Posts

Ahşap Pergola Tasarımları

AHŞAP PERGOLA / PERGOLE

Pergola, belirli bir hat boyunca yanlarına sütün ya da direkler dikilerek, üstü ahşap latalar, ahşap panjurlar, farklı tekstil malzemeleri ile ya da sarmaşık bitkilerle donatılmış gölgeli alan, yürüyüş yolu ya da geçittir. Sözcüğün kökeni, Latincede saçak, suyolu anlamına gelen pergula ifadesine dayanmaktadır. Avrupa dillerine İtalyanca vasıtasıyla girmiş ve bugünkü anlamını kazanmıştır. Ülkemizde pergole adıyla anılmasına karşın bu kullanımın yanlış olduğu ifade edilebilir. Günümüzde her geçen gün talebi artmakta olan pergolalar farklı ağaç türlerinden yapılmaktadır. Anadolu’da bu tür yapılara gölgelik adı da verilmektedir.

Pergola ürünü; yapılara veya binalara bağlanmış olan ya da bağımsız olarak tek başına yükselen, çatısında sıvı izolasyonu bulunmayan gölgelik oluşturmak maksadıyla yapılan farklı çatı şekilleri ve malzemelerine sahip yapıları temsil etmektedir. 

Pergola ürünlerimiz genellikle ithal çam ağaçlarından imal edilmektedir. İsteğe göre özel Afrika ağaçlarından da (sapelli, ıroko, vb.) yapılmaktadır. Fırınlanmış olarak nem oranının %12-16 arasında tercih ettiğimiz ithal çam ağacı isteğe göre kahverengi ve yeşil emprenye edilerek ağacın mantar ve böcek istilasına karşı uzun yıllar koruyucu görev görmesi sağlanır. Ayrıca en iyi ahşap dış cephe boyalarıyla da istenilen renkte boyanıp ahşabın UV ışınlarından ve olumsuz hava koşullarından uzun yıllar korunması sağlanır.

Pergola ürünlerimiz istenilen ebatlarda özel proje ve tasarım çalışması yapılarak, müşterilerimizin beklenti ve isteklerine en uygun koşullarda sunulmaktadır.

Pergola malzemelerimiz, müşterilerimizin istekleri doğrultusunda tasarımlarına uygun olarak atölyede hazırlanır. Yerinde montajı yapıldıktan sonra son rötuş boyası yapılır.

Pergola ürünlerimizi korkuluklu veya korkuluksuz olarak, ya da oturaklı veya oturaksız olarak tercih edebilirsiniz. Söz konusu korkuluk veya oturak modellerini tüm ürünlerimizde kullanılan veya tarafınızdan beğenilmiş olan farklı kaynaklardaki korkuluklardan tercih edebilirsiniz.

Pergola ürünlerimizi seperatör veya payanda gibi farklı direk elemanları ile tercihinize göre kombine edebilirsiniz.

Pergola ürünlerimizin çatı özellikleri; isteğe ya da projeye göre farklı mertek dizilimleri ile tercih edilebileceği gibi, merteklerin üzerine farklı türde kumaş uygulamaları yapılabilir. Ayrıca mertek aralarına panjur sistemi yapılarak farklı tasarımlar da elde edilebilir. Farklı mertek dizilimleri tercihi ile sarmaşık tarzı bitkilerin uygulanması ile gölgelik alanları oluşturulabilir.

Pergola ürünlerimiz ister evinizin ister villanızın isterseniz işyerinizin bahçesine kurulumu yapılabilir. Pergolaların zemin montajı ister beton üzerine isterseniz toprağa kazık çakma yöntemiyle zemini ahşap olarak yapılabilmektedir. Beton üzeri pergolaların da isteğinize göre zemini ahşap kaplanabilmektedir.

Pergola ürünlerimizi tarafımızdan sunulan aksesuarlar ile kombine ederek de tercih edebilirsiniz.

Ahşap karkas yapılar ve restorasyonlarında İnşaat mühendislerinin rolü-2

İnşaat Mühendislerinin Rolü

Pratikte koruma konusu başta belediyeler olmak üzere farklı kurumlardan, yapılı çevrenin oluşumuna katkıda bulunan her türlü meslek grubunun uygulama alanı içinde yer alır. Günümüzde sadece plancı, sanat tarihçisi, mimar ve arkeologların mesleki ilgi alanıyla sınırlı görülen bu konu, mühendislik bilimlerinden, kimyacılara, biyologlara, hukukçulara ve işletmecilere kadar pek çok disiplinin katkısını gerektirir. Bu gruplar içinde inşaat mühendislerinin konumu kuşkusuz çok özeldir.

İnşaat mühendisleri bu yapıların bakım, onarım, sağlamlaştırma ve statik açıdan değerlendirilmelerine yönelik konularda bilgi ve karar üreterek sorumluluk alırlar. Yasal açıdan bir yapının statik yeterliliği ile ilgili imza yetkisi de sadece inşaat mühendislerine aittir. Bu süreç inşaat mühendislerinin, bir yapının olduğu gibi yerinde tutularak korunmasından, kısmi müdahalelerle onarımına kadar farklı koruma uygulamaları için teknik bilgi ve deneyime sahip olmalarını gerektirir.

Halbuki ülkemizde inşaat mühendislerinin eğitim ve uygulama sürecinde daha çok betonarme yapım tekniği konusunda uzmanlaştıkları; geleneksel ahşap karkas yapıların yapım/onarım teknikleri, statik özellikleri ve dayanımlarının saptanması gibi konularda piyasa koşullarında taleplerinde az olması nedeni ile daha sınırlı bir deneyime sahip oldukları bilinmektedir.

Bu durumun en önemli nedenlerinden biri kuşkusuz inşaat mühendisliği eğitiminde geleneksel yapım tekniklerinin kapsamlı bir biçimde yer almamasıdır. Bazı bölümlerde ahşap karkas sistemlerle ilgili seçmeli dersler verilmekle birlikte(3), korunması gerekli kültür varlığı olarak tanımlanan ve günümüz tekniklerinden farklı özelliklere sahip geleneksel yığma ve özellikle ahşap karkas yapıların yapım/onarım teknikleri, statik özellikleri ve dayanımlarının saptanması gibi konularda inşaat mühendisliği disiplininde uzmanlık veren kurumlar mevcut değildir. Yüksek lisans düzeyinde Restorasyon eğitimi veren kurumlar(4) ise bu programları genellikle mimarlara yönelik olarak sürdürmektedirler.

Yukarıda da değinildiği gibi, ülkemizdeki yasal mevzuat gereği bir yapının statik açıdan sağlamlığı, hukuki tanımı ile “maili inhidam” durumunda olup olmadığı konusunda ki karar yetkisi inşaat mühendislerine aittir.

İnşaat mühendisleri tarafından hazırlanan statik proje ve uzmanlık raporları statik açıdan “maili inhidam” durumunda olan bir tarihi kültür varlığının yıkılması ve tescil kararının iptali ile ilgili kararlarda yasal dayanak olarak kabul edilmekte, bu durum inşaat mühendislerine “kültür varlıklarının korunması konusunda” da özel bir sorumluluk yüklemektedir. Mevcut yasal sürecin gereği olarak Koruma Kurulları kültür varlıklarının korunması konusunda ki yetkilerini İnşaat Mühendisleri ile paylaşmaktadırlar.

Mevcut süreç inşaat mühendislerinin, bir kültür varlığının korunması için günümüzde var olan tüm teknik olanakları bilerek, değerlendirerek ve kullanarak ilgili statik proje ve raporları hazırladıklarını, kültür varlığının özgün malzemesi ve yapım tekniği ile korunması konusunda maksimum duyarlılık gösterdikleri varsayımı üzerine dayanmaktadır.

Tarihi bir yapının statik özelliklerinin saptanması ile ilgili Koruma Kurulları’nca yapılan istemlere koşut olarak(5), inşaat mühendisleri tarafından hazırlanan raporlar genellikle yukarda tanımlanan duyarlılıktan uzak, yapıya ilişkin bir statik proje ve araştırmaya dayanmadan hazırlanmakta, rapor sonunda karara esas oluşturacak ve  hukuki açıdan da geçerli olan “maili inhidam” durumunu ve olası riskleri içermemektedir.

Bunun temel nedenlerin biri inşaat mühendislerinin yüklendikleri sorumluluğun farkında olmadan, yapının o anki genel kondisyonuna ve var olan ahşap yapılara ilişkin genel yargılara dayanarak görüş üretme eğiliminde olmalarıdır. Ya da yapıyı sadece var olan bir stok olarak gören ve onarımını maddi açıdan ekonomik görmeyen bir bakışla bu tür kararlar üretilmektedir.

Korumanın anayasası olarak tüm dünyada kabul edilen ve hala geçerliliğini koruyan Venedik Tüzüğü’ne göre (1964) bir yapının ya da eserin korunması, o yapının taşıdığı tüm mimari ve teknik özellikleri ile var olan  özgün yapım tekniği ve malzemesinin yerinde tutulması demektir. Yapının özgün malzemesi ile korunması, yapıda zamanın oluşturduğu “Patina”nın da korunması, izlenilmesine olanak sağlanması demektir.

Her hangi yapının kondisyonuna ve kültürel değerine bağlı olarak, yapıya yapılacak müdahaleler dolaylı koruma/bakım(6), konsolidasyon, basit onarım, restorasyon, sağlıklaştırma ve yeniden yapım gibi farklı koruma tutumlarını içerebilir. Onarım sırasında bu müdahale biçimlerinden hangisinin yapı açısından en doğru seçim olduğuna o yapı ile ilgili çalışan uzmanlar (mimarlar, sanat tarihçileri, mühendisler, vb) karar verir. Bu kararların üretim sürecinde maliyet hiç bir zaman birinci etken değildir. Önemli olan yapının bir kültür varlığı olarak özgün niteliklerinin korunmasıdır.

Oysa inşaat mühendisleri tarafından hazırlanan raporların (akademisyenler de dahil) çoğunda bazı teknik sorunlar sıralanmakta, sonunda ise genellikle …bu veriler ışığında, ekonomik açıdan söz konusu yapının onarımının uygun olmadığı ve yapının kültür varlığı özelliği taşımadığı ve yıkılmasının uygun olduğu(7),… gibi yorumlar bulunmaktadır. İnşaat mühendislerinin kendi mesleki alanının dışına taşan bu yorumlara dayanarak, mal sahipleri de söz konusu yapının tescil kaydının düşürülmesi talebinde bulunmaktadırlar. Bu raporların iyi niyetle hazırlanmış oldukları varsayılsa bile, inşaat mühendisleri, mal sahipleri ve bazı koruma kurulu üyelerinin “bir yapının yıkılması ile tescil kaydının düşürülmesi arasında gerek mevzuat gerekse koruma ilkeleri açısından doğrudan bir ilişki olmadığı konusunda” bilgilendirilmeleri gereklidir.

