birlikte binaların büyümesi, ya da yükselmesi ile ahşap malzeme teknolojilerinin gelişmesi aynı paralellikte olmadı. Bunun sonucu olarak yüzyılımızda betonarme yöntem ile bilinen en kısa ömürlü binaları inşa etmeye başladık…

Doğa sevgisini, yöreselliğin değerini ve ona bağımlılığın önemini kavramış medeniyetler ahşabı başarılı bir şekilde yüksek teknolojiler ile birleştirerek yapısal çevrelerine, kentlerine entegre etmektedirler. Bu entegrasyon sadece dış görüntüyü okşayan mobilya ya da yüzey kaplamaları şeklinde değil, kent dokusuna ruh veren ahşap konstrüksiyonlar ile gerçekleşmektedir.

Ahşabın günümüzde: 
Endüstriyel bir ürün olduğunu… 
yetişen, dolayısıyla yetiştirilen bir hammadde olduğunu..
dolayısıyla yetiştirdiğimiz sürece tüketmekten korkmamamız gerektiğini..
uluslararası normlarda üretildiğini..
mekanik, statik, fiziki ürün değerlerinin tanımlı ve sabit olduğunu..
biliyoruz, bilmeliyiz.



Bu bağlamda ahşap yapı konstrüksiyonlarını ve ürünlerini kentsel dönüşüm içeriğinde, sosyal ve kamusal alanların yapımında, çok katlı binalarda, konut üretiminde, çevre düzenleme çalışmalarında kullanmak ya da kullanmamak bir tercih olmaktan öte, bilinçtir…sorumluluktur….

“Litterfall” Eko Ev

Genel Tasarım Yaklaşımları
Biriken, biriktikçe çoğalan, çoğaldıkça bütünü oluşturan, sadece işlevleri değil, insanları biraraya getiren, dönüştüren yoğuran, birey olmaktan çok bütün olmayı öneren tasarım yaklaşımı bu projenin ana fikridir. Tüm bunları apaçık ve davetkar bir şekilde yapan, aidiyet hissini ön plana alan aynı anda hem üst örtü, hem kütle, hem mekan, hem de yerin ta kendisi olup bağlamını oluşturan, mimarinin tektoniği ile kendi varlığını ortaya koyan, paylaşımın ve temasın mekanına referans vermektedir.İnsanların dokunacağı, temas edip, yatıp uzanıp, sarılıp sarmalanacağı, cephelerini tamamen açıp, içi dışı bir, her katmanında ve her alanında üretip, paylaşıp bunu gururla sergileyeceği, bir yer tariflemektir.



Kıyı boyunca uzanan yeşil bantın sürekliliğini üzerine davet eden, bütüncül kurguyu oluşturan birimler yan yana, üst üste, katmanlaşıp çoğalacaklar, çoğaldıkça bütünleşip hem yeri, hem bağlamını, hem mekanını, hem işlevini oluşturacaklar, talep edecekler, binanın tektonik dilinin tekrarlanıp yeniden kullanılabilir halini destekleyeceklerdir. Tasarım cadde yönüne son derece sade bir şekilde yüzünü verir, deniz yönüne doğru amfileşir ve büyük bir forum oluşturur, hem dış mekana, açık alanlarına doğru yönelir hem de açık alanlarını kendisi oluşturur, yavaşça yükselir, insanları üzerine davet eder, yükseldikçe işlevleri sarmalamaya başlar. İşlikler yüzünü bu alana döner, tüm yüzeylerini açıp alana dahil olur, üretim binanın her yerine sıçrar, çocuklar koşturur, işlevler ve mekanlar birbirlerinin içinde erir, temas binanın her yerindedir, üzerinde, altında, yanında, işlevler ve mekanlar ve en önemlisi de insanlar arasında. Diğer kol bu ana açık alanı kavramak için denize doğru yönelir, en sonunda da esnek bir alan olarak önerilen ve dış mekanla bütünleşen çok amaçlı kısımla son bulur. Tasarımın tektonik dili de son derece yalındır. Ahşap paletler yeniden işlevlendirip, adapte edilip geri dönüşümlü olarak tekrardan kullanılmaya çalışılmıştır. Bu malzemenin ışık geçirgenliği, yığılma ve tekrarlanma mantığı, bu tür bir malzemenin geri dönüşümle yeniden kullanılabilirliği ve sürekliliği tasarımın dilini oluşturan ana kararlarıdır. İç mekanlara da bu tektonik dil yansıtılmaya çalışılmıştır. Alçalıp yükselen üst hareketi , dinamizmi ve kütlesel ifadesi hacmi sarmalar mekanın dilini oluşturur. Kullanılmış ahşap paletler yeniden yorumlanarak kullanılması ve mimari eleman olarak aktarılması süreklilik kavramı ile ele alınmaya çalışılmıştır. Geri dönüşüm malzemesi olarak kullanılan ahşap paletler ise zamanla değişim nüvelerini mekan diline aktarır.

Semt Kültür Evi tasarımı, binalaşmadan, toplumsal söylemle mimariyi yakınlaştırmayı hedefleyen, bunu yaparken de kullanıcılarını üzerine, içine, altına, yanına davet eden bir kamusallığı ve açık alan kurgusunu oluşturmaya çalışan, mimarinin, kültür ve sanatın dönüştürücü etkenlerinden biri olduğunu anımsatmak isteyen, biraradalığa, temas etmeye ve bütün olmaya altlık oluşturan mekansal bir arayıştır. Buradaki mimari yaklaşım, bireyin kamusal yaşamına katkıda bulunacak, kamusallığa yeni bir yorum getirecek, yaşam alanlarına davet edecek ve bireyin gündelik yaşantısında hem mekan, hem yaşam, hem kullanım, hem de aidiyet hisleri açılarından iz bırakacaktır. Kültür-sanat-mimarlık-sosyoloji alanlarının arayüzü olarak tasarlanmaya çalışılan bu öneri, kültürün aktarılmasına olanak sağlayacak bir alan-ortam-mekandır.

“Tamedia

Strüktürü ve kreatifliğinin yanında ahşap konstrüksiyonu ile kentsel dönüşüm kavramına yeni bir boyut kazandıran, yeni yapıcı tartışmalara vesile olan Tamedia binası, İsviçre medya firması Tamedia’nın yeni merkezi ve radyo stüdyosu. Zürih’in merkezinde bulunan yapı, Japon mimar Shigeru Ban tarafından tasarlanıp 2013’te hizmete açıldı.

Tamedia’nın, Zürih medyasını Wedareal bölgesine odaklaması, firmanın bu kente olan bağlılığını ve 100 yıldır Aussersihl bölgesine gösterdiği sadakatinin altını çizmekte. Bu gelenekselciliği ile İsviçreli medya firması Tamedia’nın merkez binası kentin ortasında 1000 metrekarelik bir alana kuruldu ve etrafındaki bölgede grubun diğer binaları bulunmakta. Yapının 50 metrelik cephesi, bölgenin doğusundan geçen Sihl nehrine bakmakta. Yeni bina, eskiden yerinde olan bina ile aynı taban alanına sahip olsa da, bitişik binalarla aralarında boşluk bırakmadan ve maksimum yüksekliği kullanarak ofis alanını olabildiğince büyük tutmayı hedeflemiş.



Zürih’in sürdürülebilir mimarisine değer katan, cam ve ahşaptan oluşan bu dikkat çekici bina, çoğunluğunu editörler, gazeteciler ve medya çalışanlarının oluşturduğu 480 çalışanın ofisi. Teknolojisi ve çevreci yaklaşımıyla yenilikçi bir karakteristiğe sahip olan binanın mimari açıdan başlıca özelliklerinden biri tamamen ahşaptan olmasıdır. Çok katlı binaların, büyük kamusal binaların, kent ölçeğine ne kadar başarıyla entegre olabileceklerine güzel bir örnek olan bina, aynı zamanda estetik ve görsel bir çekim gücüne sahip.
Mimar Shigeru Ban’ın binası bölgenin bütün mimari kurallarına uyuyor, çatı yapısı ve yüksek tavanlı giriş katı, Aussersihl bölgesinin mimari karakteristiğini yansıtıyor. Aynı zamanda, bu yeni yapının dikkat çekmesinin önemli bir nedeni de, çevreci ve sürdürülebilir teknolojiler ile malzemelerden inşa edilmiş olmasıdır. Taşıyıcı strüktürü, herhangi bir metal ekleme ya da bağlantı yapılmadan, 2 bin metreküp çam ahşabından yapılmış olup, çok detaylı ahşap bağlama yöntemleri uygulanmış. 
Cam dış cephesinin ihtişamı, iç mekanda parlak ve samimi bir ortam yaratıyor. Yöreye hakim lokal iklim koşullarını belirleyen Sihl nehrine bakan cephesi, çift cepheli cam bir sistem ve aynı zamanda doğal havalandırmaya olanak sağlıyor. Bu cephe tasarımı, aynı zamanda nehre doğru açılabilen toplantı odaları için de yer hazırlamakta.

Ahşap, inşaatta da tasarruf sağlayan yenilenebilir bir yapı malzemesi. Yaratacağı karbon ayakizine dikkat edilen binada CO2 döngüsünü zorlayan herhangi bir malzeme kullanılmamış. Enerji kaynağı ve iklimlendirme için jeotermal teknolojiler, fosil yakıt tüketen sistemlerin yerini almış.

Ana giriş kapısı, Werdstrasse ve Stauffacherquai sokaklarının kesiştiği yerde bulunmakta. Bina, giriş katının üzerine 7 kat ve iki kat bodrumdan oluşan 8602 m2 alan ve buna, bitişiğindeki binanın üstüne inşa edilecek 2 katta eklenince 10,120m2 oluşuyor. Şehre dönük binanın doğu cephesi, enerji tasarrufu eden “ısı ekranı” görevi gören cam seralardan oluşmakta. Kış bahçesi özelliğindeki bu seralar aynı zamanda nehre bakan eşsiz oturma kısımlarından ve ofislere bağlanan yollardan oluşuyor. Bu alanlar dinlenme ya da toplantı alanları olarak kullanıldığı gibi, camlar açılarak terasa dönüştüğünde de binanın aksiyon merkezinin buraya kaymasını sağlamakta. Bu sayede binanın eylem şeması dinamizm göstermekte.



Bu binanın başta taşıyıcı sistemi olmak üzere tamamının ahşap oluşu en önemli özelliği. Konvansiyonel betonarme inşaat yöntemine bir cevap olarak teknolojik ve çevreci özellikleriyle ahşap yapı malzemesinin nasıl akılcı bir alternatif olduğunu göstermekte. Kamusal binalarda dahi yangın yönetmelikleri bakımından ahşap aslında daha güvenli ve ayrıca insan sağlığını korumakta. Estetik açıdan camın ve ahşabın karışımı çalışma ortamına büyük bir ferahlık katarken dışarıdan da çok karakteristik bir görüntü oluşturmakta.

Tamedia binası ahşaptan başka bir malzeme kullanılmamasının da ötesinde, enerji sorunlarının en yüksek standartlarını karşılayan pasif çözümlere ve otomasyonlara sahip. Buna örnek orta alan olarak adlandırılan balkonların aynı zamanda ısı kalkanı fonksiyonlarının olması ve dolayısıyla hava akımı, ısıtma, soğutma gibi işlevselliklerinin olması.