2863 (1983) nolu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’nun, “Koruma Kurullarının Görev, Yetki ve Çalışma Şekli” ile ilgili Madde 57’de (17.6.1987 tarihli ve 3386 sayılı kanun ile değişik) “Koruma Kurulları, Koruma Yüksek Kurulunun ilke kararları çerçevesinde olmak kaydıyla aşağıdaki işleri yapmakla görevli ve yetkilidir” şeklinde açık bir hüküm vardır. Tescilli yapılar ve onarımları ile ilgili Koruma Kurullarının uymakla yükümlü oldukları Yüksek Kurul İlke Kararları ise son derece açıktır. 5.11.1999 tarihli ve 660 Nolu, “Taşınmaz Kültür Varlıklarının Gruplandırılması, Bakım ve Onarımları” hakkındaki ilke kararının “Yok Olan Tescilli Yapılara İlişkin İşlemler “ başlıklı dördüncü maddesi aynen şu şekildedir:

“Korunması gerekli taşınmaz kültür varlığı olarak tescil edilen yapıların herhangi bir şekilde (yıkılmaları, yanmaları, koruma kurulundan izin alınmadan yıktırılmaları vb.) yok olmalarına sebep olanlar hakkında ceza mahkemelerinde yasal soruşturma açılmasına, Bu soruşturma sonucu yargı organlarınca verilen kararlar, kişisel yükümlülüklerle ilgili olduğundan, taşınmaz kültür varlığının korunmasına yönelik işlemlerin devamlılığını etkilemeyeceğine, bu nedenle soruşturma nedeni olan eyleme konu taşınmaz kültür varlığıyla ilgili alınmış koruma kurulu kararlarının geçerli olduğuna, ayrıca ilgili Yasaların hükümlerine göre işlem yapılmasına, Korunması gerekli kültür varlığı olarak tescil edilen ve tescil edilmesi gerekli olmasına rağmen, tescil aşamasından önce herhangi bir nedenle yok olan yapılar için; bu ilke kararındaki “I-Müdahale Biçimleri”nin 3. maddesindeki Yeniden Yapma koşullarının geçerli olduğuna, …. karar verildi”.

Görüldüğü gibi bu ilke kararı, tescilli veya tescil işlemi tamamlanmamış ancak kültür varlığı olarak değerlendirilen bir yapının her ne sebeple olursa olsun yıkılmasının, bu yapının tescil kaydının düşürülmesine neden olmayacağını açıkça ifade etmektedir. Bu statüde olup yıkılan bir yapı için referans verilen, aynı ilke kararının “I-Müdahale Biçimleri”, 3. Maddesindeki “Yeniden Yapma” koşulları ise şöyledir:

“Korunması gerekli kültür varlığı olarak tescil edilen ve tescil edilmesine ilişkin gerekli özellikler taşımasına rağmen elde olmayan sebeplerle tescili yapılmamış ve/veya herhangi bir nedenle yitirilmiş olan yapının, gerek kültür varlığı niteliği, gerekse kültürel çevreye olan tarihsel katkıları açısından eldeki mevcut belgelerden (yapı kalıntısı, rölöve, fotoğraf, her türlü özgün yazılı sözlü,

görsel arşiv belgesi vb.) yararlanmak suretiyle kendi parsellerinde daha önce bulunduğu yapı oturum alanında, eski cephe özelliğinde, aynı kitle ve gabaride, özgün plan şeması, malzeme ve yapım tekniği kullanılarak, kapsamlı restitüsyon etüdüne dayalı rekonstrüksiyon uygulamasının koşulsuz sağlanmasına, Ancak uygulama gerçekleşinceye kadar parsellerde her türlü inşai ve fiziki müdahalenin yasaklanmasına (otopark, fuar, sergileme) yeni bir işlev ile kullanma ve aynı parselde tescilli yapı yerinde veya diğer boş alanlarda başka yeni yapılaşmaya izin verilemeyeceğine, Tüm bu uygulamalar için koruma kurulu kararının alınması gerektiğine,….”  

Uluslararası çağdaş koruma ilkeleri ile tümüyle uyumlu bu ilke kararının amacı tescile değer görülen herhangi bir yapının var olan özelliklerinin özgün hali ile korunmasını sağlamak ve söz konusu yapı her hangi bir sebeple yıkılırsa, bu yapının tüm özellikleri taşıyan kopyasını (replika) üretmektir. Bir kültür varlığının kopyasının üretilmesinin çok farklı nedenleri olabilir. II. Dünya savaşı sonrasında Varşova gibi Avrupa’daki pek çok kentin eski merkezinin savaştan önceki haline uygun olarak tekrar

üretilmesi (reconstruction), savaşın anılarını silmek ve toplumun moral değerlerini yükseltmek amacını güdüyordu. Michelangelo’nun Floransa’daki David heykelini hava kirliliğine karşı korumak için heykelin aslı, kentte adına yapılan bir müzeye taşındı, bulunduğu meydana ise bir replikası yerleştirildi. Böylece özgün eser uygun çevre koşullarında korunurken, eserin meydana katkısının sürekliliği de sağlanmış oldu. Bu tür uygulama örnekleri kuşkusuz çoğaltılabilir.

Türkiye’deki koruma pratiğinde İnşaat Mühendislerinin, daha çok ekonomik fizibilite öngörüleri ve ahşap yapılara karşı olumsuz tutumlarla hazırladıkları ve genellikle teknik açıdan yetersiz olan bu raporlara dayanarak “maili inhidam” gerekçesi ile yıkılan ahşap yapı sayısı giderek artmaktadır. Bu türdeki yapılardan dava konusu olan örneklerde, karara katkıda bulunan her taraf için olumsuz sonuçlar ürediği bilinmektedir. Yazarında bilirkişi olarak görev aldığı ve daha önce basına yansıdığı için (Cumhuriyet Gazetesi) burada aktarılmasında sakınca olmayan Latife Hanım Köşkü bu örneklerden biridir.

İstanbul Ayazpaşa’da bulunan köşkle ilgili, uzun yıllar süren “çabalarla” yıkım kararı alınmış, yerine yapılacak yeni bir apartman projesi ilgili kurul tarafından onaylanmış, daha sonra mahalle sakinleri tarafından açılan bir dava ile yapının yıkımdan önce “maili inhidam” durumunda olmadığı saptanmış ve yıkım kararı verenler hakkında hem kamu davası açılmış ve hem de bu kişilere meslek odaları tarafından belli sürelerle meslekten men cezası verilmiştir. Söz konusu inşaat ise 7 yıl süren davadan sonra durdurulmuştur. Sonuçtan genel olarak kimsenin yarar sağlamadığı söylenebilir. Büyük rant sağlayacak olan mal sahibi, tamamlanma aşamasında olan yapıyı durdurmak zorunda kalmış ve yasal olarak yeni çözüm üretene kadar o parselde hiçbir fiziki müdahale yapamaz duruma gelmiştir. 7 yıl süren dava sırasında ve yıkımla, yeniden yapıma harcadığı kaynakları geri alması mümkün değildir. Pek çok meslek adamının sicili bu dava sonucunda yara almıştır. Devlet yıllar süren davalarla uğraşmış ve hepsinden önemlisi Latife Hanım köşkü yok olmuştur.

Bu gibi örneklerden yola çıkarak, ürettikleri kararlarla kurullara yön gösteren inşaat mühendislerinin tarihi yapılarla ilgili olarak daha duyarlı davranmaları gereği çok açıktır. Özellikle her ne sebeple olursa olsun tescilli bir yapının yıkımının onun aynı şekilde yeniden üretimini gerektirdiğini bilerek, bu yapıların nasıl korunabileceği konusunda detaylı inceleme yapmaları ve teknik raporlarını buna göre hazırlamaları gerekir. Aksi halde sözde ekonomik gerekçelerle üretilen kararlar, aynı malzeme ve teknikle yeniden yapım koşulunda daha yüksek maliyetlerle yeni yapı üretimine sebep olacaklardır. Bu da ne korunması gerekli eser, ne mal sahibi nede ilgili uzmanlar açısından bir kazanç sağlamaz.

Neler Yapılabilir?

 Yukarıda aktarılmaya çalışılan sorunlar bağlamında Türkiye’nin, pek çok konuda olduğu gibi restorasyon ve koruma etkinlikleri açısından çok başarılı bir sicilinin olduğunu söylemek mümkün değil. Ancak önemsiz ya da tekil görülen sorunları aşamalı olarak çözmek, her konuda olduğu gibi bu konuda da çağdaş ölçütleri yakalamaya çalışmak durumundayız. Avrupa Birliği’ne üyelik sürecinde olan Türkiye’nin 1980 yılında Avrupa Konseyi tarafından üretilen “Mimarlar, Şehir Plancıları, Inşaat Mühendisleri ve Peyzaj Mimarlarının Uzmanlık Eğitimi Üzerine Öneriler”i içeren metne koşut olarak, (CE, 15 Dec. 1980, Recommendation no: R(80) 16, Madran, Özgönül, 1999:238-241), koruma alanında en azından eğitim görmüş teknik uzmanlar olarak, ortak çözümler üretmek zorundayız.

Bu yazıda aktarılan inşaat mühendisleri ile ilgili sorunlar bağlamında yapılması gerekenleri ilgili kurumlarla, disiplinlerin bir araya gelerek tanımlaması gereklidir. Bu ortama veri oluşturmak üzere, restorasyon disiplini açısından kısa ve uzun erimde yapılması gerekli çalışmalar şu şekilde tanımlanabilir.

Koruma açısından ülkemizde bugün katkıları henüz tam olarak tanımlanmamış olan pek çok disiplinin (kimyagerler, biyologlar gibi) yanında, inşaat mühendisliğinin vazgeçilmez bir önemi vardır. Bu disiplinin öncelikle koruma konusunda eğitimi sağlanmalı ve eğitimli uzmanların farklı kurumlarda yer almaları (Koruma Kurulları da dahil) olanaklı kılınmalıdır. Bu bağlamda öncelikle restorasyon eğitimi veren kurumların programlarını mimarlar dışında disiplinlere açmalarını sağlanmalıdır.