Kayık Formunda Ahşap Otoyol Köprüsü

“Sneek Köprüsü”

Hollanda, içmekan arı kovanlarından seralarına, kamusal dış alan çözümlerinden alternatif mimarlığa kadar her yöndeki yenilikçi yeşil temalı tasarımlara ev sahibliği yapan ülkeler arasında. Her uygar toplumda olduğu gibi Hollanda da bu üretkenliğin sağlanmasını, merkezi idare zihniyeti yerine öncelikle yerel idare yetkisi yönteminin uygulanmasına borçlu.



Ülkenin çevreci mimari listesine en son eklenen tasarım ise kayık formundaki ahşap otoyol köprüsü olan ‘Sneek’ köprüsüdür. Onix an d Achterbosch Architectuur (kısaca OAK) tarafından uzun süre dayanıklılığını kaybetmeyen Accoya ahşabı kullanılarak inşa edilen şehrin bu gözde köprüsü, gelen ziyaretçilerine sıcak bir hoşgeldin görüntüsü sunmaktadır.
Yaklaşık 30.000 nüfuslu Sneek kıyı kasabasının deniz ile olan köklü bağını ve tarihini sembolize etmesi istenen köprünün formu ters dönmüş bir kayık şeklinde.
OAK mimarları bu yaklaşımları ile açılan proje yarışmasında birinciliği elde ettiler ve kasabanın korunan tarihi sembollerinin yanında, yenilikçi bir sembole imza attılar.



Hollanda yönetmeliklerine göre bir köprünün en az 80 yıl dayanabilmesi gerekiyor ve çelik köprüler 55 yıl, betonlar ise en iyi ihtimalde 90 yıl dayanabılırken Accoya ahşabı hem ikisinden de daha uzun dayanım süresine sahip, hem de CO2 üretimi yok. Ayrıca daha sürdürülebilir bir seçenek olduğu tartışmasız.



Accoya, neredeyse bütün doğal ahşap kaynakları kullanılarak üretilen bir ahşap türü. Toksik olmayan bir işlemden geçtikten sonra bu ahşaplar mantar çürüğü yapmıyor ve dayanıklı oluyor. Materyalin bütün kaynakları FSC ve PEFC sertifikalı kereste ormanlarından geliyor ve Cradle to Cradle altın sertifikalıdır.


İki trafik ve bir bisiklet şeridinden oluşan 1,134 metrelik köprünün tamamında sadece 1,200 metreküp accoya ahşabı kullanılmıştır. Ön prodüksiyonu fabrikada standartlara uygun şekilde yapıldıktan sonra nakledilerek yerine montajı yapılmıştır. Yerine montajda temel kolonları ile ahşap konstrüksiyonun birleşim detayında kullanılan kama dişleri sayesinde fazladan malzeme kullanımı önlenmiştir. OAK mimarları ahşap köprünün Sneek’e hem yeni bir tat katmasını hem de tanınabilir olmasını hedefledi. Köprünün hatları, bulunduğu yöre olan Friesland’ın çiftlik evlerini anımsatıyor; yapı, şehrin eski kesimlerinde görülen inşaatçılık birikiminden kalıntılar yansıtıyor; ahşap sütunlar gemicilik endüstrisinin bir simgesi ve Sneek’in Kuzey Hollanda’nın denizcilik kentlerinden biri olduğunu gösteriyor.



Tasarımdan beklentiler olan bu çıkış noktaları, sağlanması gereken limitlerin ötesinde ağırlık taşıyan ve aynı zamanda da üstü açık olan ahşap bir köprünün yaratılmasına olanak sağladı. Köprü sadece Hollanda değil, aynı zamanda Kanada, Norveç, Almanya ve İsviçre gibi ülkelerdeki benzerlerinde olduğu gibi, çağdaş kent dokularına örnekler arasındaki yerini aldı.



Otomobillerden öncelikli yayaların ve bisikletlerin kullandığı köprünün ortasında birbirine bağlı iki ahşap makas statiği sağlıyor. Kemer formunda eğilmiş köprünün en uç noktası yolu ikiye ayırmaktadır. Yapıya üçgen görünüm katmasının dışında, bu kemer görüntüsü, etkileyici perspektifler sağlıyor. Balniyölere giden yöndeki köprü başı yeşil bir hendek görevi görürken, şehrin içine giden kısım bir su yoluna bağlanmakta.

Köprünün gerçekleşmesindeki önemli diğer boyutu da, emeği geçenlerin çeşitliliğidir. Mimar, mühendis, statik uzmanı, üretim teknolojisi, ve finansmanını sağlayanlar bir yana dursun, sürecin başından itibaren eleştirmenlerin ve yöre halkının dahil edilmeleri, söz hakkına sahip olmaları, örnek bir sosyal entegrasyon ve uygarlık göstergesidir.

kaynak: www.ekoyapidergisi.org

Yüksek Frekanslı Vakumlu Kurutma

Yüksek frekanslı vakumlu kurutma ülkemizde dünyaya paralel olarak hatta artarak üretimini önümüzdeki yıllarda devam ettirmesi muhtemel görülmektedir. Buna karşılık kurutma süresi ve diğer avantajlı koşullar dikkate alındığında enerji giderinin yarı yarıya azalacağı, kurutma kalitesinin yükseleceği, iş ve işçilik giderlerinin azalacağı ifade edilebilir. Yüksek frekanslı vakumlu kurutma, mevcut kurutma fırınlarına alternatif olarak özellikle kaliteli ve değeri yüksek kalın ağaç malzemenin kurutulmasında önem kazandığı ifade edilebilir. Burada yüksek frekans vakumlu kurutma yönteminin genel özellikleri anlatılmış ve diğer kurutma yöntemleri ile karşılaştılmıştır.

Ağaç malzemenin kurutulmasının önemi çok önceden anlaşılmış fakat uzun süre doğal ortamlarda bekletilerek kurutma yoluna gidilmiştir. Teknik yöntemlerle kurutmada ancak 20. Yüzyılın başlarında önemli gelişmeler sağlanmıştır.

Kurutma, ağaç malzemenin içerisinde bulunan ve kullanım amacı için uygun olmayan suyun atılması işlemidir. İdeal bir kurutmada, kurutulacak malzemenin kalitesinin korunması, kurutma süresinin mümkün olduğu kadar kısa olması ve kurutma giderlerinin en düşük düzeyde tutulması amaçları bir bütün olarak birlikte gerçekleştirilmesidir.

Diğer yandan kızıl ötesi ışınlarla kurutma, kimyasal kurutma, organik çözücüler ile kurutma, organik madde ile kurutma, ozonlu kurutma teknik kurutma yöntemleri arasında sayılabilir. Ancak bu yöntemler dünyada özel amaçlar dışında ya çok az kullanılmakta yada hiç kullanılmamaktadır.

Kereste kurutmada klasik veya geleneksel yöntemlerde enerji gideri fazla ve süre uzundur. Bunun nedeni de genelde masif odunun permeabilitesinin düşük olmasındandır. Yüksek sıcaklıkta kurutma, kurutma süresini azaltabilir ancak bu renk solması, deformason veya çatlama gibi kuruma kusurlarına neden olabilir. Çeşitli kurutma yöntemlerinin yanında kurutma süresini hızlandırmak için sıcak hava kombinasyonu ile birlikte radyo frekansı [RF] (dielektrik metodu) kullanmak olduğu belirtilmiştir.

Yüksek frekans vakumlu kurutma teknolojisinde tarihsel gelişme

Yüksek firekansla kurutma konusunda ilk çalışmalar 1934’te Abramenko ve 1936’da Stephen and Holmquest tarafından yapılmıştır. Yüksek firankla kurutma sırasında vakum uygulamayla ilgili ilk patent Luth ve Krupnick tarafından 1945’te alınmıştır. Daha sonra yüksek frekansla kurutma konusunda Kanada’da 1948 de Miller tarafından ve 1949’da Japonya’da Murata ve Iso tarafından yapılan çalışmalar takip etmiştir. 1960 lardan itibaren yüksek frekansla kurutma konusunda gelişmeler sağlanmış ve çeşitli ülkelerde araştırmacılar bir çok çalışmalar yapmışlardır.

Yüksek frekansla birlikte vakum uygulama (HFV) 1960 ile 1970 arasında endüstriyel alanda “Russian Academy of Science in Moscow” da kurulduğu bilinmektedir. Burada yaklaşık 10 m3 keresteyi kurutmak üzere tasarlanmış ve fırın 10 m uzunluk, 3 m genişlik ve 3 m yükseklikte inşa edilmiştir. Vakum odasının üzerine yerleştirilmiş Hf-jeneratörle, 13.56 MHz frekansında (radio frekansı ile) çalışan ve 44kW güç kullanılarak, elektrotlar arasında maksimum 10kV Hf- akım üretilmiştir. Yöntemin parke üretiminde kullanılan ağaç türlerine uygulandığı belirtilmektedir (Djakonov, Gorjaev, 1981). 1940’larda mikrodalga ısıtma ile kurutma üzerine çalışılmıştır. Tercih edilen frekans aralığı 2450MHz ve 915MHz arasında olmuştur. Radyo frekansının aksine mikrodalgada yüksek ısı sağlanmasına rağmen odunda uniform bir ısıtma sağlanamamıştır.

Amerika’da küçük çaplı HfV kurutucu üzerine Koppelman (1976) patent almıştır.

İleriki aşamalarda yüksek kaliteli ürün ve kısa sürede kurutma tekniği yapılan deneylerle ortaya kondu. 1996 da ilk defa Amerika’da ticari anlamda Dimension Drying Inc. Şirketi tarafından HfV kurutma ünitesi kuruldu. Burada mobilya üretiminde kullanılan kırmızı meşeler kurutulmuştur. Hf jeneratör 2-4 Mhz, ömrü 2000-4000 saat olan tüpler ile çalışıyordu. Kapasitesi 20 m3 olarak tanzim edilmişti. Kanada’da sert ağaçların kurutulmasına yönelik elde edilen başarılar yumuşak ağaçlarında kurutulmasına neden olmuştur. 23 m3 kapasiteli HfV kurutma sistemi ile yumuşak ağaç türleri de kurutulmuştur. 3 Mhz frekans ve 260 kw gücünde bir üniteden oluşuyordu.

HfV kurutma fırını üretiminde yapılan teknolojik gelişmeler sonucu (HeatWave Technologies Inc.) tarafından 75 m3 kapasiteli ve 300 kw gücünde bir sistemde radio frekansı ile göknar kerestelerinin kurutulması sağlanmıştır.

Yüksek frekanslı vakumlu kurutma üzerine çalışmalar ülkemizde henüz yeni olup ilk örneğini Düzce’de Recep Sivrikaya firması 2012 yılında 6-8-30 m3 kapasitelerde Kingdryer adı altında üreterek vermiştir.

Yüksek frekans vakumlu kurutma fırını üstünlükleri

Radyo frekansı ile kurutulmasına dair ilk raporların yaklaşık 60 yıl önce yayınlanmasına rağmen, bu teknolojinin kullanımı süreç kontrolü ve RF teknolojisindeki son gelişmelere kadar pek yaygın değildi. Özellikle, kondansatör ve diğer kontrol cihazları RF jeneratörünün kurutma sırasında önemli miktarda değişen ahşabın dielektrik özelliklerini dengelemek için uygulayıcının değişken yüklere ayarlanmasına izin verir. Buda içten dışa doğru sıcaklık gradyenti nedeniyle difizyon meydana gelir ve rutubet akışı iç kısımlardan yüzeylere doğru yönlendirir. Bu yüzden sıcak hava ve RF kombinasyonu kurutma süresini kısaltır ve dolayısıyla enerji tüketimini sürecin özelliklerine ve enerji fiyatlarına bağlı olarak kurutma masraflarını azaltır.

Radyo Frekanslı Tanıma Sisteminde (RFID) en yaygın kullanımı bulunan etiketler şunlardır; düşük frekans (LF) 125-134 KHz, yüksek frekans (HF) 13.56 MHz, ultra yüksek frekans (UHF) 860-960 MHz. Ahşap malzemeyi kurutmak için diğer önemli bir seçenek RF ve vakumlu kurutmanın kombinasyonudur. Vakum nedeni ile daha düşük kurutma sıcaklığı yani daha düşük sıcaklıklarda su buharlaştırıldığından ahşap malzemenin mekanik direnç özellileri muhafaza edilmekte ve çatlama gibi kurutma kusurları en aza indirilmektedir. Nem fırından su buharı olarak çıkartıldığından, enerji verimliliğinin ısı olarak artması potansiyeli olup sıcak ve nemli havanın dışarı atılması dolayısıyla ısı kaybı olmaz.

Yüksek frekanslı vakumlu kurutma sisteminde klasik kurutma yöntemlerinde kullanılanın aksine keresteler çıta kullanılmaksızın istiflenmektedir. Bu sadece yükleme hacmini azaltmaz aynı zamanda basınç yoluyla baskılayıcı sistemin kullanılmasını mümkün kılar. Bu da ahşabın kurutma sırasında hareket etmesini önler ve böylece bükülme, eğilme, burkulma, mainleşme, kılıcına eğilme, kıvrılma, çarpıklık ve diğer kusurları önemli ölçüde azaltır.

Lif doygunluk noktasından itibaren rutubetin uzaklaştırılması için daha fazla güç ve enerjiye ihtiyaç duyulur. Yüksek frekanslı vakumlu kurutmada bu süreç ahşabın elektromanyetik güç emme kapasitesinin önemli ölçüde düştüğü, fırının ‘güç dönüşümü’ ile aynı zamanda meydana gelir. O andan itibaren, odunun sıcaklığı odunda deformasyon olmaksızın makul bir kurutma oranı ile sürdürülerek yükseltilebilir.

Elektromanyetik dalgaların Radyo frekanslarında kereste istifine mikrodalgadan (MW) çok daha derinden girmesinden dolayı, RF ile meydana gelen ısı MW’ ye göre kerestenin enine kesit alanlarında çok daha pürüzsüz bir şekilde kurutulmasını sağlar.  Bu durum tüm çıtasız bir şekilde yerleştirilmiş kereste istifinin kesit alanının aynı oranda kurutulmasını garantiler. Bu da geleneksel kurutma yöntemleri ile karşılaştırıldığında çok daha muntazam kurutma ile sonuçlanır.

Kurutma oranı geleneksel kurutma fırınlarındakinden 20 kat daha yüksektir.

Daha küçük fırın şarjları için hızlandırılmış kurutma sözkonusudur. Farklı tür ve boyutları kurutma yeteneği daha büyük üretimleri ve zamanlama esnekliğini mümkün kılar. Yüksek frekanslı vakumlu fırınlar ayrıca pastörizasyon ve koruyucuların fixsazizasyonda kullanılabilir.

Geliştirilmiş ürün kalitesi; yüksek frekans ile kurutulmuş ahşap malzeme taze kesilmiş görüntüsü ile doğal rengini korur. Buna ek olarak, kurutma esnasında hiçbir ısıya bağlı renk bozulması veya kahverengi lekelenme olmaz. Kurutma havası ile temastan kaynaklanan kimyasal oksitlenme neredeyse tamamen ortadan kalkar.

HfV ile kurutma, yüksek kaliteli ve nispeten kalın kerestenin kurutulduğu işlemlerde tercih edilir. Özellikle 50 mm kalınlığının üzerindeki keresteler için, geleneksel kurutma yöntemleri, uzun kurutma zamanlarından dolayı inanılmaz derecede masraflı olabilir. Düşük sıcaklıklarda stressiz yani gerilmesiz kurutma büyük ölçüde daralmayı azaltır ve bu kereste veriminde iyileşme sağlar.

Yüksek frekans vakumlu kurutma fırınları ile diğer kurutma fırınlarının karşılaştırılması Yüksek frekans vakumlu kurutma fırınları ile dünyada en çok kullanılan diğer kurutma fırınları Tablo 3 te karşılaştırılarak anlatılmıştır.

Sonuç

Yüksek frekanslı vakumlu kurutma ülkemizde dünyaya paralel olarak hatta daha yukarılarda üretimini önümüzdeki yıllarda artarak devam ettireceği beklenmektedir. Yüksek frekans üreteci ile gerekli olan enerjin sağlanması bir maliyet sözkonusu olsada kurutma süresi ve diğer avantajlı koşulları dikkate alındığında bu enerji giderini yarı yarıya azalttığı, kurutma kalitesinin yükseldiği, iş ve işçilik giderlerinin azaldığı ifade edilebilir. Yüksek frekanslı vakumlu kurutma, mevcut kurutma fırınlarına alternatif olarak özellikle kaliteli ve değeri yüksek ağaç malzemenin kurutulmasında önem kazandığı söylenebilir.

kaynak: Prof. Dr. Öner ÜNSAL İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesi, Doç. Dr. Cengiz GÜLER Düzce Üniversitesi Orman Fakültesi

Ofis Mobilyalarının Tasarımında Ergonominin Önemi-2

2. Ofis mobilyaları ve Tasarımı

2.1. Ofis Mobilyaları

Günümüzde modern ofislerde ofis mobilyaları denildiğinde, ilk akla gelen dolaplar (camlı ve raflı dolaplar, çekmeceli dolaplar, diğer özel amaçlı dolaplar), masalar (çalışma masası, toplantı masası vb), sandalyeler (sabit veya ayarlanabilir sandalyeler gibi) ve çalışanların verimliliğini artırıcı diğer mobilya bileşenleri (tabureler, askılar, kasalar vb.) gelmektedir.

Masalar, çalışanın masaüstü çalışmalarına uygun olmalıdır. Dolayısıyla, masalar ofis ortamında kullanılan ve masaüstüne konumlandırılan araç-gereçlerin ve makinelerin uygun şekilde kullanımı sağlayacak ve çalışanın performansını artıracak şekilde tasarlanmış olmalıdır.

Buna göre; ofislerde kullanılacak masaların çalışanların amaçlarına ve ölçülerine cevap verecek nitelikte olması gerekmektedir.

Ofislerde çalışma masalarının çalışanların verimliliği açısından genel olarak şu özellikleri içermesi gerekir,.

— Yüksekliği ayarlanabilmelidir (yerden en az 70 cm yükseklikte olacak şekilde),

— Yüzeyi mat olmalıdır (yani yansıtıcı olmamalıdır)

— Yüzey genişliği 120–150 cm, eni ise 70 cm. olmalıdır,

— Kenarları ve köşeleri yuvarlak olmalıdır

— Güvenilirliği sağlanmış olmalıdır (kırılgan, kaygan olmamalıdır)

— Yere sabitlenmiş olmalıdır (tekerlekli olmamalıdır)

Sandalyeler, iyi bir duruşa sahip olmak ve rahat bir çalışma için ayarlanabilir sandalye ofis mobilyalarının en önemli bileşenlerinden biridir. İyi ayarlanmış sandalye, vücut pozisyonu ve kan dolaşımını geliştirir, kas çabasını azaltır ve çalışanın sırt bölgesine olan basıncı azaltır. Bundan dolayı, ofislerde kullanılan sandalyeler şu özelliklerde olmalıdır;

— Yüksekliği ayarlanabilmelidir (20 derece açı ile öne eğilebilmeli-lumbar destek için, yerden yüksekliği ofis çalışanları için 38–46 cm olacak şekilde ayarlanabilmelidir)

— Oturma minderi hava geçiren kumaştan yapılmalıdır

— Kendi etrafında 360 derece dönebilmeli,

— Hareketi sağlayacak nitelikte 5 tekerlikli olmalıdır.

— Ayak ve bacakların dolaşımını engellememelidir.

— Oturak ve dayanak kısımları bel ve bacağın üst kısmının yapısına uygun ölçülere sahip olmalıdır.

Ofislerde sandalye kullanımının temel amacı çalışanın en az enerji kaybı ile yorulmadan rahat çalışmasını sağlamaktır.

Bunun için çalışma koşulları içerisinde sandalyenin özellikleri ve çalışanın antropometrik özellikleri arasında yüksek düzeyde bir ilişki vardır.

Dolaplar ve diğer ofis tipi mobilyalar,

Rahat bir çalışma ortamı için çalışanların ölçülerine uygun diğer ofis mobilyalarıdır. Bu tür mobilyaların aynı zamanda amaca uygun, verimliliği artırıcı özellikte olması gerekir. Modern ofislerde mobilyalar, çalışanların etkiliğine ve verimliliğine olumlu yönde etki eden unsurlardır. Ofiste çalışanların iş akışının önemli bir kısmı masaüstü işlemleri içerir. Bundan dolayı, ofis mobilyalarının ve bileşenlerinin çalışma ortamına, iş akışına ve diğer ofis araç-gereçlerine uygun tasarlanması gerekmektedir. Çalışma saatlerinin önemli bir bölümünü ofis mobilyalarının fiziksel etkisi altında geçiren çalışanların performansını, tatminini ve moralini yüksek tutma konusunda ofis yöneticilerin bazı radikal kararlar alması gerekir. Öncelikle ofiste kullanılan mobilyalar ergonomik açıdan değerlendirilmeli ve çalışanların en üst düzeyde iş verimini sağlayacak uygun mobilya seçilmelidir. Ofis mobilyalarının seçiminde gelecekteki muhtemel gereksinimler de düşünülerek oldukça dikkatli bir seçim yapılmalıdır. Bir ofis yöneticisinin mobilya seçimindeki temel kriterler şunlar olmalıdır :

— Maliyet ve kullanışlılık

— Uygunluk ve Uyum

— Tek Düzelilik ve Standardizasyon

— Olası faydayı en üst düzeye çıkarma

— Yeterli sayı

— Dayanıklılık

Ergonomik yaklaşıma göre ofis mobilyalarının seçiminde yukarıda belirtilen kriterlerden uygunluk, uyum ve standardizasyon oldukça önemli faktörlerdir.Bu faktörler, ofis mobilyalarının tasarımında insan odaklı yaklaşım stratejisinin uygulanmasını gerektirmektedir.

2.2. Ofis Mobilyalarının Tasarımı

Tasarım; yaratma (bir yaratıcılık ürünü olarak), seçme ve karar verme gibi eylemleri kapsayan bir süreçtir. Bu tanıma göre; mobilya tasarımı denildiğinde; düşüncenin kâğıt üzerine aktarımından mobilyanın atölyede üretilmesine kadar geçen sürede yaratma, seçme ve karar verme gibi eylemlerin tümü düşünülebilir. Ofis ortamında kullanılacak mobilya eşyalarının, çalışanların ihtiyacına, amacına ve fiziksel ortama uygun şekilde tasarlanmış olması gerekir. Bunun için, mobilya tasarımcılarının ofis mobilyalarının tasarlanması, geliştirilmesi, etkilerinin ölçülmesi ve çalışma yerinin düzenlenmesi kadar çalışma yeri yüksekliği, vücut duruşu, görme açısı ve çalışma alanı genişliği gibi antropometrik ölçüleri de bilmesi gerekmektedir.