Bu uzun vadeli erime koşut olarak, Inşaat Mühendisleri Odası’nın kendi mesleki alanına giren koruma konusunda üyelerini eğitmek amacı ile seminer, kurs vb. programlar üretmesi, en azından ilgi duyan mühendislerin desteklenmesi açısından yararlı olacaktır.

Bu süreçte ise İnşaat Mühendisleri Odası’nın korunması gerekli kültür varlıklarının özel koşullarını dikkate alarak bu yapılarla ilgili görüş oluşturabilecek; koruma mevzuatı, geleneksel yapım teknikleri ve restorasyon konularında kişisel seçimleri ile uzmanlaşmış ve sayıları bugün için oldukça sınırlı olan uzman inşaat mühendislerini saptaması ve bu kişilerin koruma ile ilgili konularda danışmanlık, bilirkişilik vb. hizmetleri vermesini sağlamalıdır. Kendi içinde pek çok alt uzmanlık alanına sahip İnşaat Mühendisliği’nin koruma alanında da uzmanlaşmış bir alt grup oluşturması gerekir. Bu grubun tanımlanması ve bunların yetkili kılınması için ilgili meslek odaları somut adımlar atmalı, her hangi bir inşaat mühendisinin koruma konusunda karar üretmesini olanak sağlamamalıdır. Öte yandan yine meslek odaları, kültür varlıkları ile ilgili konularda idari mahkelemelerde görev yapabilecek inşaat mühendislerinin koruma konusunda uzmanlaşmış kişilerden oluşmasını sağlamalıdır.

Bu çalışmalara ek olarak, koruma ile ilgili proje ve teknik raporlarda, inşaat mühendisleri tarafından yapılması gereken araştırmaların niteliğinin belirlenmesi gereklidir. Bu araştırmalar en azından yapıda stürüktürel bozulmaya neden olan elemanların belirlenmesini, deformasyonların tayinini, statik açıdan özelliğini yitirmiş elemanların hasarsız test yöntemleri ile tespitini ve bunların nasıl değiştirilebileceğini ya da kuvvetlendirilebileceğini içermelidir. Bu bağlamda inşaat mühendisleri tarafından hazırlanacak proje ya da raporlarda temel beklenti, yapının nasıl, hangi koşullarda onarılabileceğinin teknik olarak tanımlanmasıdır. ICOMOS Uluslararası Ahşap Komitesi (ICOMOS International Wood Committee) tarafından hazırlanmış olan “Tarihi Ahşap Yapıların Korunması Ilkeleri (Principles for the Preservation of Historic Timber Buildings)” başlıklı tüzük temel veri olarak kullanılabilir (www.icomos.org/iiwc/charter.html.en).

Bu süreçte ise, Anadolu’da tescilli kültür varlıkları içinde sayısal olarak oldukça büyük bir grubu oluşturan ahşap karkas yapıların korunması konusunda yanlış örnek oluşturacak kararların üretilmemesi ve bu yapıların korunması için yukarda tanımlanan kaygı, gerekçe ve öneriler doğrultusunda Inşaat Mühendisleri Odası’nın kamu yararına çalışan bir meslek örgütü olarak katkıda bulunması ve koruma konusunda kamu adına sorumluluğu paylaşması gerekir.

(*) Doç. Dr., ODTÜ Mimarlık Fakültesi

(1) Toplam 5606 adet sit alanının türlerine göre dağılımı şöyledir:Arkeolojik Sit Alanı: 4273; Doğal Sit Alanı:717, Kentsel Sit Alanı: 164, Tarihi Sit Alanı: 118, Diğer Sit Alanları: 334 adet.

(2) Toplam 56 376 tescilli yapının adet türlerine göre dağılımı şöyledir: Sivil Mimarlık Örneği: 35 464, Dinsel Yapılar: 5 796, Kültürel Yapıla: 5 774, Idari Yapılar: 1 533, Askeri Yapılar: 665, Endüstriyel ve Ticari Yapılar: 1 560, Mezarlıklar: 1 793, Şehitlikler: 178, Anıt ve Abideler: 268, Doğal Varlıklar: 2 352, Kalıntılar: 959, Korunmaya Alınan Sokaklar, 34 adet.

(3) Ülkemizde ahşap yapılarla ilgili literatür incelendiğinde bu durum somut olarak algılanır. Ahşap yapılarla ilgili Türkiye’deki üniversiteler tarafından yapılmış yayın hemen hiç yoktur. Daha çok teknik okullar için hazırlanan ders kitapları ise Anadolu’daki ahşap geleneğini içermez, daha çok Avrupa’da geliştirilen yeni ahşap teknolojisini aktarırlar.

(4) ODTÜ, ITÜ, MSÜ, Yıldız, DEÜ, IYTE gibi üniversitelerde mimarlara yönelik restorasyon programları bulunmaktadır.

(5) Bu gözlemler yazarın Ankara Kültür ve Tabiat Karlıkları Koruma Kurulu üyeliği ve konuyla ilgili bilirkişilik yaptığı dava dosyalarına dayanarak aktarılmıştır. Bu yazının amacı gereği referans verilen ilgili teknik raporlara ve dava konularına ilişkin detaylı bilgi burada verilmemiştir.

(6) Dolaylı koruma/bakım: çevre koşullarının kontrolü; konsolidasyon: var olanın olduğu gibi dondurulması; restorasyon: kapsamlı onarım; sağlıklaştırma: sınırlı müdahalelerle yapıya çağdaş gereksinimleri karşılayacak donanımların eklenmesi; yeniden yapım: reconstruction / reproduction.

(7) Burada özetlenen ve farklı yazı karakteri ile metinden ayrıştırılan görüşler her hangi rapordan doğrudan alıntı değildir. Ancak Ankara Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu’na 2001 yılı içinde, Kastamonu’daki iki adet kültür varlığı konut ile ilgili olarak Ankara’daki bir üniversitenin İnşaat Mühendisliği öğretim üyeleri tarafından hazırlanan bir rapor ile, yine Kastamonu’da görev yapan bazı inşaat mühendisleri tarafından gönderilen raporlardaki ifadelerden özetlenerek aktarılmıştır. Yazının amacı gereği bu raporlara doğrudan referans verilmemiştir. Ancak ilgili raporlara AKTVKK, Büro Müdürlüğü arşivinden ulaşılabilir.

kaynak: Neriman Şahin Güçhan

Kaynakça:

ALTABAN, Ö., 1987. “Kent Formunu Belirleyen Faktörler”, Ankara 1985’den 2015’e, Ankara Büyükşehir Belediyesi, EGO Gn. Md., Ajans Iletim, Ankara, sf. 7-15.

DOWRICK, D.J., 1990. Earthquake Resistant Design: for Engineers and Architects, Wiley Pub. (2.Ed.),

Chichester.

http://www.icomos.org/iiwc/charter.html.en; ICOMOS International Wood Committee, Principles for the Preservation of Historic Timber Buildings.

MADRAN, E., ÖZGÖNÜL, N., 1999. International Documents Regarding the Preservation of Cultural

and Natural Heritage, METU, Faculty of Architecture Press, Ankara, pp: 238-241.

MALHORTA, S.K., RITCHIE,R.A.G., 1980. “Behavior and Reliability Analysis of Nailed Timber Connections Under Cyclic Loads”, International Conference on Engineering for Protection from Natural Disasters, Asian Institute of Technology, Bangkok, pp. 261-271.

ÖZTIN, F., 1994. 10 Temmuz 1894 Istanbul Depremi Raporu, TC Bayındırlık ve Iskan Bakanlığı, Afet Işleri Gn. Md., Deprem Araştırma Dairesi, Özyurt Matbaacılık, Ankara.

ŞAHIN GÜÇHAN, N., 2001. “Türkiye’de Geleneksel Ahşap Karkas Konutların Deprem Dayanımı üzerine

Gözlemler”, Cevat Erder Armağanı, ODTÜ, Ankara (yayınlamamış bildiri).

TAKEYAMA, K., HISADA, T., OHSAKI, Y., 1960. “Behavior and Design of Wooden Buildings Subjected to

Earthquake”, Proceedings of the 2 nd. World Conference on Earthquake Engineering, Tokyo, Cilt:

III,sf. 2093-2111.

UZSOY, Ş.Z., ÇELEBI, M., 1970. 28 Mart 1970 Gediz (Kütahya) Depremi ve Yapılarda Meydana Getirdiği Hasarlar, ODTÜ, Ankara.

Ahşap karkas yapılar ve restorasyonlarında İnşaat mühendislerinin rolü-1

Sahip olduğu kültür varlıklarının zenginliği ve çeşitliliği ile sıkça gündeme gelen Türkiye’de,1999 yıl sonu itibari ile toplam SİT alanı sayısı 5605(1), tescilli yapı sayısı ise 56376(2)’dır . Tescilli yapılar içinde sivil mimarlık örneği olarak tanımlananlar 35.464 adettir. Coğrafi olarak orta, batı ve kuzey Anadolu’ya yayılan geleneksel ahşap karkas yapıların, tescilli sivil mimarlık örneklerinin yaklaşıkv%40’ını oluşturduğunu varsayarak, yaklaşık 14.186 tescilli geleneksel ahşap karkas konutun var olduğu söylenebilir. Siyasi ve yerel baskılarla tescilli yapı sayısının özellikle 1980’lerden sonra azaldığı, Türkiye koşullarında tescil işlemlerinin henüz tamamlanmadığı da göz önüne alındığında, en iyi olasılıkla günümüze ulaşan, tescile değer geleneksel ahşap karkas konut sayısının 20.000vcivarında olduğu varsayılabilir. Genel bir karşılaştırma için, Konya büyüklüğünde olan Hollanda’nın geleneksel başkenti Amsterdam’daki tescilli yapı sayısının 7000 olduğu göz önüne alındığında, çağdaş ölçütlere göre yapılacak bir değerlendirmeye göre ülkemizdeki tescilli yapı sayısının çok az olduğu açıkça görülür.

Uygarlıkların beşiği olarak tanımlanan Türkiye’de, kültür  varlıklarının korunmasına ayrılan kaynaklar ve bu varlıklara karşı tutumlar irdelendiğinde, yine çağdaş ölçütlere göre en yakın komşularımızdan bile (Yunanistan, Bulgaristan gibi) çok gerilerde kaldığımız söylenebilir. Bu durumun siyasi, ekonomik, kültürel ve sosyolojik nedenleri olduğu bilinmektedir. Ancak kültür varlıklarına yapılan müdahaleler incelendiğinde, yukarıdaki nedenlerin yanı sıra teknik açıdan da pek çok yetersizliğin olduğu, koruma konusunda yetişmiş farklı disiplinlerden uzmanlarımızın bulunmadığı görülür.

Bu genel çerçeve içinde bu yazıda, tarihi özellikler sunan geleneksel ahşap karkas konutların koruma sorunları ve bu alanda inşaat mühendisliğinin bir disiplin olarak konumu tartışılacaktır. Bu bağlamda mevcut sistemde inşaat mühendislerinin yüklendikleri sorumluluklar ve uygulama sorunlarının gündeme getirilmesi amaçlanmaktadır.

Ahşap Karkas Yapıların Güncel Durumu

Bugün, kentlerin eski merkezlerindeki konut dokularını oluşturan ahşap karkas konutlar, içinde bulundukları çevrenin ve kullanıcıların değişmesine koşut olarak pek çok sorunla karşı karşıya kalmışlardır. Kent merkezlerindeki rant bu yapılar için en büyük tehdittir. Yakın çevrede çok katlı yapılara olanak veren imar hakları bu konutlar üzerindeki baskıları artırır.

Genellikle düşük gelir gruplarının barınma alanına dönüşen ve prestij kaybeden eski kent merkezlerinde, mal sahipleri tarafından terk edilip bölünerek kiraya verilen geleneksel konutlar kapsamlı değişimlere konu olurlar. Yapıların yatayda ya da düşeyde bölünmesi, kat/kütle eklenmesi, iç plan şeması ve cephe düzeninin değiştirilmesi, yoğun kullanıma bağlı yeni servis hacimlerinin eklenmesi, avluların kütlelerle doldurulması gibi müdahaleler bu yapılarda yaygın olarak gözlenir. Teknik açıdan yapılara bilinçsizce yapılan bu müdahaleler yapıların yıpranmasını hızlandırır. En az yüzyıldır ayakta olan, pek çok deprem geçirerek yapısal açıdan sağlam olduklarını kanıtlayan, ancak ahşap oldukları için yaygın önyargılara konu olan ve geçici gözüyle bakılan bu yapıların bakım ve onarımları için düzenli ve bilinçli müdahaleler yapıldığı maalesef söylenemez.

Bilindiği gibi Türkiye koşullarında devlet, tescil ettiği bu yapıların korunması için yaygın maddi destek/kredi sağlamamaktadır.  Mal sahipleri ise, yapıyı yıkarak yerine yeni yapı yapmayı amaçlarlar. Zaten düşük gelir grubunda olan kiracıların ise yapıların bakım ve onarımı için kaynak ayırmaları beklenemez.

Bu koşullar ve çelişkiler içinde, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulları tarafından, 2863 numaralı yasa ve ilgili mevzuata göre, “kültür varlığı” olarak tescil edilen ahşap karkas konutların korunması için kararlar üretilir. Ancak mevcut sistem içinde mal sahiplerini yönlendirecek araçlar ve kaynaklar olmadığı, ayrıca kültür varlıklarının korunması konusu toplumsal açıdan bir gereklilik durumuna gelmediği için; kamu adına özel mülkiyete sınırlamalar getiren bu kararlar, sadece durumdan mağdur olan mal sahipleri tarafından değil, toplumdaki aydın gruplar tarafından bile tam olarak benimsenmez ve sahiplenilmez. Halbuki, kültür varlıklarının korunması ve onarımı, bu yapıların tanım ve statüleri gereği yasal açıdan Kültür Bakanlığı ve Koruma Kurullarının inisiyatifinde gibi görülse de, toplumun her kesimi tarafından sahiplenilmesi gereken bir konudur.

Ahşap Karkas Yapılar

Yüksek katlı yapı üretiminde ahşap sistemlerin sınırlı olanaklar sunması, ahşabın yangına karşı direncinin düşüklüğü, biyolojik bozulmaya açık olması, ahşap kullanımının ormanların yok edilmesine neden olması gibi dezavantajlarla üreyen yargılar, ülkemizde ahşap sistemlerin yapı üretiminde kullanımını engellemiştir. 1970 sonrasında yaşanan hızlı kentleşmeye koşut betonarme sistemlerin tek seçenek olarak görülmesi, inşaat sektörünün betonarme tekniği odaklı gelişmesini sağlamıştır. Bu süreçte Anadolu’da usta çırak ilişkisi ile oluşmuş geleneksel yapım teknikleri unutulmuş, bu teknikleri uygulayan ustalar ise yok olmuştur.

1999 yılı depremleri sonrasında betonarme yapılarda izlenen ağır hasarlar, deprem bölgesinde ki İzmit, Adapazarı ve Değirmendere gibi yerleşmelerde (artık sayıları çok az olmakla birlikte) geleneksel ahşap karkas yapıların depremi hasarsız yada az hasarla aşmaları, ahşap yapılarla ilgili Türkiye’deki yaygın anlayışların sorgulanmasını gündeme getirmiştir. Hafif ve esnek olmaları nedeni ile ahşap karkas yapıların depremlerde diğer sistemlere oranla daha yüksek performans gösterdikleri bilinmektedir. Ahşap karkasla kısa sürede yapı üretiminin sağlanması, malzeme giderlerinin düşüklüğü, günümüz teknolojisiyle çok katlı (3-5 kat) yapı üretiminin ve yangın güvenliğinin sağlanabilmesi gibi temel nedenlerle ABD, Kanada, Japonya, Avustralya gibi gelişmiş ülkelerde, özellikle depreme hassas bölgelerde konut üretiminde ahşap karkas teknik tercih edilmektedir. Nitekim Marmara depremi sonrasında, bu durumun farkına varan İstanbul’daki üst gelir gruplarının kendi güvenlikleri için ahşap karkas konutlar yaptırmaya başladıkları bilinmektedir.

Deprem mühendisliğinin bir uzmanlık alanı olarak gelişimine koşut olarak, 1960’lı yıllardan bu yana gerek yeni, gerekse geleneksel ahşap karkas yapılar depreme dayanıklılıkları nedeni ile Türkiye dışında pek çok ülkede araştırmacıların ilgisini çekmiştir. Bu araştırmalar, depremden korunmak için ahşap karkas yapı üretiminin ciddi bir seçenek oluşturduğunu görüşünü savunur. ABD, Kanada, Japonya gibi gelişmiş ülkelerde bu tekniğin yaygın olarak kullanımı, bu görüşlerin birer sav olarak kalmadığını, uygun teknoloji kullanımı ile ahşap sistemlerin dezavantajlarının kontrol edilebileceğini, dolayısı ile özellikle deprem koşullarında ahşap sistemlerin kullanımının pratikte geçerli olduğunu göstermektedir.

Konu tarihi geleneksel ahşap konutların korunması bağlamında irdelendiğinde ise bir teknik seçim olmaktan öte kültürel bir boyut kazanır. Zaten sayıları oldukça sınırlı olan geleneksel ahşap karkas konutlar “kültür  varlığı” özellikleri taşıdıkları için korunmalıdırlar. Bu yapıların depreme karşı yüksek performans sergilemeleri ise ayrıca bir avantajdır.

Yörelere göre farklılıklar sunmasına rağmen, Anadolu’daki  ahşap karkas yapı geleneğinin bazı ortak özelliklerinden söz edilebilir. Geleneksel ahşap karkas yapı, yığma taban (zemin, bodrum ve bazen ara kat) ile ahşap karkas üst kat(lar) ve ahşap oturtma çatıdan oluşur. Yığma bölümler taş ve kerpiçle inşa edilirken, dolguda taş, kerpiç, tuğla, ahşap ya da bağdadi kullanımı görülür. Yığma taban bölümünde ahşap hatıllar bağlayıcı olarak kullanılırken, ahşap karkas bölümde duvar hatılları üstüne yerleştirilen baba ve ara dikmeler özellikle köşelerde çaprazlarla (payanda) birbirine bağlanır.

Anadolu’daki ahşap karkas sistemin en belirgin özelliklerinden biri (Karadeniz’deki bazı yerleşmeler hariç) taşıyıcı sistemde geçme detaylarının kullanılmaması, bağlantıların çivilerle sağlanmasıdır. Bu özellikleri ile Anadolu’daki ahşap yapı geleneği Avrupa’daki ahşap yapı geleneğinden çok farklıdır. İngiltere, Norveç, Almanya gibi ülkelerde, taşıyıcı ahşap elemanlar birbirlerine geçme detayları ile bağlanırken, Anadolu’daki yapılarda geçme detaylarına sadece kapı, pencere, tavan gibi mimari elemanlarda rastlanır. Dolguda bağdadi tekniğinin kullanımı yapıların daha hafif ve esnek olmasına olanak tanır. Payanda sistemi, çivi kullanımı ve bağdadi tekniği geleneksel ahşap karkas Anadolu konutlarının depreme karşı dayanımını artıran özelliklerdir.

Ahşap karkas yapıların depremde yüksek dayanım gösterdiklerine ilişkin gözlemler daha önce de bazı araştırmacılar tarafından yapılmıştır. Örneğin 1894 İstanbul depremi sonrasında kentteki hasarı ayrıntılı olarak inceleyen ve gözlemlerini Padişah II. Abdülhamid’e bir rapor olarak sunan Atina Rasathanesi Müdürü D. Eginitis, toprağın jeolojik yapısına bağlı olarak hasarın mahallelere göre değiştiğini söyleyerek yapılarla ilgili şu bilgileri aktarır:

“…. Öte yandan binaların çoðunun ahşap olması zararın az olmasını sağlamıştır. İstanbul’daki binaların diğer  yerler gibi tümüyle kargir olmaması memnuniyetle karşılanmalıdır. Aksi halde zarar fazla olabilirdi. Ahşap binalar depreme şaşılacak derecede dayanmışlardır. Kalitesiz olan eski ahşap binalar bile ayakta kalmışken, yanlarında olan iyi yapılmış güzel ve yeni, hatta demirlerle bağlanmış olan, kargir binalar yıkılmışlardır. Ahşap binaların depreme daha fazla dayandıkları ortaya çıkmış, kargirler aksine nadiren ayakta kalmışlardır. Ahşaptan sonra depreme en çok dayanan binalar tuğla ile yapılanlardır…..”