Ofiste çalışma ortamının etkili bir şekilde kullanımı için farklı yaklaşımlar mevcuttur. Özel ofis, açık ofis ya da karma yaklaşımlar ofis çalışma ortamının planlanmasında önemli faktörlerdir. Örneğin, açık ofislerde, duvarların olmayışı, masaların, bölmelerin ve diğer ofis mobilyalarının istenilen şekilde yerleşimini sağlamaktadır.

Açık ofislerin temel çekiciliği esnek oluşudur. Bu tip ofislerde modüler bir tasarım yapmak suretiyle ofis çalışanlarının etkililiği artırılabilmektedir. Modüler tasarım, ofis mobilyalarının tasarımında farklı bileşenlerin kullanımını ve bu bileşenlerin yerleşiminin farklı varyasyonlarını içerir. Ofis mobilyaları tasarımı ve üretimi yapan işletmelerin bir kısmı, ofis ergonomisini sağlamak amacıyla; dairesel iş istasyonları veya yıldız iş istasyonlarını dikkate alarak tasarım ve üretim yaparlar. Böylelikle ofis ortamı estetik olduğu kadar işlevsel bir çalışma ortamı olur. Ofis mobilyasının tasarımı, diğer ofis araç ve gereçlerinin tasarımından farklı olmamakla birlikte mobilyadan beklentileri de ifade etmektedir.

Mobilya tasarımını etkileyen unsurlar; işlevsellik, teknolojiklik, orijinallik, estetiklik (örneğin Feng-shui yaklaşımı gibi), ekonomiklik şeklinde sıralanmaktadır. Mobilya tasarım ilkeleri; denge, devamlılık, şiddet ve hâkimiyet olarak gruplandırılmıştır.

a. Ofis Mobilyalarının Tasarım Elemanları

Tasarımcının, düşünce ve görüşlerini ifade etmek ve sunmak amacıyla kullandığı bütün unsurlar tasarım elemanları” olarak ifade edilmektedir. Buna göre; bir mobilya tasarımcısının mobilya tasarımı çerçevesinde şu dört unsuru uygun bir şekilde kullanması gerekmektedir.

— Biçim

— Ölçek, oran ve ritim

— Renk,

— Doku.

Biçim (form) : Bir mobilyanın şekli veya bir bütünü olarak tanımlanmaktadır. Biçim ile işlevsellik unsurları arasında sıkı bir ilişki vardır. Ancak, işlevsellik tek amaç değildir, bunun yanında kullanıcının estetiklik, ekonomiklik ve orijinallikle ilgili isteklerin de karşılanması gerekir. 

Ölçek, oran ve ritim: Bir mobilya tasarım elemanı olarak ölçek, insan ölçüleri ile diğer mobilya elemanları arasındaki ilişkiyi ifade etmektedir. Ofis mobilyalarının tasarımında her şeyden önce bu mobilyayı kullanacak ofis çalışanının ölçüleri ile mobilyaların orantılı olması gerekir. Bunun yanında mobilyaların kendi içinde ölçülü ve çevre elemanları ile uyumlu olmalıdır.

Renk: Mobilya tasarımında görselliği en çok etkileyen tasarım elemanıdır. Mobilyanın tasarımının amacı ile mobilyanın kullanılacağı ortam arasındaki ışık ilişkilerini dikkate alarak farklı şekilde düzenlemek mümkündür.

Doku: Yüzeylerin özelliğini belirten tasarım elemanıdır. Doku, iki gruba ayrılır. Birinci grupta dokunularak hissedilen yumuşak, sert veya düzgün, kaba yüzeyler yer alır. İkinci grupta ise, görsel olarak hissedilebilen görsel yüzeylerdir. Görsel yüzeylere, mobilya üzerindeki kumaş dokuması örnek verilebilir.

b. Ofis Mobilyalarının Tasarımında Antropometri

Ergonominin amacı, mümkün olduğunca çalışma ortamını çalışanlara uygun hale getirmek olduğuna göre, ofis mobilyalarının tasarımında antropometriden diğer bir ifadeyle çalışanların antropometrik özelliklerinden yararlanılması gerekir. Antropometri, insanın genetik ve çevresel etmenler çerçevesinde ortaya çıkan fiziksel ve biyolojik sınırlarını belirleyen en önemli kriterdir.

Biyolojik bir varlık olarak insanın antropometrik özellikleri, yapılan her türlü aracın, gerecin ve donanımın onun antropometrik ölçü değerlerine uygun olmasını gerektirmektedir. Antropometri, sadece vücudun bir bütün olarak veya organsal olarak büyüklükleri ile ilgilenmez aynı zamanda bireylerin yaş, tür ve meslek gruplarına göre standart ölçülerden ne kadar uzaklaştıklarını da inceler .

Antropometrik açıdan bir işyerini şekillendirmedeki amaç, işyeri ölçülerinin çalışanın vücut ölçülerine uyumunu sağlamaktır. Çalışanın dururken ve hareket halindeyken oluşan her pozisyonu tespit edilir ve buna göre bir tasarım gerçekleştirilir.

Ofis ortamında insan ölçülerinin kullanımı iki farklı açıdan kolaylık sağlar. Birincisi; ofis faaliyetleri içinde yer alan bazı işleri en iyi şekilde yerine getirebilmek için belirli fiziksel özellikleri taşımak gerekir. İkincisi, vücut ölçüleri çalışma alanının tasarımında kullanılarak, kullanıcının kendisine sağlanan alana uyması ve belirli hareketleri rahatça yapması sağlanır. Ofislerde antropometrik ölçülerin kullanıldığı temel tasarım unsurları şunlardır:

– Çalışma yeri yüksekliği,

– Vücut duruşu,

– Görme açışı,

– Çalışma alanı genişliği.

Antropometrik ölçülerin ulus, bölge, cinsiyet, yaş, vücut yapısı, beslenme ve fiziksel faaliyete göre değişmektedir Dilik ve Tanrıtanır mobilya tasarımında antropometri üzerine yapmış oldukları araştırmada Türk insanın antropometrik özelliklerini belirlemeye çalışmışlardır Türk insanının antropometrik özellikleri incelendiğinde; cinsiyet farklılığına göre ölçülerin değiştiği görülür.

Bu yüzden, ofis mobilyaları tasarımcılarının ortalama insanı tasarıma esas almak yerine yukarıda verilen  antropometrik ölçüleri dikkate alması gerekmektedir. Buna göre tablo incelendiğinde, %5 ile %95 arasındaki insanların (ki bu %90 düzeyinde bir orandır) ölçüleri dikkate alınmalıdır. Burada diğer gruptaki insanlar göz ardı edilecek böylelikle uç değerlere yönelik tasarım zorluğu ve yüksek maliyetin önüne geçilmiş olacaktır. Ergonomik amaçlı tasarımda statik ve dinamik antropometrik ölçüler olmak üzere iki farklı yaklaşım söz konusudur. Statik antropometri, insanların durağan duruş ve oturuşlarında ölçülen boyutları ele alan bir ölçümdür.

Bu temel amaca göre insanların 140 fiziksel boyut ölçüleri ele alınabilir olmakla birlikte, ergonomik tasarımda 30 temel ölçünün ele alındığı saptanmıştır. Bu ölçüler ayakta durma ve düz bir zeminde oturma durumlarına bağlı olarak özel aletlerin kullanımıyla alınmakta ve farklı ergonomik tasarımlarda kullanılmaktadır. Çok hassas eklemden ekleme yapılan ölçülerde röntgen ışınlarından yararlanılmaktadır.

Uç Değerlere Göre Tasarım: Ofis mobilyaları tasarımının amaçlarından birisi de kullanıcı kitlesinin yaklaşık tamamına yakınına uyum sağlayabilecek tasarım standartlarının geliştirilmesidir. Bu konuda yapılan araştırmalara göre ilk %5 ile son %5’lik dilim dışında kalan %90’lık kısım kullanıcı hedef kitlesi olarak alınmıştır. %90’lık kısım dışında kalanlar standart dışı kabul edilir ve bu grubun ihtiyaçları özel yapım yoluyla giderilir.

Ayarlanabilir Aralıklara Göre Tasarım: Bir ofis mobilyasının bazı özellikleri farklı boyuttaki kullanıcılarına göre ayarlanabilir. Bu tür bir tasarımda yani ayarlanabilir özelliklere sahip bir mobilyada hedef kitle %90’lık gruba giren insanların antropometrik özellikleridir. Bu kısım dışında kalan ilk %5’lik ile son %5’lik kısım standart dışı olarak kabul edilir.

Ortalama Değerlere Göre Tasarım: Ortalama değer, bir mobilyanın potansiyel kullanıcılarının antropometrik özelliklerinin ortalamasını ifade etmektedir. Dikkate alınacak ölçü sayısı arttıkça ortalama değere sahip bir kişiyi bulmak zorlaşacaktır. Bu nedenle, ortalama değeri esas alan tasarımcılar, beklenilenin aksine, hedef kitlesi olan insanların büyük bir kısmını kapsamayacaktır.

3. OFİS MOBİLYALARININ TASARIMINDA ERGONOMİNİN ÖNEMİNE İLİŞKİN BİR ARAŞTIRMA

3.1. Araştırmanın Amacı, Önemi, Kapsam ve Sınırlılıkları

Bu çalışmanın amacı, ofis araç-gereçleri içerisinde yer alan ofis mobilyalarının tasarımında ergonominin önemini vurgulamak, ofis mobilyası tasarımı ve üretimi yapan işletmelerin ofis mobilyaları tasarlarken ergonomik ilkeleri ve antropometrik özellikleri dikkate alıp almadıklarını belirlemektir. Bunun yanında ikincil bir amaç, ergonomik ürün tasarımı yapan firma yöneticilerinin tasarımın ofis çalışanlarının verimliliğine, motivasyonuna ve performansına ne derecede etkili olduğuna dair görüşlerini belirlemektir.

Bu çalışmanın bir diğer amacı da, ofis mobilyaları tasarım ve üretimi yapan ve Ankara’da faaliyet gösteren ofis mobilyaları tasarımcısı firmaların ergonomik ilkeler ve antropometrik özellikler de dikkate alarak yeni stratejiler geliştirmelerine yardımcı olmaktır.

Bununla birlikte, ofis yönetimi eğitimi ve ofis mobilyaları tasarımı konusunda yapılmış çalışmalara farklı bir yorum getirmektir.

Bu bağlamda, Ankara Sanayi Odasına kayıtlı Ağaç İşleri Sanayi iş kolunda yer alan 149 firma yöneticisi veya tasarımcısı çalışmamızın evrenini oluşturmaktadır. Bu firmalardan basit tesadüfî örnekleme yöntemi ile seçilen 30 firma yöneticisi veya tasarımcısına yüz yüze anket uygulanmıştır. Örneklem oranı %20’dir.

3.2. Araştırmanın Yöntemi

Ankara ilinde ofis mobilyaları tasarımı ve üretimi yapan firmaların, ofis mobilyaları tasarımında ergonomik ilkelere ve antropometrik özelliklere göre tasarım yapıp yapmadıklarını saptamak için anket yöntemine dayalı bir araştırma yapılmış ve birincil veriler kullanılmıştır. Dolayısıyla, ofis mobilyası tasarımcısı ve üreticisi firma yetkilisinden veya tasarımcıdan veriler yüz yüze görüşme ve yapılan anket sonucunda elde edilmiştir.