Eginitis’e paralel gözlemler Ş.Z. Uzsoy ve M. Çelebi (1970) tarafından 1970 Gediz-Kütahya depremi sonrasında da yapılmıştır. Yazarların ahşap yapılarla ilgili gözlemleri şöyledir:

“..Bölgedeki hımış ve bağdadi yapılar genellikle depremde iyi davranış göstermiş yapılar olarak görünmüştür. Bağdadi şekilde yapılmış çok sayıda evlerin depremi az hasarla geçirdikleri tespit edilmiştir”

Bu makalenin yazarı tarafından Marmara depremi sonrasında bölgedeki, artık sayıları çok az olan ahşap karkas yapılarda yapılan incelemelerde de benzer gözlemler yapılmıştır. Tüm bu incelemeler değerlendirildiğinde, günümüzde korunması gerekli kültür varlığı olarak kabul edilen geleneksel ahşap karkas konutlarla ilgili şu sonuçlara ulaşmak mümkündür:

– Anadolu’daki yerleşmelerin yer seçiminde özellikle sağlam kayalık zeminlerin tercih edildiği gözlenir. Savunma amacının yanı sıra, bu seçimin yüzyıllardır depreme sahne olan Anadolu’da depreme karşı da bilinçli bir seçim olduğu düşünülebilir. Örneğin Osmanlı dönemi Ankara’sının kentsel yayılma alanı tümüyle kayalık zeminlere koşut olarak ilerler (Ö. Altaban, 1987).

Yumuşak zeminlerde düşük performans gösteren ahşap karkas yapılar açısından bu bilinçli bir seçim ve önemli bir özellik olarak karşımıza çıkar. Marmara depremi sonrasında, Izmit Kentsel Sit alanı içinde yer alan yapılarda hasar görülmemesinin temel nedeni de budur.

– Anadolu konut geleneğinde yığma bölümlerde kullanılan ahşap hatıllar, karkas sistemde kullanılan payandalar ve karkas elemanlarının bağlantılarında kullanılan çiviler bu yapıların depreme karşı dayanımını artıran önemli özelliklerdir. Nitekim Japonya’daki geleneksel konutlar özelinde yapılan araştırmalar ve geliştirilen güçlendirme önerileri bu detayları kapsamaktadır.  Ahşap karkas yapıların bağlantı detaylarında metal kenetler, vidalar ya da geçme detayları yerine çivi kullanımının, çivinin daha esnek olması nedeni ile yapının esneme kabiliyetini artırdığı. Anadolu’daki örneklerde geçme detayları yapıların kapı, pencere gibi elemanlarında kullanılırken, karkas bölümde sadece çivi kullanılması depreme dayanımı artırmak üzere bilinçli bir seçimin ve uzun bir geleneğin ürünü olmalıdır.

– Karkas sistemde kullanılan bağdadi tekniği yapının yatay yüklere karşı direncini artıran bir başka özelliktir. Buna karşın dolgu malzemesi olarak taş, tuğla, kerpiç kullanıldığında bu malzemelerin ağır olması ve bağlayıcı harcın (özellikle toprak harç) yeterince güçlü olmaması gibi nedenlerle depremde bu dolguların boşaldığı ya da hasar gördüğü saptanmıştır.

– İşleve bağlı olarak -pencerelerin genişletilmesi, taşıyıcı dikmelerin/payandaların/ara bölme dikmelerinin kaldırılması, alt katların dükkana dönüştürülmesi gibi- ahşap yapılara sonradan yapılan; ana taşıyıcı ya da payandaların kaldırılması, dikme aralıklarının genişletilmesi gibi müdahaleler yapılarda stürüktürel bütünlüğünü bozarak hasara neden olmaktadır.

Bu değerlendirmeler ışığında Anadolu’daki geleneksel ahşap karkas konutların yer seçiminden, bağlantı detaylarına kadar pek çok teknik özelliği ile depreme karşı yüksek performans gösterecek biçimde inşa edildikleri söylenebilir. Bu teknik özelliklerin deneyimlere ve deneyimlerden üreyen köklü bir geleneğe dayalı olduğu açıktır. Anadolu konutlarında var olan teknik özellikleri tesadüfi seçimler olarak değerlendirmek yerine, teknik açıdan başarılarını görmek, yetersizliklerini tanımlamak ve geliştirmek ve bu yapıların korunmasını sağlamak, bu konuda çalışan farklı disiplinlerin sorumluluğudur.

Kaynak: Neriman Şahin GÜÇHAN

Konstrüksiyon için Ahşap

Ahşap kolay işlenebilir, uzun ömürlü ve neredeyse her yerde kullanılmaktadır. Ahşap dışında hiçbir yapı malzemesi çok az enerji kullanılarak ve çevreye zarar vermeden üretilemez.

Ahşap diğer yapı malzemelerine nazaran hafif ve oldukça yüksek mukavemetlidir. Dünya çapında yapılmış sayısız köprüler, kuleler ve ahşap yapılar buna tanıklık eder. Ahşaptan yapılmış binalar, çatılar, duvarlar, döşemeler, merdivenler nesiller boyunca kullanılmaktadır. 700 yılı aşkın bir süredir insanların yaşadığı ahşap binalar, ahşabın uzun ömürlülüğünü kanıtlamaktadır.

Yapı sahibi ekonomi, sağlıklı yaşam ve estetik gibi nedenlerden dolayı ahşap evleri tercih etmektedir. Ahşap ısı yayar ve hiçbir zararlı
madde çevreye vermez. Üstelik modern yapı teknikleri sayesinde ahşabı korumak için kimyasal maddelere gereksinim duyulmaz.

Ahşap yapı malzemeleri çok sıkı kalite kontrol ve denetiminden geçirilmektedir. Ahşap malzemelerin ve ürünlerin kalitesi belirtilen standartlar ve ruhsat belgesi ile garanti altına alınmaktadır. Hızlı ve verimli prefabrikasyon, kolay işlem ve sürekli elde edilebilirliğiahşap ile yapımı hızlı ve ekonomik yapmıştır.

Ahşap ile yapım her zaman doğru bir seçimdir.

AHŞAP İLE İNŞA ETMEK EKONOMİK VE ENERJİ VERİMLİDİR

Gelecek ekonomik ve enerji tasarruflu yapılara aittir. Bu konuda modern ahşap konstrüksiyonları yeni perspektifler açmaktadır.

Düşük enerjİ gereksinimli ahşap yapılar ekonomik ve enerji bakımından daha verimlidir.30 veya 40 sene önce yapılmış olan konutlarda, bir metrekare alan için yılda ortalama 300 kilovat saat ısınma enerjisine ihtiyaç vardır. İyi ısı yalıtımlı geleneksel yapılarda ise bir metrekare için tüketilen ısınma enerjisi yılda ortalama 60 ile 80 arası kilovat saattir. Ancak düşük enerjili
modern ahşap evlerde bu miktar 15 kilovat saat’in altındadır. Düşük enerji gereksinimli (enerji tasarruflu) ahşap yapıların ısı yalıtımı, pencere yeri ve büyüklüğü, havalandırma ve sıcaklık kaybı öyle optime edilmiştir ki geleneksel ısıtmaya gerek kalmamaktadır. Isı geri kazanımlı havalandırma sistemleriyle sağlanmaktadır.

Masif ahşap ürünleri endüstriyel ahşap malzemelerle -OSB kontrplak gibi- birlikte kullanıldığında hava geçirmez bina iskeleti (dış cephe) yapımı için uygun olurlar. Bu özellikler ve ahşap miktarıyla ilişkilendirilerek kullanılan yüksek oranda ısı yalıtım malzemesi enerji gereksiniminin olumlu yönde dengelenmesinin temelini oluşturur.

Aşağıdaki bütün özellikler ahşap yapı sisteminlerinde bulunmaktadır.

Yangından Korunma

Ahşap konstrüksiyonda elemanların yangına mukavemeti bileşen tabakaların yanıcı veya yanıcı olmayan malzemelerin kullanımı ile
elde edilmektedir. Taşıyıcı duvar elemanlarının her iki yüzeyinde yanmaz suntaların (alçı ve lifli çimento levhalar) kullanımı ve iç boşluklarda yalıtım malzemelerinin tamamıyla kullanımı sayesinde herhangi bir ek önlem almadan F30-B talepleri yerine getirilmektedir. Ekstra alçı ve lifli çimento levhalardan yapılmış kaplama ile yangın direnci daha yüksek düzeylere çıkarttırılabilir.

Bu yangına mukavemet tek katlı, dubleks veya çok katlı ahşap evlerin bölme duvar veya bina arası duvarlarında geçerlidir.
Almanya’da bulunan sayısız dört katlı ahşap binaların yüksek derecede yangına dayanıklılığı bunun kanıtıdır.

Ses yalıtımı

Geleneksel beton binalardan farklı olarak ahşap yapı sisteminde gerekli ses yalıtım taleplerinin karşılanması için çok katlı tabakalar yöntemi kullanılır. Tabakaların, birbirlerinden müstakilliği önemlidir. Çok fazla çaba harcamadan (gayret göstermeden), tamamıyla yalıtılmış ahşap prefabrik konstrüksiyonun çatı, duvar ve tavanı çok sıkı olan Alman ses geçirmez şartlarını yerine getirmektedir.

Depreme dayanıklı

Almanya’da depremlerin yapılar üzerindeki etkisi, yoğun araştırma konusudur. Araştırma sonuçları, çağımızın teknolojisini tanımlayan Alman DIN Standartlarının ve yönetmeliklerinin esas noktalarını yansıtırlar. Masif ahşap ürünler lamine kiriş uygun bağlantılar ile kullanıldığında istenilen sünek davranışı ile deprem kuvvetine dayanabilirler.

Ekonomik

Kuru masif ahşap ürünler, yüksek kaliteli prefabrik yapı elemanlarının üretimini mümkün kılmaktadır. Ahşap yapılar için kurutma zamanı gerekmez ve hemen taşınabilirler. Bu da hızlı, verimli ve ekonomik yapım sağlamaktadır.

Ahşpa ile Yapım, Büyüyen Bir Alternatif

Orta Avrupa’da ahşap asırlardır inşaatlarda kullanılmaktadır. Modern işleme teknikleri (kereste işleme) ve kalite kontrollü ahşap yapı malzemeleri günümüzün ekonomik ve verimli ahşap yapılarının temelidir.

Ahşap çatılar – Uzun vadeli güvenlik

Ahşap çatılar uzun vadeler için güvenlik sağlamaktadırlar. Hafif olduğundan her türlü bina için doğru bir çözümdür. Kendi yüklerini, rüzgâr ve kar yüklerini sağlam ve güvenilir şekilde altlarındaki konstrüksiyona aktarmaktadırlar. İnşaat malzemesi olarak, ahşabın fiziksel özellikleri ile her türlü çatı biçimi, ister beşik, ister kırma veya mansart çatı yapmak mümkündür. Ahşap çatılar binayı atmosfer etkilerinden (yağmur, kar, rüzgâr, sıcak ve soğuktan) koruyan tamamlayıcı bir parçadır.

Ahşaptan yapılmış çatı konstrüksiyonu binanın değerini uzun bir süre için sağlama almaktadır. Çatı katı odalar ekstradan yaşam alanı yaratmaktadır. Görünen strüktürel masif ağaç veya lamine kirişten yapılan mertek ve dikmeler ferah bir yaşam ortamı yaratmaktadırlar.

Karma yapı sistemi

Taşıyıcı konstrüksiyonu beton vb. malzemelerden olan ve dış cephesi yüksek ısı yalıtımlı ahşap elemanların birleşimi ile yapılmış düşük enerji gereksinimli (enerji tasarruflu) ahşap yapılar geliştirilmiş ve kullanımları artış göstermektedir.

Ahşap elemanların dış cephede kullanım nedenleri olarak çok iyi ısı yalıtımı, az duvar kalınlığı, hafifliği ve yüksek derecede prefabrik
elemanların üretilebilirliği sayılabilir. Örnekler ve deneyler bu sistemin iyi ses ve yangın yalıtım gereksinimi karşıladığını göstermektedir.

Ahşap konstrüksiyonu hafif olmasından dolayı genellikle iyi ve makul bir seçenektir. Örneğin binaya ilave kat yapılması gerekiyorsa ve bina temelinin taşıma gücü ağır ek yüklere müsaade etmiyorsa, prefabrik ahşap elemanları hafif olduğu için beton, kerpiç veya çeliğe kıyasla tercih edilmektedirler.

Günümüz teknolojisi ile yapılan yüksek derecede ısı yalıtımlı prefabrik ahşap elemanlar kullanılarak gerek yeni gerekse ek binalar
yapılmaktadır.

Salon ve Ticari Binalar

Ekonomik ahşap yöntemi ile spor, endüstri ve ticari salonlar hızla, düşük maliyetle ve verimle yapılabilmektedirler.

Spor ve eğlence yeri yapıları geniş çatı açıklıklarına sahip olduklarından, ahşap ve cam birleşiminden oluşan modern yapı yöntemiyle yapıldığında etkileyici bir mimarı iz bırakmaktadırlar.

En son eğilim, değiştirilebilen ve ihtiyaca göre değişebilen esnek modüllerle ahşap modüler sistemlerdir. Düşük inşaat maliyetleri ve kısa yapı süreleri sebebiyle ahşap modüler sistemler okullar, çocuk yuvaları, eğlence merkezi tesisleri, spor kompleksleri ve benzer projeler için idealdirler.

ahsap spor salonu

Ahşap köprü

Dünyanın her yerinde yapılmış birçok köprüde, taşıyıcı yapı elemanları için malzeme olarak ahşabın kullanılmış olması uygunluğunun kanıtıdır. Almanya’da, mühendisler ve teknisyenler uzun bir süredir, ahşap köprüleri inşa etmek için yeni yapı metotları geliştirmişlerdir, öyle ki köprü elemanları tekil olarak  değiştirilebilmektedirler. Ekonomik ve teknik avantajlarından ayrı olarak, ahşap köprülerin bulundukları yerlere ekledikleri değerler kabul edilmiştir. Ahşap köprüler her zaman, çevrelerini zenginleştirirler. Ahşap yapı kırsal gelişmede teknik bir önem kazanmaktadır. Bir yerleşim biriminin içinde ahşabın organik bir malzeme olarak doğal güzelliği etkileyicidir.

ahsap kopru

kaynak: www.germantimber.com

Ahşap Kamelya Slayt Gösterimi

Ahşap Kamelya/Kameriye ürünlerimiz genellikle ithal çam ağaçlarından imal edilmektedir. İsteğe göre özel Afrika ağaçlarından da (sapelli, ıroco, vb.) yapılmaktadır. Fırınlanmış olarak nem oranının %12-16 arasında tercih ettiğimiz ithal çam ağacı isteğe göre kahverengi ve yeşil emprenye edilerek ağacın mantar ve böcek istilasına karşı uzun yıllar koruyucu görev görmesi sağlanır. Ayrıca en iyi ahşap dış cephe boyalarıyla da istenilen renkte boyanıp ahşabın UV ışınlarından ve olumsuz hava koşullarından uzun yıllar korunması sağlanır.

Ahşap Kamelya/Kameriye ürünlerimiz istenilen ebatlarda özel proje ve tasarım çalışması yapılarak, müşterilerimizin beklenti ve isteklerine en uygun koşullarda sunulmaktadır.

Ahşap Kamelya/Kameriye malzemelerimiz, müşterilerimizin istekleri doğrultusunda tasarımlarına uygun olarak atölyede hazırlanır. Yerinde montajı yapıldıktan sonra son rötuş boyası yapılır.