3.3. Araştırmanın Hipotezleri

Bu araştırmanın temel hipotezleri aşağıda verilmiştir:

H01: Ofis mobilyası tasarımı ve üretimi yapan işletmelerin uyguladıkları standartlar ile hedef kitlenin antropometrik özellikleri arasında bir ilişki yoktur.

H02: Ofis mobilyaları tasarımı ve üretiminde uygulanan tasarım ilkesi ile tasarım ilkesini dikkate alma arasında bir ilişki yoktur.

H03: Ofis mobilyası tasarımı ve üretimi yapan işletmelerde tasarım yapan firma yöneticileri veya tasarımcının eğitim durumu ile tasarımın verimliliğe etki derecesi arasında bir ilişki yoktur.

3.4. Araştırmanın Bulguları

Araştırmaya katılan, ofis mobilyası tasarımı ve üretimi yapan firma yöneticileri veya tasarımcıların eğitim durumuna göre incelendiğinde; ankete katılanların büyük bir kısmının lisans mezunu olduğu (%60) ve bunu lise mezunlarının (%33) takip ettiği görülmektedir.  ilköğretim ve yüksek lisans mezunu sayısının oldukça düşük ve aynı oranda (%3,5) olmalarıdır. Buna göre; ofis mobilyaları tasarımı yapan işletmelerdeki tasarımdan sorumlu kişilerin seçiminde eğitim düzeyini dikkate aldıklarını söyleyebiliriz.

Ofis mobilyaları tasarım ve üretimi yapan işletmelerin ürün tasarlarken cinsiyet ayrımı yapıp yapmadıklarına ilişkin dağılım incelendiğinde; firmaların yaklaşık üçte ikisi cinsiyet ayrımı yapmadığı görülür.

Buna göre; ofis mobilyaları tasarımı yapan işletmeleri ürünlerini tasarlarken kadın veya erkek gibi cinsiyet farklılıklarını dikkate almamakta ve daha çok tek tip ofis mobilyası tasarımı gerçekleştirmektedirler. Ofis mobilyaları tasarım ve üretimi yapan işletmelerin mobilya tasarımında tasarım ilkesini dikkate alma ile uygulanan tasarım ilkesine ilişkin dağılım incelendiğinde; firmaların yarısının (%50) ürünlerini tasarlarken tasarım ilkesini dikkate aldığı, diğer yarısının da dikkate almadığı görülür. Buna göre; ofis mobilyaları tasarı ve üretimi yapan işletmelerin mobilya tasarımında tasarım ilkesinin dikkate alıp almama ile uygulanan tasarım ilkesi arasında ilişki incelendiğinde anlamlı bir ilişkinin olmadığı görülmektedir. Bu durumda; H02 hipotezi kabul edilmiştir.

Ofis mobilyaları tasarımı ve üretimi yapan işletmelerin oturarak çalışma alanının ölçülerini belirleme durumuna göre dağılımı incelendiğinde; daha çok üzerinde çalışılacak işin türünün (%52) dikkate aldıkları görülmektedir. Buna göre; ofis mobilyaları tasarımı ve üretimi yapan işletmelerin oturarak çalışma alanının ölçülerini belirleme durumuna göre dağılımı incelendiğinde anlamlı bir ilişkinin olmadığı görülmektedir. Ergonomik ürün tasarımının çalışanın verimliliğine, motivasyonuna ve performansına etki derecesinin eğitim durumuna göre dağılımı incelendiğinde; ergonomik ürün tasarımının çalışanın verimliliğine, motivasyonuna ve performansına eğitim durumunun etkisinin fazla/çok fazla olduğunu belirten deneklerin %33’ünün ilköğretim ve lise, kalan %67’lik bir oranında lisans ve yüksek lisans eğitiminde olduğu görülür.

Buna göre; ergonomik ürün tasarımının çalışanın verimliliğine, motivasyonuna ve performansına etki derecesi ile eğitim durumu arasında anlamlı bir ilişkinin olmadığı görülmektedir.

Bu durumda, H03 hipotezi kabul edilmiştir.

4. SONUÇ VE ÖNERİLER

Bir ofis araç-gerecinin kullanımı ve sorunsuz olarak işleyişi insan-makine etkileşiminin mükemmelliğine bağlıdır. Ergonominin temel amacı, bireyin fiziki gücünden, gönül gücünden ve düşünce gücünden yararlanarak iş verimliliğini sağlamaktır. Bunun için, ofis araç-gereçlerinin tasarımında insan faktörü dikkate alınmak zorundadır.

Ergonomik önlemler, çalışanların fiziksel bütünlüğünü korumanın yanında, onların psikolojik ve fizyolojik özelliklerini en uygun biçimde kullanacakları en iyi çalışma ortamını ve araçları sağlamayı ve böylece çalışanın iş güvencisini gerçekleştirmeyi hedeflemektedir. Ofis mobilyalarının tasarımında ve üretiminde standartların oluşturulması, bunun için gerekli antropometrik ölçülerin belirlenmesi,  hem üretim ve pazarlama işletmeleri açısından hem de ofislerde çalışan kişiler vücut ölçülerine göre tasarlanmış ve üretilmiş ofis mobilyalarını kullanarak verimliliklerini artırması açısından yararlı olacaktır. Ayrıca, ofis mobilyaları tasarımı ve üretimi yapan işletmelerin seri üretim yapmalarından dolayı meydana gelebilecek olası hataları en aza indirerek üretimdeki malzeme kayıplarını da önleyecektir.

Çalışma sonucunda ofis mobilyalarının tasarımı ve üretiminde ergonomi veya ergonomik yaklaşımın önemine ilişkin elde edilen temel bulgular ve öneriler aşağıda verilmiştir.

— Çalışmada mobilya üretimi ve tasarımı yapan işletmelerin büyük bir kısmının uluslar arası alanda faaliyet göstermekte olduğu görülmüştür. Bu işletmelerin, ofis mobilyalarını ihraç ettikleri veya ihraç etmeyi planladıkları ülkedeki pazar paylarını artırmak için o ülkedeki insanların antropometrik ölçülerini bilmeleri gerekir.

— Ofis mobilyası üreten ve tasarlayan işletme yöneticilerinin eğitim düzeyleri arttıkça ergonomik faktörleri dikkate alma düzeylerinin de arttığı görülmüştür. Buna göre; ofis mobilyaları üretimi ve tasarımı yapan işletmelerdeki tasarımcıların mobilya ve mühendislik eğitiminde ergonomi ve  antropometri konusunda eğitim almaları önem taşımaktadır. Ayrıca, üreticiler için rehber olacak ulusal antropometrik standartların belirlenmesinde de fayda vardır.

— Ergonomik olarak tasarlanmış ofis araç gereçleri çalışanların bel, sırt, el bileği, disk zedelenmesi gibi meslek hastalıklarına yakalanmasını önleyecek ve böylece gereksiz işgücü kayıpları da azalacaktır.

— Ofis mobilyası tasarımı ve üretimi yapan kişi veya kuruluşlar, tasarımda antropometrik ölçüler yanında denge, oran, uyum (büyüklük ve renk), kalite ve sadelik ilkesi gibi ürünlerine ilişkin bütün unsurları dikkate alarak tasarım veya üretim yapmalıdırlar. Ofis mobilyası tasarımında ergonomik ilkelere uyulması yalnızca işyerinin ihtiyaçlarını  karşılamayacak aynı zamanda, işgörenin de kişisel ve sosyal ihtiyaçlarının tatminine yardımcı olacaktır.

Sonuç olarak, ofis mobilyaları tasarımı ve üretimi yapan işletmeler üretimde maliyet, kalite ve ekonomik ölçütler yanında insan ölçütünü de göz önünde bulundurmak zorundadırlar.

kaynak: Ankara Üniversitesi Dikimevi Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu Dergisi, Cilt 7, Sayı 2, 2008

Ofis Mobilyalarının Tasarımında Ergonominin Önemi

Ofisler, örgütsel ve yönetsel faaliyetlerin yerine getirildiği yerlerdir. Buna göre ofis, ofis faaliyetleri için gerekli insan ve ekipmanla donatılmış çalışma yeridir. Ofislerde çalışan insanların yaptıkları işler zihinsel olduğu kadar davranışsaldır. Günümüzde ofislerde  çalışan bireylerin sayısının hızla artmasından dolayı; çalışma koşullarının yanında ergonominin ve ergonomik yaklaşımın bireylerin verimliliği üzerinde oldukça etkili olduğu görülmektedir.

Ofislerde çalışma koşullarına etki eden ergonomik faktörler; insan, makine, çevre ve mekân şeklinde sınıflandırılabilir. İnsan faktörü; yaş ve yorgunluk, kişilik ve sosyal çevre, eğitim ve deneyim, beslenme ve kişisel sağlık gibi alt unsurları içermektedir. Makine faktörü; makine ve insan mekaniği, kontrol ve göstergeler olmak üzere iki alt unsuru kapsamaktadır. Çevre faktörleri; aydınlatma,gürültü ve titreşim, havalandırma ve ısı düzeyi şeklinde sıralanmaktadır. Mekân faktörleri ise;çalışma mekânı ile fazla çalışma ve gece çalışmaları gibi ergonomik faktörlerdir.Çalışma koşullarını etkileyen ergonomik faktörler; çalışanların konforunu, tatminini ve işlerini yerine getirme davranışını etkilemektedir.

Bu konuda yapılan çalışmaların incelendiğinde Wheeler (1969) ile Tichauer (1973)’in çalışmalarında sıcaklık ve havalandırma gibi sıhhî faktörler üzerinde dururken, Harris’in (1980) , ofis çalışanlarının performanslarını etkileyen mobilya döşemesini ele aldığı görülmüştür.

Koç ve diğerlerinin, mobilya sanayinde iş kazaları ve meslek hastalıklarının seyri ve önlenmesine ilişkin çalışmada; mobilya işletmelerinde çalışma ortamlarının çok tozlu olmasına rağmen, işletmelerin %59’unda havalandırma sisteminin bulunmadığı belirtilmektedir. Ofis çalışanları üzerinde yapılan başka bir araştırma, araştırmalarda vücudun çeşitli bölgelerinde meydana gelen ağrıların nedenlerini belirlemeye yöneliktir. Davis ve Szigeti çalışmalarında bürolarda çalışanlar için büro alanlarını uygun hale getirmeyi sağlayacak önerilerde bulunmuşlardır. Dilik ve Tanrıtanır ’da çalışmalarında mobilya tasarımı ve antropometri konularını inceleyerek bürolarda kullanılan mobilyalar ile vücut ölçüleri arasındaki ilişkiyi ortaya koymuşlardır. Ergonomi bilimi, çalışanlar ile işyerinin etkileşimini incelemektedir.

Çalışma koşulları ve ortamın bürolarda çalışan bireyin fizyolojik, psikolojik ve anatomik özelliklerine ve kapasitesine uygun olması, birey ile iş arasında bir uyum sağlar. Böylelikle ofis çalışanı en az düzeyde dışsal etki ile en yüksek verime ulaşır.

Ofislerde ergonomik bir yaklaşım, ofis çalışanlarının zihinsel ve davranışsal becerilerini geliştirdiği gibi iyi bir çalışma ortamını da sağlar. Çalışanların farklı ölçü ve tercihleri, verimlilik ve konfor için büro araç ve gereçlerinin farklı yerleşimini gerektirir. Bu yüzden, bürolarda ergonomik tedbirlere öncelikle büro araç-gereçlerinin tasarımı ile başlanmalıdır.