İstanbul'un Ahşabı: Doğumu ve Ölümü

Uğur Tanyeli – İstanbul’un Ahşabı: Doğumu ve Ölümü

Eski İstanbul’u ahşap kaplamalı konut kadar belirgin biçimde karakterize eden, dolayısıyla da bildik pek az mimari olgu var. Belki de ondan ötü­rü, İstanbul ahşabı tarihsel bir incelemenin konusu pek olmamıştır. “Ah­şap İstanbul için gelenekseldir” yargısı konuyu tartışma dışı bırakmaya yetmiş, ahşap adeta zamanötesi bir İstanbul gerçeği gibi düşünülmüş­tür. Tarihsel bir açıklama arandığında ise kentin depremselliği yeterli bir gerekçe sayılmıştır. Kuşkusuz, neredeyse bütün kalıp yargılar gibi ahşabın gelenekselliğine ilişkin olan da önemli bir doğruluk payı içeriyor. Yalnız İstanbul’da değil, söz konusu malzemenin elde edilebilir olduğu tüm geleneksel toplumlarda ve kentlerde ahşap gelenekseldir. Bu, Elizabeth çağı Londra’sı için olduğu gibi, Napoleon’un işgaline dek Moskova ve hatta modernleşme dönemi öncesinin Kahire’si için de geçerli bir sav. Hepsinde ağırlık ve niteliği değişmekle birlikte, ahşabın konut yapımında vazgeçilmez bir yeri vardı. Sorun, nasıl bir ahşap kullanımı türünün, hangi gerekçelerle belirdiği noktasında düğümleniyor. Kaba ve ayrıntısız bir gözlemin ötesine gidildiğinde, İstanbul konutunda ahşap kullanımı ta­rihinin hiç de o kadar apaçık olduğu söylenemez. Aşağıda gösterilmeye çalışılacağı gibi, Osmanlı İstanbul’unda uygulanan ahşap konut yapım tekniği, önce bu kent dışında da çok yaygın, genelgeçer bir inşai pratik­ken, adım adım istisnai bir lükse (ahşap kaplamaya) yer vermeye ve genelgeçerden uzaklaşmaya başlamış, ardından tümüyle endüstriyel ola­nakların belirişine bağlı olarak, istisnainin kurallaştığı bir noktaya kadar gelip dayanmıştır. Sonra da yarattığı ahşap kullanım alışkanlığının gele­neksel değil, ama Modernite’ye ait olduğunu unutmayı yeğleyen bir top­lumun yeni bir değişim eşiğinde terk edilmiştir.
İstanbul’da uygulanan konut yapım teknikleri konu­sunda bilinenler Bizans dönemine dek uzanmıyor. Osmanlılar’ın devral­dığı yapı stokunun durumu da meçhul. Sözgelimi, çok sayıda vakıf konut yapısına ilişkin kayıtlan içeren bir Fatih vakfiyesi, oda ve kat sayısı hak­kında kantitatif analizler yapmaya olanak verse de, inşai bilgilere yer vermez1. Kimi zaman “kafiri” diye nitelenen ve Osmanlı öncesi bir köke­ni tanımlayan yapı nitelemelerinin inşai anlamı da belirsizdir. Ancak, “kafiri” yapının vernaküler nitelikte olmayan kargir konstrüksiyona işa­ret ettiğini düşünmek daha doğru olur. Özetle, Bizans-Osmanlı sürekli­liği ya da kesintisi bu bağlamda tartişilamamaktadir. Ancak, fethin ken­tin konstrüktif görüntüsünü hızla değiştirdiğim düşünmek zordur.16. ve 17. yüzyıl İstanbul konutunun teknik özellikleri daha iyi belgelenmiştir. Dolaylı ve dolaysız veriler nasıl bir konut yapılaş­masının sözkonusu olduğunu az çok ortaya koyarlar. Örneğin, Salomon Schvveigger2, seyahatnamesine eşlik eden çok bilindik resimlerden birin­de bir erken 17. yüzyıl İstanbul evini gösterir. Bu tipik bir hımış strük-türdür. Anadolu ve Balkanlar’da yüzlerce yıl boyunca uygulandığı için iyi bilinen, ve ahşap çatkısının kesit inceliği (ve  kuşkusuz başka kurgu özellikleri) nedeniyle, Orta ve  Bati Avrupa  ahşap  karkasindan farkli  bir geleneğe bağlıdir.Bu hımış türü kerpiç, tuğla veya  taş dolgulu   hafif karkastan  oluşur ve çatısı ana çatkıyı bütünlemekten çok, onun üzerine oturup örten özerk bir sistem olarak çözümlenmİştİr.  Dernschwam  üst kati  böyle  bİr sistemle inşa  edilmiş bir İstanbul kervansarayını arkaik Almanca yazımıyla  “…    an dîe hawssmawer klaine   hulczene kamerle,   mit  lam   aus   geflochten…” (ana duvarları üzerinde dolgusu çamurla yapılmış küçük ahşap hücreler) vardı diyerek anlatır3.Kimi Osmanlı belgelerinin “Çatma”   dİye   nitelediği yapı tekniği budur4. Sözkonusu tekniğin İstanbul özelindeki durumu, kentin yapı stoku içindeki ora­nı ve bu ahşap çatkının dış yüzeyinin yine ahşap levhalarla kaplanmış olup olmadığı gibi iki açıdan tartışılmalıdır.
ahsap makale sekil1
Birinci konuda, yani, hımışın 16. ve 17. yüzyıl İstanbul’undaki yaygınlık düzeyi için kantitatif bir analize olanak verecek ve­riler yok. Ancak, 1546-47 tarihli İstanbul Vakıfları Tahrir Defteri’nde kayıtlı konut yapıları hakkındaki bilgilere dayanarak yapılan bir hesap­lama, konut stokunun yaklaşık %75’inin o sırada tek katlı olduğunu or­taya koyuyor5. Aynı gerçek Dernschwam gibi bazı Batılı gözlemciler ta­rafından da dile getirmiş, hatta gerçekçi biçimde resmedildiği de ol­muştur6. Tek katlı yapıların hımış tekniğiyle gerçekleştirilmesiyse, eko­nomik ve anlamlı gözükmüyor. İstanbul’un tek katlı yapılaşması içinde, oranını hiçbir zaman bilemeyeceğimiz miktarda kerpiç ve moloz taş ya­pı bulunmuş olmalıdır. Ahşabın kente 16. yüzyılda da uzaktan taşındığı ve dolayısıyla pahalı olduğu gerçeğiyle birlikte düşünülürse bu varsayım makul gözükür. Gerçekten de, kentin inşaat ahşabı gereksinmesi Istı-rancalar’dan ve Samsun’a kadar uzanan Karadeniz kıyısından, İznik, Akyazı, Sapanca, Göynük ve özellikle de İzmit’ten karşılanmaktadır7. İz­nik’te su gücüyle çalıştırılan bıçkıların bulunduğu da anlaşılıyor8. Ahşap buralardan çoğunlukla işlenmiş olarak gelmektedir. Tomruk halinde ta­şımanın maliyetinin çok daha büyük olduğu açıktır. Kaldı ki, İstanbul çevresinde su bıçkılarını çalıştırmaya olanak veren düzenli debili akar­suların bulunmayışı da bunu zorunlu kılmaktadır. Ancak, yine de İstan­bul’da bıçkıcılar bulunduğu ve bunların el bıçkıları kullanarak üretim yaptlkları bilinir9.
Osmanlı belgele­rinde rastlanan “bina mühimmi” için işlenmiş ve yarı işlenmiş ahşap türlerinin dökümü bunların inşai rolleri hakkında ancak kaba kestirimler yapmaya olanak veriyor. An­cak, 16. ve 17. yüzyıllar arasında belirgin bir çeşit artışı gözlemlen­mektedir ki, bunun konut inşaatında bir yansıma bulduğu ileri sürülebilir. 1567 tarihli bir belge10 direk, ta­ban, Karadeniz çubuğu, taslak çubuğu, ayrık mertek, pare mertek, bas­kı merteği, Ahyolu tahtası, Solikos tahtası, Silivri tahtası, uzun padav-ra, orta padavra, kısa padavra gibi on üç kalem ahşap içerir. 1582 ta­rihli başka bir belge de11 çok daha zengin değildir ve içinde (verdinar=gürgen) direk, (verdinar) taban, dolma direği, havli direği, Karasu çubuğu, Tavşancıl tabam, gurna, harcı çubuk, kara direk, doğluk, 5a-manlu merteği, ibrek merteği, kumba yarma merteği, emaret tahtası, sandal tahtası, parladı tahtası, Karadeniz tahtası, Ahyolu tahtası, İzmit tahtası, uzun kadne, bozilik ve fındık tahtası gibi ahşaplar yer alır.
“Dolma direği” terimi, hiç kuşkusuz, hımış konstrüksiyonun araları kerpiç veya tuğla örgüyle doldurulan ana taşıyıcı elemanını nitelemektedir12. “Taban”, bugün de yatay bağlantı elemanının adı­dır. Mertek de çatı yüzeyini oluşturan eğimli taşıyıcı olarak eski anlamı­nı hâlâ korumakta. Buna karşılık, belgelerde zikredilen tahtaların cep­he kaplaması için olduğuna işaret eden hiçbir şey yoktur. Döşeme ve ta­van için kullanıldıklarını düşünmek yanlış olmaz. Sorun, “padavra”nın (pedavre)  işlevi konusunda düğümleniyor. Çünkü, belgelerden biri padavra boyutlarım vermektedir13ve bu boyutlar bugün padavra denildiğinde akla gelen ahşap çatl kaplama  elemanından büyüktür.Örneğin, uzun  padavra iki zira sekiz parmak (yak. 1.70 m), orta padavra birbuçuk zira (yak.1.05m) ve kısa padavra bir zira sekiz parmak (yak. 0.95 m) olarak tanımlanmaktadır. Fiyatı da diğer ahşap çeşitlerine ak- olarak zikrederler, oranla belirgin biçimde düşüktür14. Daha da önemlisi bu denli iri olduğuna göre, tahta ile padavranın farkı nedir? Bunun bir işlenme kalitesi farkına tekabül ettiğini düşünmek yanlış olmaz. Tahta ya da levha, su ya da el bıçkısıyla iki yüzü de te­miz olarak biçilmiş ahşapken, padavra, kesim artığı niteliğinde olan, bu­gün kapak tahtası denilen ve belki de onun biraz daha çapağı alınmış tü­rünün adı olabilir. Schvveigger’in İstanbul evi resminde görülen çatı kaplaması muhtemelen padavra olmalıdır. Kiremidin uzun süre pahalı bir yapı malzemesi olduğu göz önüne alınırsa, aynı çağda Avrupa’nın ço­ğu yerinde olduğu gibi burada da çatı kaplaması olarak yaygın biçimde padavra kullanılmış olması mümkündür.
17. yüzyılda piyasadaki ahşap malzeme türlerinin es­kisine oranla büyük oranda çeşitlendiği fark ediliyor. Örneğin, gerek 1640 tarihli es’ar defteri15, gerek aynı tarihli narh defteri16 yaklaşık bir yüzyıl içinde yapı sektöründe uzmanlaşma ve standardizasyon yö­nünde bir değişim olduğunu gösterirler. Özellikle “sütun”, taban, “ver-geh” (kiriş) gibi ana taşıyıcı elemanların çeşitleri çok artmıştır. Oysa, “elvah” (tahta) çeşitleri daha kısıtlıdır ve tane fiyatları da 3 ile 16 ak­çe arasında değişmektedir. Bunun esaslı bir pahalılık düzeyi tanımladı­ğı kolayca kestirilebiliyor. “Neccar” (dülger) gündeliğinin 20-25 akçe mertebesinde olduğu bir dönemde17 bir dülgerin günlük kazancı ile iki “imaret tahtası” (tanesi 16 akçe) bile satın alınamamaktadır. Bunun anlamı, ahşap cephe kaplamasının kısıtlı ölçüde uygulanan, tam bir üst sınıf lüksü olduğudur. Böyle bir lüksü edinemeyenler hımışla (ahşap strüktürlü, kerpiç ya da tuğla dolgulu, dışı sıvalı ya da sıvasız inşaat) yetinmişlerdir. Örneğin, muhtemelen geç 17. yüzyılda Beyazıt İmare-ti’nin cephe kesimi üstüne inşa edilen -S.H. Eldem’in adlandırmasıyla- Meşruta Köşk yıktırılmadan önce çekilen fotoğraflarının açık biçimde kanıtladığı gibi, hımış konstrüksiyonludur18.
En azından 17. yüzyıl sonundan başlayarak ahşap dış kaplamanın nasıl uygulandığı konu­sunda bazı bilgilere sahibiz. Anado­lu Hisarı’nda Köprülü Yalısı’nın 1699 tarihli selamlık divanhanesi ahşap kaplamalıdır. Yapının pence­relerinin üstündeki dış cephe kapla­ması özgün düzenim kısmen korur.Buradaki pasaii kaplama sonraki yüzyılların bitişik düzen yatay ahşap kaplamasına hiç benzemez ve aslında iç mekâna özgü olan bir kaplama türünün bu çağdan başlayarak artık dışta da uygulandığını akla getirir. S.H.Eldem, Çırağan Sarayı Yalı Köşkü (1719) ve Bayıldım Köşkü (1748) gibi diğer bazı erken 18. yüzyıl lüks yapılarında da benzer pasalı cephe kaplamaları gerçekleştirildiğini ileri sürer19. Kısıtlı sayıda gravür onun iddiasını doğrulamaktadır. Ayrıntılar ise, genel bir yargı vermeye ola­nak verecek örnek bulunmadığı için meçhuldür.