Böylelikle, ofis çalışanlarının ihtiyaçlarına göre tasarlanan ofis, çalışanların daha verimli olmasını ve doğal olarak daha az yorulmasını sağlayacaktır. Bu bağlamda çalışmada, öncelikle ergonomi ve tasarım kavramları ele alınmış, ardından ofis mobilyaları ve tasarımı üzerinde durulmuş, daha sonra yapılan araştırma sonuçlarına göre ofis mobilyalarının tasarımında ergonominin önemi vurgulanmış ve bu konuda önerilerde bulunulmuştur.

  1. ERGONOMİ VE TASARIM

Ergonomi ve tasarım kavramları iki ayrı anlamı içeren kavramlar olmalarına karşın, bir bütünün iki parçası gibi birbirlerini tamamlamaktadırlar. Ergonomiyi; ürün, çalışma yeri ve sistemlerin tasarımında insan odaklılığı esas alan bir kavram olarak görmek ve insan için tasarım olarak adlandırmak mümkündür. Tanıma göre, tasarım ve ergonomi kavramlarının esas odak noktasını insan oluşturmaktadır.

1.1. Ergonomi

Ergonomi; verimli, emniyetli, rahat ve efektif bir kullanım sağlamak amacıyla, alet, makine, sistem, görev, iş ve çevrenin en iyi şekilde tasarımı için, insan davranışı, kabiliyetleri, sınırları ve diğer karakteristikleri ile ilgili bilgileri keşfeder ve uygular. Fonksiyonel etkinlik (verimlilik, iş performansı vs.), kullanım rahatlığı, sağlık, güvenlik ve huzur kriterleri ise amaca ne denli ulaşıldığını ortaya koyar. Ergonomi Araştırma Derneği ergonomiyi; “çalışanlarla işleri, araç-gereçleri ve çevre arasındaki ilişkileri, özellikle anatomik, fizyolojik ve psikolojik açıdan ele alan ve bu ilişkilerde ortaya çıkan problemlerle ilgili çalışmalar” olarak tanımlamaktadır. Ergonominin amacı, mesleki çevre ile çalışanlar arasındaki düzenleyici karşılıklı ilişkilerin incelenmesidir.

Mesleki çevreden kasıt, mesleğin icra edildiği yerdir. Çevrede yer alan koşulların düzenlenmesi için çalışan kişinin gösterdiği çaba ve elde ettiği başarı yönünde araştırma ve incelemeler yapmak söz konusudur. Bu bağlamda ergonomik yaklaşımdaki esas hedef veya amaç; insanın işi kolayca yapabilmesini sağlayacak bir ortam oluşturmaktır.

Ergonomi, insanı çalışması esnasında bilimsel olarak inceleyen bir bilimdir. Bir yandan insanın doğal yeteneklerinin sınırları genişletilmeye çalışılırken, diğer yandan insan makine sistemlerinin performansı artırılmaya çalışılır. İş yerinin düzenlenmesinde insan ölçüleri göz önüne alındığında insan yeni baştan tasarlanamayacağından onun ölçülerinin dağılımının bilinmesi araç-gereçlerin tasarımında ön koşuldur.

Ofislerde ergonomik koşulların çalışanlara ve yapılan işe uygunluğu; emek, zaman ve para kaybını en aza indirirken, üretim ve hizmet kalitesini artırmakta, çalışanların iş tatminini olumlu yönde etkilemektedir. Ergonomiyi insan-makine-çevre ilişkisi açısından değerlendirmek ve buna göre tanımlamak daha doğru bir yaklaşım olacaktır. Buna göre ergonomi; “insanların anatomik özelliklerini, antropometrik karakteristiklerini, fizyolojik kapasite ve toleranslarını göz önünde tutarak, endüstriyel iş ortamındaki tüm faktörlerin etkisi ile oluşabilecek, organik ve psiko-sosyal stres karşısında, sistem verimliliği ve insan-makine-çevre uyumunun temel yasalarını ortaya koymaya çalışan, çok disiplinli bir araştırma ve geliştirme alanıdır”.

İnsanlar ofis ortamında iş görürken; çeşitli ofis araç ve gerecini, belli bir iş için programlanmış sistemleri (robotlar ve bilgisayar gibi) kullanırlar. İnsan varlığının iş ortamında bedensel ve ruhsal gereksinimlerini dikkate almak, davranışlarını tanımlamak, insanların kullanımı için en uygun araç-gereci geliştirmek ve üstün verim elde etmek için ofis araç-gereçlerinin tasarımda ergonomik bir yaklaşım gerekmektedir.

1.2. Tasarım

Tasarım, çok çeşitli alanlarda kullanıldığından geniş bir uygulama alanına sahiptir. Bu nedenle tasarımın genel bir tanımını yapmak oldukça güçtür. Buna karşın tasarım ile ilgili genel bir tanım vermek gerekirse; “tasarım; yeni bir sistemin veya nesnenin icat edilmesi veya geliştirilmesi” şeklinde ifade edilebilir.

Tasarım, ofis araç-gereçlerinin tasarımı açısından ele alındığında; “bir ürünü (mal veya hizmeti) veya sistemi geliştirmek amacıyla yapılan ardışık karar verme süreci” olarak tanımlanabilir. Bu süreçte bütün kararlar, gözlem, tahmin ve değerlendirme kriterlerine göre ele alınır ve süreç boyunca, mümkün olan en iyi kararların ele alınması hedeflenir. Kararlar alınırken daha önceden belirlenen performans gereksinimleri ve kısıtlar dikkate alınmalı uygulanabilirlik üzerinde durulmalıdır.

Ofis çalışanlarının ihtiyaçlarının, performans gereksinimlerinin ve sınır şartlarının belirlenmesi konuları, tasarım işleminin ilk aşamalarında netliğe kavuşturulması gereken hususlardır. Bir tasarım işleminin istenilen sonuçları vermesi, tasarım işleminin sağlam bir teorik alt yapıya, stratejik metot ve tekniklere dayanması ile mümkündür. Bununla ilgili iki farklı stratejiyi (DFX -Design for X ve DFH-Design for Human) ele almak ve bunlardan tasarımda hangi strateji üzerinde odaklanılması gerektiğini belirtmek gerekmektedir. DFX stratejisinde X, tasarım sürecinde odaklanan tasarım parametresini (maliyet, imalat, montaj, kalite) ifade etmektedir Bu stratejilerin uygulama alanı örgütlerin öncelik sırasına göre değişiklik arz etmektedir.

Bu durumda, DFH stratejisinin geliştirilmesi ve tasarım sürecinde bu stratejinin etkili bir şekilde kullanılması gerekmektedir. Bu da ancak ergonomi’nin entegre edildiği iyi bir tasarım stratejisi ile mümkündür. Buna göre, büro mobilyalarının tasarımında kullanılabilecek en iyi yaklaşımın insan odaklı bir yaklaşım olduğu söylenebilir. Büro mobilyalarının tasarımında insan odaklı bir yaklaşımın başarısı ise şu niteliklere bağlıdır:

— İş ve görevlerin açık bir şekilde izahı yapılmış olmalıdır.

— Tasarım işlemi, sistemin işleyişini belirleyici nitelikteki elemanlar üzerinde yoğunlaşmalıdır.

— Birbirleriyle ters orantılı olan amaç kriterleri optimize edilmemelidir.

— Amaç, açık bir şekilde ifade edilmeli ve bu konuda grup elemanları arasında ortak anlayış ve uyum olmalıdır.

— Tüm aşamalar arasında sürekli bir geri bildirim sağlanmalıdır.

— Değerlendirme, belirlenmiş amaç ve kriterlere göre makro ve mikro seviyede yapılmalıdır.

1.3. Tasarımda Ergonominin Yeri ve Önemi

İşletmelerde tasarım süreci, ergonomi’nin entegre edildiği bir çatı altında, rekabet gücünün artırılmasında bir araç olarak kullanılmaktan ziyade, teknolojik gereksinimlerin öncelikli olarak ele alındığı teknoloji yönelimli bir yaklaşımla ele alınmaktadır. Ergonomi’den büro araç ve gereçlerinin tasarımında yanında ofislerin yerleşim tasarımında da yararlanılmaktadır.

Ülkemizde ofis tasarımında ergonomiden yeterince yararlanılmadığı görülmektedir. Nitekim Özok (22) tarafından 452 iş yeri üzerinde yapılan bir çalışma bu tespiti desteklemektedir. Söz konusu çalışmada işyerlerinin yaklaşık %54’ünün ergonomik açıdan istenilen boyutta olmadığı görülmüştür.

Aynı araştırmada ergonomi açısından iyi tasarlanmış çalışma yerlerinin oranı %8’dir. Buna göre, tasarım sürecinde ergonomik veri/bilgi ve metotlarının göz ardı edildiği ve tasarımın teknolojiye yönelik olarak yapıldığı söylenebilir.

Teknoloji yönelimli yaklaşımda temel amaç, sistemin işlevselliğinin ve kârın, maliyete oranını maksimize etmektir. Bunun için de esas üzerinde durulan nokta, sistemin teknik özelliği ve teknik işlevselliği olmaktadır. Bundan dolayı, potansiyel kullanıcıların karakteristikleri, gereksinimleri ve beklentileri, çoğu zaman göz ardı edilmektedir. Bunun uzun vadedeki maliyetini (pazar kaybı, rekabet gücünün azalması, ergonomik faktörlerin göz ardı edilmesinden kaynaklanan hataların düzeltilmesinin, çok masraflı ve zaman alıcı olması vs.) gören kuruluşlar, insan odaklı tasarım yaklaşımını benimsemeye başlamışlardır. Bu noktadan bakıldığında ergonominin, rekabetçi ortamda stratejik bir güç olan tasarımın etkinliğini artırdığı ve uzun vadede çeşitli avantajlar sağladığı söylenebilir.

kaynak: Ankara Üniversitesi Dikimevi Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu Dergisi, Cilt 7, Sayı 2, 2008

Ahşap'ta ortam neminin etkileri

Gelişen teknoloji sayesinde yeni yapı malzemeleri üretilmesine rağmen ahşap, mimarlığın ve inşaat sektörünün vazgeçilmez malzemelerinden biri olma özelliğini korumaktadır. İşlenmesi kolaydır, hafiftir, basınç ve çekme dayanımı yüksektir, ses, ısı ve elektrik yalıtımında mükemmel özelliklere sahiptir. Ahşap biyolojik bir malzeme olduğu için; mikroorganizma, mantar, su, nem ve güneşin ultraviyole ışınları gibi olumsuz dış etkenlere maruz kalarak bünyesinde ve yüzeyinde hasarlar ve deformasyonlar meydana gelir. Bu deformasyonları engellemek için; ya emprenye yöntemi ya da yüzeysel koruyucular kullanılmalıdır. Söz konusu koruma metotlarından en iyi ve en etkili olanı koruyucu kimyasalların ahşap bünyesine emdirilmesiyle uygulanan emprenye yöntemidir.

Türkiye’de günümüzde inşa edilmekte olan yapıların özellikle dış cephelerinde kullanılan ahşap malzemelerde, maliyeti düşük ve uygulaması kolay olduğu için genellikle yüzeysel olarak uygulanan kimyasal maddelerle dış etkenlere karşı önlem alınmaya çalışılır. Eğer ahşap iyi korunmamışsa, olumsuz dış etkenlerin bir veya birkaçı, ahşapta kısa sürede hasar ve bozulmalara neden olur.

Türkiye’deki yapılarda kullanılan ceviz, çam, gürgen, kayın ve meşe gibi ahşap türleri üzerine yüzeysel olarak uygulanan koruyucu kimyasal maddelerin, nem geçirimlilik performansları araştırılmıştır. Deneysel olarak laboratuar ortamında gerçekleştirilmiş olan çalışmalarda farklı türdeki ahşap örnekleri üzerine vernik, selülozik boya ve sentetik boya gibi çeşitli kimyasallar uygulanmıştır. Deneysel çalışmada, koruyucu kimyasal uygulanmış ahşap malzemeler desikatör diski üzerine konularak su ile temas ettirilmeden nemli ortamda bırakılmış ve ahşabın, bu etken karşısında ağırlık değişimi açısından nasıl bir davranış gösterdiği incelenmiştir. Elde edilen verilere dayanılarak da yüzey koruyucu kimyasalların, ahşap malzemelerdeki nem etkisi karşısında gösterdiği davranış ve performanslar ortaya konulmuştur.

Yapılarda nem ve su etkileri, yapı hasarları sorunları açısından oldukça önemli bir yere sahiptir. Çünkü nem ve suya karşı önlem alınmadığı takdirde, başlangıçta malzeme bünyesi ile sınırlı kalan hasar ve bozulma gibi sorunların ortaya çıkması kaçınılmaz olur. Söz konusu bu hasar ve bozulma oluşumları, yapının ve yapım malzemesinin özelliklerine bağlı olarak da çok daha ileri boyutlara ulaşarak, yapısal ve strüktürel tehlike oluşturacak gelişmelere varabilir.

Yapı kabuğunun yapımında kullanılan hemen hemen tüm yapı malzemeleri, az ya da çok gözenekli yapıları nedeniyle çevrelerindeki nemi, bünyelerine alma, depolama, iletme ve tekrar bünyelerinden dışarı atma özelliğine sahiptir. Ancak yapı malzemeleri katmanlar halinde bir araya getirildiğinde ise durum daha farklı olabilmekte ve kullanılan her malzemenin, farklı nem geçirgenlik özelliklerine sahip olması nedeniyle taşınan nem bazı katmanlardan hızlı bir şekilde geçerken, bazı nem geçirgenlik direnci yüksek katmanların önünde de birikebilmektedir. Bunun yanında, dış kabuk katmanlarında olağan şartlardaki nemin dışında, çevre şartlarının etkisi ile tasarım ve uygulama hatalarından dolayı yoğuşma da oluşabilmektedir. Bunun sonucunda da yapı elemanının ya da yapı kabuğunun kendisinden beklenen performansı verememesi söz konusu olabilmektedir.

Nemin, yapı malzemelerine olan en önemli etkisi, bozulma ile birlikte, malzemelerin ısıl performansına ve ısı geçişine olan etkisi sayılabilir. Ortamdaki ve bileşen bünyesindeki nem, ayrıca kullanıcı konforu ile kullanıcı sağlığı üzerinde de etkili olmaktadır. Yapı malzemelerinde aşırı nem birikmesi veya doğrudan yoğuşma meydana gelmesi nedeniyle ıslanma/kuruma, donma/çözülme, yüzey kirlenmesi, biyolojik ve mikro organik etkiler gibi genelde olumsuz olaylar meydana gelmektedir. Malzeme içindeki nem geçişinin, malzemenin ve sistemin ısıl performansı üzerinde de önemli derecede etkisi söz konusu olmaktadır. Bunun sonucunda da seçilen kaplama malzemelerinde ve dolayısıyla yapı kabuğunda daha hızlı bozulmalar meydana gelmektedir.

Yapı malzemeleri içerisinde nem ve suya karşı en hassas malzemelerden birisi hiç şüphesiz ahşaptır. Ancak günümüzde geliştirilen çeşitli koruma yöntemleri ile ahşabı su ve nem gibi çeşitli dış etkenlere karşı korumak oldukça kolaylaşmıştır. Çeşitli koruyucu kimyasal maddelerin yardımıyla, ahşabın bünyesinin ya da sadece dış yüzeyinin, çeşitli etkilere karşı korunması mümkündür. Ahşabın bünyesine çeşitli yöntemlerle farklı özelliklere sahip kimyasalların entegre edilmesi yani kısaca emprenye yöntemi, dış etkilere karşı, en iyi ve en etkili çözümdür. Bu yöntem ile, ahşap malzeme uzun yıllar boyunca herhangi bir bakım gerektirmeden olumsuz etkenlere karşı korunur.

Ülkemizde genellikle bina cephelerinde kullanılmakta olan ahşap malzemelerde, dış etkenlerden korunma amacıyla, maliyeti düşük ve uygulaması kolay olduğu için, genellikle yüzeysel koruyucular tercih edilir ve özelliklerine dikkat edilmeden bu yüzeysel koruyucularla, ahşapta, su ve nem gibi dış etkenlere karşı bir koruma sağlanmaya çalışılır. Ahşap cephe kaplamalarında yüzeysel olarak uygulanan yöntemlerle ahşabı korumak gerçekte oldukça zordur. Çünkü kısa bir süre sonra ahşaba yüzeysel olarak uygulanmış olan bazı kimyasallar, koruyucu özelliklerini kaybedebilirler. Sonuçta ta ahşapta başta çürüme olmak üzere bir takım bozulma ve hasarlar ortaya çıkar.

kaynak: Hakan ÜNALAN, Emrah GÖKALTUN

Ahşap Pergola Tasarımları

AHŞAP PERGOLA / PERGOLE

Pergola, belirli bir hat boyunca yanlarına sütün ya da direkler dikilerek, üstü ahşap latalar, ahşap panjurlar, farklı tekstil malzemeleri ile ya da sarmaşık bitkilerle donatılmış gölgeli alan, yürüyüş yolu ya da geçittir. Sözcüğün kökeni, Latincede saçak, suyolu anlamına gelen pergula ifadesine dayanmaktadır. Avrupa dillerine İtalyanca vasıtasıyla girmiş ve bugünkü anlamını kazanmıştır. Ülkemizde pergole adıyla anılmasına karşın bu kullanımın yanlış olduğu ifade edilebilir. Günümüzde her geçen gün talebi artmakta olan pergolalar farklı ağaç türlerinden yapılmaktadır. Anadolu’da bu tür yapılara gölgelik adı da verilmektedir.

Pergola ürünü; yapılara veya binalara bağlanmış olan ya da bağımsız olarak tek başına yükselen, çatısında sıvı izolasyonu bulunmayan gölgelik oluşturmak maksadıyla yapılan farklı çatı şekilleri ve malzemelerine sahip yapıları temsil etmektedir. 

Pergola ürünlerimiz genellikle ithal çam ağaçlarından imal edilmektedir. İsteğe göre özel Afrika ağaçlarından da (sapelli, ıroko, vb.) yapılmaktadır. Fırınlanmış olarak nem oranının %12-16 arasında tercih ettiğimiz ithal çam ağacı isteğe göre kahverengi ve yeşil emprenye edilerek ağacın mantar ve böcek istilasına karşı uzun yıllar koruyucu görev görmesi sağlanır. Ayrıca en iyi ahşap dış cephe boyalarıyla da istenilen renkte boyanıp ahşabın UV ışınlarından ve olumsuz hava koşullarından uzun yıllar korunması sağlanır.

Pergola ürünlerimiz istenilen ebatlarda özel proje ve tasarım çalışması yapılarak, müşterilerimizin beklenti ve isteklerine en uygun koşullarda sunulmaktadır.

Pergola malzemelerimiz, müşterilerimizin istekleri doğrultusunda tasarımlarına uygun olarak atölyede hazırlanır. Yerinde montajı yapıldıktan sonra son rötuş boyası yapılır.

Pergola ürünlerimizi korkuluklu veya korkuluksuz olarak, ya da oturaklı veya oturaksız olarak tercih edebilirsiniz. Söz konusu korkuluk veya oturak modellerini tüm ürünlerimizde kullanılan veya tarafınızdan beğenilmiş olan farklı kaynaklardaki korkuluklardan tercih edebilirsiniz.

Pergola ürünlerimizi seperatör veya payanda gibi farklı direk elemanları ile tercihinize göre kombine edebilirsiniz.

Pergola ürünlerimizin çatı özellikleri; isteğe ya da projeye göre farklı mertek dizilimleri ile tercih edilebileceği gibi, merteklerin üzerine farklı türde kumaş uygulamaları yapılabilir. Ayrıca mertek aralarına panjur sistemi yapılarak farklı tasarımlar da elde edilebilir. Farklı mertek dizilimleri tercihi ile sarmaşık tarzı bitkilerin uygulanması ile gölgelik alanları oluşturulabilir.

Pergola ürünlerimiz ister evinizin ister villanızın isterseniz işyerinizin bahçesine kurulumu yapılabilir. Pergolaların zemin montajı ister beton üzerine isterseniz toprağa kazık çakma yöntemiyle zemini ahşap olarak yapılabilmektedir. Beton üzeri pergolaların da isteğinize göre zemini ahşap kaplanabilmektedir.

Pergola ürünlerimizi tarafımızdan sunulan aksesuarlar ile kombine ederek de tercih edebilirsiniz.

Doğa, Su ve İnsan

Doğa, insana ve diğer bütün canlılara ev sahipliği yapan en önemli unsurdur. Ancak insan faaliyetleri sonucunda oluşan birçok bozulma doğanın niteliğini bozmakta ve kalitesini düşürmektedir. Bunun en önemli göstergesi ise su ve su yapılarında  gözlenmektedir. İnsanın bunca ekolojik krizin sorumlusu olduğu su götürmez bir gerçektir. Bundan dolayı genelde insan ve doğa arasında, özelde ise insan su arasında dengeli bir ilişkinin kurulması önem arz etmektedir. Bu çalışmada da bu temelden hareketle doğa, su ve insan arasındaki ilişki irdelenmiş ve Türkiye özelinde çözüm önerileri geliştirilmeye çalışılmıştır.

Doğa

Doğa birçok canlının etkileşimi sonucunda ortaya çıkan, insanların ve diğer hayvanların da mensubu olduğu geniş bir üst kümeyi oluşturmaktadır. Bu bakımdan insanoğlunun öngördüğü gibi, insan doğanın dışında veya üstünde yer almamakta; kendi içinde uyumla çalışan bu sistemin bir parçası durumundadır. Ancak insanı diğer canlılardan ayıran en önemli özelliği simge ve işaretler kullanarak yarattığı soyut, zihinsel bir dünyaya sahip olmasıdır. Bu soyut dünya sayesinde kültür oluşturabilmiş, dil ve yazı ile bilgilerini yetişen kuşaklara aktarmayı başarabilmiştir. Yine bu boyut sayesinde insanoğlu, diğer canlılara karşı ne kadar savunmasız ve diğer canlılardan ne kadar zayıf olsa da hayatta kalmayı başarabilmiştir. Bu insanın doğa içerisinde yaşamda kalmak için gerçekleştirdiği en önemli çabasının ürünüdür.

Ancak her ne kadar, kendine ait zihinsel bir doğa yaratmış olsa da insanın temel yaşamı doğa içerisinde geçmektedir. Fiziksel anlamda yaşamını devam ettirmek için ihtiyaç duyduğu bütün kaynakları insanoğlu doğadan karşılamaktadır. Bu bakımdan insanın kendisini doğanın dışında düşünmesi ve bir ikilik (Kartezyen felsefedeki ismi ile dualite) oluşturması bu bakımdan farazi bir durum ortaya koymaktadır.

İşte sayılan tüm bu nedenlerden dolayı doğanın ve doğayı oluşturan canlıların varlığının insan açısından önemi tartışılmazdır. Bu bakımdan insanın hayatını devam ettirdiği bu yaşam alanına gereken önemi vermesi zorunludur.

İnsanoğlu, medya ve diğer kaynaklardan duyduğu çevresel felaketler, üçüncü kaynaktan edindiği bilgiler ve gelecekte olması muhtemel çevre felaketlerine çoğu zaman önem vermemektedir. Bu da gerekli önlemleri alarak çevrenin ve doğanın korunması için gereken adımların atılmasına engel olmak tadır. İnsanların çoğu; petrol krizi, çevresel kirlenme veya su kıtlığı gibi olaylardan doğrudan doğruya değil de, ikincil derecede etkilenmektedir. Yani çoğu insan, özelikle de gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin vatandaşları günlük yaşamlarında, sorunun kendisi ile değil de  sorunun yol açtığı ikincil derecede etkilerle yüz yüze gelmektedir. Bu ikincil etmenlerde sorunun kaynağı olan temel faktörlerin anlaşılmasını güçleştirmektedir. Toplumun büyük bir kısmı bu gibi sorunların temelinde bulunan etmenleri görmemektedir.

Bu durumdan dolayı bu gibi olaylar sorunların sanal sorun olarak algılanmasına neden olabilmekte ve gereken önem verilmemektedir. Kısaca bunun temelinde, insanların tehlikeyle birebir yüz yüze gelmemiş olması yer almakta ve yerkürenin tamamını etkileyen olaylar dahi bireyin temel yaşamsal itkilerinin harekete geçmesi için yeterli olamamaktadır.

Küresel ısınma, içme suyu sıkıntısı, sel, kuraklık, türlerin yok oluşu vb. gibi sorunlara insanoğlunun duyarsız kalması, bir anlamda bu temel itkilerin sadece yüz yüze gelinen gerçek bir tehlike karşısında harekete geçmesinden kaynaklanmaktadır. Bu problemlerin çözümünden önce günlük hayatındaki iş, aile, barınma ile ilgili sorunlar, ortalama insanın zihnini daha çok meşgul etmektedir. Yaşanan büyük modernleşmeye ve gelişmeye rağmen, halen daha atalarından miras kalan bazı itkilerle hayatını devam  ettirebilmekte olan insanın çelişkileri, zararın sadece kendini değil, çevresini de etkilemesine yol açmaktadır. Su ve akarsular da bu bozulmadan en büyük payı alan kaynaklar arasındadır.

Su

Su yaşamın vazgeçilmez öğelerinden birisidir. En basit ifade ile su yaşamdır. Canlı organizmanın büyük bir kısmı sudan meydana gelmektedir. Bütün yaşamsal faaliyetler su ile mümkün olabilmektedir. Bu nedenle su ve yakın çevresi, tarihin bütün dönemlerinde fiziksel ve kültürel anlamda önem taşımıştır. Birçok toplum ve insan topluluğu, yaradılış efsane ve mitoslarını, su üzerinden kurmaktadır. Bilimsel veriler de tıpkı mitolojide olduğu gibi suyun önemine işaret etmektedir.

Su ve su kıyıları tarih boyunca insanoğlunun yiyecek, yerleşme, çoğalma ve öğrenmeyi sağlayabildiği en ideal yaşam alanlarından biri olma görevini üstlenmiştir. Su, işlevsel açıdan sağladığı kolaylıklar yanında uygun iklimsel özellikler, manzara ve eğlenceli zaman geçirilebilecek alanlar da sunmaktadır. Bu temel ihtiyaç, canlının her zaman gereksindiği bir nesne konumundadır. Canlılığın devamı için gerekli olan su, insanın çoğu zaman farkında olmadığı ve önemsemediği bir kaynak olabilmektedir. Bu koşullanmadan dolayı insanların bu temel kaynağa gereken ilgi ve özeni göstermemesi, o an ki koşullar çerçevesinde hatalı değerlendirmeler sonucu yanlış kararlar alarak, bu önemli kaynağın zarar görmesine, azalmasına ve hatta tükenmesine neden olabilmektedir.

Yaşamsal önemin yanında, su kaynakları insan hayatında farklı açılardan önemli bir yer tutmaktadır. Neredeyse bütün büyük şehirler, akarsu koridorları boyunca inşa edilmiştir.

Kıtaları saran denizler kadar dünya, kıtaları ağ gibi örmüş olan akarsu sistemleri ile de beslenmektedir. Kırsal alanlara olduğu gibi kentsel alanlara da sokulan akarsular kentlerin tarihleri, sosyo-kültürel yapıları ve ekonomileri ile yoğrulmakta, şekil bulmaktadır. Bu akarsular topoğrafik yapılarının sahip olduğu şartlar ile kentler içinde odak noktaları olduğu gibi, fark edilmeyen fiziksel durumlarıyla da varlıklarını sürdürmektedir. Dünyadaki kentsel akarsulara örnek olarak; Venedik Kanalı (Venedik, İtalya), Tiber Nehri (Roma, İtalya), Sein Nehri (Paris, Fransa), Saone Nehri (Lyon, Fransa), Thames Nehri (Londra, İngiltere), Mersey Nehri (Liverpool, İngiltere), Tyne Nehri (Newcastle, İngiltere), Spree Nehri (Berlin, Almanya), Ren Nehri (Köln, Almanya), Elbe Nehri (Hamburg, Almanya), Main Nehri (Frankfurt am Main, Almanya), Oder Nehri (Frankfurt an der Oder, Almanya), İsar Nehri (Münih, Almanya), Ren Nehri (Basel, İsviçre), Aare Nehri (Bern, İsviçre), Limmat Nehri (Zürich, İsviçre), Parma Nehri (Parma, İtalya), Rotterdam Kanalları (Hollanda), Amsterdam Kanalları (Hollanda), Besos Nehri (Barselona, İspanya), Garonne Nehri (Bordo, Fransa), Tuna Nehri (Ingolstadt, Almanya; Viyana, Linz, Avusturya; Budapeşte, Macaristan, Belgrad Sırbistan), Charles Nehri (Boston, Massachusetts, ABD), Hudson Nehri (New York, ABD.), San Antonio Nehri (San Antonio, Texas, ABD.), Cheonggye Deresi (Seul, Güney Kore), Nil Nehri (Kahire, Mısır) verilebilir.

Ülkemizde de pek çok kentimiz akarsuya sahip olma bakımından şanslıdır. Bunlar genelde küçük dere ve çaylar olduğu gibi bir nehir
kenarında olma şansına sahip kentlerimiz de vardır. Türkiye’deki kentsel akarsulara örnek olarak; Alleben Deresi (Gaziantep), Ankara Çayı (Ankara), Porsuk Çayı (Eskişehir) Melen Çayı (İzmir), Manavgat Nehri (Manavgat/Antalya), Düden Çayı (Antalya), Aksu Çayı (Antalya) Meriç Nehri (Edirne), Asi Nehri (Antakya), Yeşilırmak Nehri (Amasya), Seyhan Nehri, Adana, Kağıthane Deresi (İstanbul), Bartın Çayı (Bartın), Çoruh Nehri (Artvin), Dicle Nehri (Diyarbakır) verilebilir.

Derelerden büyük nehirlere, küçük gölet ve göllerden büyük göllere, drenaj kanallarından su toplama rezervuarlarına kadar çeşitli biçim ve boyutlarda olabilen su yüzeyleri; peyzajda hem görsel hem de fonksiyonel olarak önemli işlevlere sahip birer kaynak konumundadırlar.

Peyzajda farklı biçim ve formlarda olabilen su öğeleri gerekli düzenlemelerle toplum sağlığının iyileştirilmesi, bireyin kent yaşamında karşılaştığı güçlükler ve bunların sonucu oluşan stresin giderilmesi, psikolojik olarak tatminin sağlanması ve yabancılaşmanın önüne geçilmesi, su öğesinin ve yeşil alanların yerinde ve doğru planlanması ve tasarımıyla mümkün olabilmektedir. Bu süreç mekânsal kurgunun yanında toplum ve bireyin ihtiyaçlarının bilinmesi ile mümkün olabilmektedir.

Ancak gelişime bağlı olarak akarsular zamanla bazı bozulmalara uğramış ve bu alanlarda yeniden düzenleme ihtiyacı ortaya çıkmıştır. Özellikle sanayi devrimi sonrasında oluşan bu yeni dönemde; öncesinde kırsal alanlarda yüksek oranda bulunan nüfus, üretim biçimlerinde yaşanan değişimler nedeniyle büyük kitleler halinde, oluşan iş gücü ihtiyacını karşılamak üzere kentsel yerleşim alanlarına göç etmiştir. Bu dönemde “kır” cazibesini yitirmiş ve “kent” büyük bir mıknatıs gibi kitleleri kendisine çekerek bugün yaşanan çözülmesi zor kentsel sorunların oluşumuna zemin hazırlamıştır. Kentsel alanlarda bulunan doğal alanlar tahribe uğramış ve bu süreçte en çok zararı akarsu ve kıyıları görmüştür. Bu bozulmuş ve niteliğini yitirmiş alanların kentlilerin kullanımına yeniden sunulabilmesi için sürdürülebilir planlama ve tasarım yaklaşımlarına ihtiyaç duyulmaktadır.

Kent içinde akarsuların çevresi iyi tasarlanıp düzenlendiğinde insanları çevresinde toplar. Akarsu çevreleri çeşitli aktivitelerin yer aldığı bir mekân haline gelerek toplanma eylemine olanak tanır. Genel olarak akarsuların içinde yer alan heykel gibi plastik elemanlar, sanat yapıları ya da mimari unsurlar, akarsuyun çevresinde toplanma eylemini güçlendirir. Ulaşım mekânları olarak akarsular çizgisel ve yönlendirici karakterde olup, mekânsal olarak kent içersindeki hareketi güçlendirici etki sağlar. Akarsular içerisindeki araç ulaşımı sayesinde kentin mekânsal, kültürel varlıklarının farklı açılardan algılanması olanağı oluşur ve kent ile insanın ilişkisi bu sayede güçlenir.

Hareket, mekânların faklı açılardan ve farklı noktalardan algılanmasına olanak tanır. Kentsel mekânın algılanmasında Gordon Cullen “Ardışık İmaj” adı altında, yayanın kent mekânlarını birbiri ardı sıra gelen imajlar dizisi olarak algılamasının önemine değinirken, bu bütünlük ve değişkenliğin kentin algılanmasına anlam kazandırdığını dile getirmektedir. Akarsular; kentin doğal unsurları ile yapay unsurlarının kültürle zenginleştirilmiş bütünsel algısında, insana heyecan verici peyzajlar sunabilmektedir. Bu hem suyun içerisinde hem de suyun dışarısında karşılıklı olarak iki yönde gerçekleşebilmektedir. Yoğun kentleşme sonrasında, yatay ve dikeyde gelişen yapılar insan ölçeğinde kentsel mekânların algılanmasını imkânsız kılmaktadır. Bu bakımdan kent içerisindeki boşluklar, kentin peyzajını, bir anlamda kent manzaralarını algılamada önemli araçlar sunmaktadır. Özelikle boğaz, akarsu, göl, deniz kıyısı gibi geniş su yüzeyleri kentin algılanması için manzara noktalarına ev sahipliği yapmaktadır.

kaynak: Ekin OKTAY, Reyhan ERDOĞAN/ Peyzaj Mimarlığı Dergisi