18. yüzyılın ikinci yansına ait olduğu kestirilebilen iki yapı, Köçeoğlu ve Sadullah Paşa Yalıları ahşap cephe kaplamasının ev­rimi konusunda fikir verirler. Bunlarda yatay bitişik sıralar halinde, bi­nisiz uygulanmış bir ahşap kaplamayla karşılaşılır. Levhaların enleri endüstri öncesi tahtalar için olağan sayılan farklılıklar gösterir20. Bini açmak, henüz böyle bir işlem için gerekli makine donanımı bulunmadı­ğından ötürü, ancak elle yapılabilirdi ki, bu da zaman ve işçilik kaybı ol­duğundan uygulanmamıştır. Onun yerine derzlerden su girişine engel olmak için kesitte üçgen pahlama yapılıp, bu sorun pahların üst üste oturtulmasıyla çözümlenmeye çalışılmıştır. Ve nihayet 18. yüzyılın ikinci yarısında da ahşap kaplamalı ev hâlâ lükstür. Köçeoğlu Yalısı yıktırılıp yok edilmeden önce bunun en ikna edici kanıtını içeriyordu: Yalının de­niz cephesinin konstrüksiyonu ahşap kaplamalı, kara cephelerininki ise sıvalı, tuğla dolgulu hımıştı21. Bundan çıkarılacak birinci sonuç, yukarı­da da belirtildiği gibi, ahşap kaplamanın pahalılığından ötürü tüm cep­helerde kullanılamadığı, ikinci sonuçsa ahşabın deniz kıyısı için daha iyi bir çözüm olduğu doğrultusundadır. Yalı denizin etkilerine açıktır ve in­ce bir sıva katmanıyla korunan hımış dolgusu nem ve serpintiden çok hızlı zarar görecektir. O halde, ahşap kaplamamnın ilk olarak yalılarda yaygınlaştığım söylemek yanlış ol­maz. Çünkü, hem kaplamanın en ya­rarlı olduğu, hem de en yüksek gelir grubuna ait olan yapı tipi oydu. Kent içindeki konaklar muhtemelen 19. yüzyıl başına dek çoğunlukla sıvalı hımış  strüktürler   olmayı   sürdürmüşlerdir. Bazı 18. yüzyıl minyatürlerinde İstanbul hımışının gerçekçi betimlemelerine de rastlanır22. Bir sonraki yüzyıl içinde çekilmiş çoğu erken İstanbul fotoğrafındaysa hımış konaklar kolayca tanınabilecek bi­çimde görülür23.
ahsap makale sekil 2
Böyle fotoğraflarda dikkat çekici olan, sıvalı dış cephe ile alçı tepe penceresinin İstanbul’da neredeyse eşzamanlı olarak, bü­yük olasılıkla 19. yüzyılın hemen başlangıcında ortadan kalkmakta olu­şudur. Kentin varlıklılarının hımışla tepe penceresini hemen hemen bir­likte (belki tepe penceresini biraz daha erken, 18. yüzyılın sonlarından başlayarak) unutuşu büyük olasılıkla sanayileşmenin Türkiye’deki bir yansıması olmalıdır. Tepe penceresi, levha camın elle üretildiği ve hem az bulunup, hem de çok pahalı olduğu bir dönemin yapı öğesidir. Dolayı­sıyla, hiçbir zaman yoksul ve hatta orta hallilerin evlerine girememiştir. Avrupa’dan endüstriyel yöntemlerle üretilmiş levha pencere camı ithal edildiğinde fiyatlar düşmüş, buysa bir zamanlar camsız ve masif kapak­lı olan altlık pencerelere camlı kanat takılmasını sağlayarak, tepe pen­ceresini işlevsiz bırakmıştır24. Benzer bir süreç de tahta kesiminin bu­har bıçkılarıyla yapılmasının fiyatların ucuzlamasına yol açmasında söz-konusudur. Yine de bu sürecin başlangıcına ilişkin meçhullerin aydınla­tılması için daha kapsamlı araştır­maların yapılması gerektiği açık. Örneğin, Balkanlar’da beliren erken kapitalistleşme25 hareketinin İstan­bul’a akan ahşabın miktarını artırıp göreceli olarak ucuzlamasına yol açıp açmadığı yanıtlanmayı bekleyen bir sorudur.
19. yüzyılın ikinci yarısındaysa durum artık tartışılamaycak kadar açıktır. Kente akan ahşapta, Anadolu ve Rumeli kaynaklı yerli üretimin yanı sıra, ucuz ithalatin da ağırlıklı olduğu görülüyor. Muhtemelen 1880’lere ait olduğu kestirilebilen, İstanbul’daki bir ahşap toptancısının tarihsiz katalogu, kullanıcılara 91 sayfa boyunca binlerce kalem ahşap malzemenin nitelik ve fiyatlarını sunar26. Gerçek bir standartlaşma sözkonusudur artık. Aynı katalogdan M. Zachary, I.I. Pavlides ve A.I. Partdjoglou, Vasil I. Milopoulos, Hemokrat Hristoforidis gibi büyük toptancıların adları da öğrenilmekte, genellikle Türkiye’ye Yukarı Silezya ve Bukovina kökenli ahşapların Viyana merkezli firmalarca ihraç edildiği görülmektedir.
ahsap makale sekil 3
Ahşabın ucuzlayıp çeşitlenişi yaklaşık aynı yıllarda (1903-4) yayımlanmış bir başka rehber kitapta uzman olmayan evsahiplerinin anlayacağı gibi, ancak çok ayrıntılı olarak betimlenir27. Reh­ber, ahşap çeşitlerini sıralarken 19. yüzyıl sonunda gelinen nokta hak­kında da ilginç bilgiler verir. Örneğin, içerdiği ahşap malzeme listesi, bu alandaki durumun 16. ve 17. yüzyıllardakinden ne denli farklı oldu­ğunu ortaya koymaktadır. Artık önceki dönemlerdekinin aksine, çeşidi bol olanlar strüktürel ahşap elemanlar değil, kaplama tahtaları ve di­ğer bitirici malzemelerdir. Aynı kitap ahşap konut inşaatlarım “adi ebniye, ikinci ebniye, üçüncü ebniye” olarak üç kategori halinde ele alır. Adi ebniye en ucuz olanıdır ve arşınkaresinin maliyeti 80-120 kuruş, üç katlı olursa 180 kuruş olarak verilir28. İki katlı ikinci sınıf ahşap evin arşınkaresi 1-1.5, üç katlınınki 2-2.5 liraya mal olmaktadır29. Kargir iki katlı yapılarda iki taraftan binalara bitişik olursa bu değer 3-4’e, üç katlılarda 4-5’e çıkmaktadır. Ayrık düzen kargir ikinci sınıf yapinin ise,katlısının arşınkaresi 4-5, üç katlısı 5-6 liradır.³ºEn   kaliteli inşaatta İki katil ahşap yapının arşınkare maliyeti 3-5,üç katlılarda 4,hatta 6-7 olabilmektedir. Oysa, iki katlı kargir yapıda maliyet 15-20 ve üç katlısı için 30-40 düzeyindedir31.Görüldüğü  gibi İstanbulllular’a kargir inşaatın önerildiği bir devirde, en kaliteli ahşap yapının birim maliyeti kargir inşaatın beşte biri kadardır. 19. yüzyılda Osmanlı başkentinin neden bu denli yoğun bir ahşap konut dokusuna sahip olduğunun daha inandırıcı bir açıkla­ması herhalde yoktur. İstanbul nüfusunun sürekli olarak ve hızla art­tığı bu yüzyılda konut gereksinmesi en ekonomik biçimde böyle karşı­lanmış olmalıdır.
“Yarı-kargir” olarak nitelenebilecek hımışın İstan­bul’dan tasfiye olmasında ucuz ve standartlaştırılmış hazır ahşabın ABD’de yaptığı etkiyi yaptığını ileri sürmek yanlış olmaz. Ahşap yapı çok hızlı inşa edilebilmektedir. Kargir işçiliğinin gündelik bazında dülger yevmiyesiyle neredeyse eşit olduğu bir dönemde, en karmaşık ahşap ya­pının inşaatı haftalarla ifade edilirken, kargirinki en iyimser ifadeyle aylar almaktadır. Üstelik, ahşap yapı neredeyse tek kalem imalatı içer­mekteyken, kargir onlarca kalem üretim demektir. ABD kentlerinin “balloon frame” sayesinde varolmalarına benzer biçimde, ahşap kulla­nabilen Türkiye kentleri de her şeyden önce bu nedenle görüntü değiş­tirmiştir. O kadar ki, 20. yüzyıl başına gelindiğinde kimi kent bir zaman­lar hımış geleneğine sahip olduğunu unutmuş bulunuyordu. Örneğin, Te­kirdağ “ahşap dampingi”nin İstanbul’dan sonra en başarılı olduğu yer­lerden biriydi. 1960’ların başında, henüz büyük apartmanlaşma girişim­leri başlamadan önce gözlemlendiği haliyle, bu kentte sadece birkaç kaydadeğer hımış yapı kalmış, kentin yapı stoku tümüyle ahşap kaplama­lı hale gelmişti. Kökende bir geç 17. veya erken 18. yüzyıl hımış strüktürü olan Rakoczi Evi betonlaştırılıp “restore edileli” beri, Tekirdağ’ın eski hımış geleneğini tek başına sadece “çağrıştırmaktadır”.
İstanbul ahşabının 19. yüzyıl içindeki tarihçesi, bir yandan ekonomik koşullar ve endüstrileşmenin etkilerini yansıtırken, öte yandan da W. Gropius’un anıtsal ifadesini doğrulayan örneklerden birini oluşturur: “Bugün lüks diye nitelenenlerin çoğu yarın norm ola­caktır”32. Bir zamanlar en üst sınıfların dışında kalanların kolay kolay edinemediği bir lüks olan ahşap dış kaplama, 19. yüzyılın ikinci yarısın­da konut için gerçekten de norm olmuştur. Sözkonusu değişim süreci içinde ahşabın giderek geleneksellikten uzaklaşıp gerçekten “modern” bir teknik ve malzemeye dönüştüğünü fark etmek de olanaklıdır.1911 yılında yayımlanan kapsamlı bir yapı kitabı inşaatçılara ahşap yapımın bu Modernite’ye özgü veçhesini göstermektedir33. Demek ki, 19. yüzyıl biterken ahşap yapım artık salt pratikte tanımlanmış olmaktan çıkarak, “kitabi” bir epistemolojik zemin edinmeye de başlamıştır. En azından bu eşikte konumlanmaktadır. Ancak, sözkonusu eşik tam anlamıyla hiç aşı­lamayacak, ahşabın Türkiye’deki en güçlü temsilcisi olan İstanbul onu Birinci Dünya Savaşı ile birlikte, tam da o Modernite eşiğinde müthiş bir hızla terk edecektir.
Ahşap yapımın değişim sürecinin belki “çıkmaz so­kak” olarak nitelenebilecek kimi yan deneyleri de vardır. Örneğin, 19. yüzyılın ilk yarısında geçmişteki ve o sıradaki yaygınlık derecesi bilin­meyen bir başka teknik de uygulanmıştır: Dış cephede bağdadi sıva. Eş aralıklı çakılmış ince çıtalar üzerine sıva yapmak biçiminde uygu­lanan bu çok yaygın İstanbul tekniği genellikle iç mekânda kullanıl­mıştır. Ancak, 1978’de yıktırılan Beşiktaş’ta Bahribaba Parkı yakı­nındaki bir erken 19. yüzyıl konağında dış cephenin tümü böyleydi. Cibali, Ayakapi’da daha geç tarihli bir bağdadi sıvalı evse halen ayak­tadır34. Bu tekniğin hımışla ahşap arasında bir geçiş dönemini mi ta­nımladığını bilmek ilginç olurdu. Dış sıvanın artık çoktan ortadan kalktığı bir devirde devletin bu yönde yaptığı müdahalelerin etkili olup olmadığı da bilinemiyor. Örneğin, 1848 tarihli Ebniye Nizamna­mesi konutlarda “… pencere söğeleri tahtına gelince tuğla ile dolma yaptırıp andan yukarı tavana varıncaya kadar bağdadi yaptırılması”nın sözkonusu olduğunu, ancak “yapılacak ebniye tahta ile kaplanmayarak halis ince horasan ve  süzme kireç  ve yahut ince kum ve kezalik kireç ve ketan kalınlığı ile sıvandığı halde hem metanet-i ebniyeyi mucip ve hem de muhazır-ı mebsutenin” giderilmesine yarayacağim belirtiyor35. Ama, bir dilek olmaktan öteye gitmeyen bu ifadenin kentte ne oranda ciddiye alındığını belirlemek zor. Bugün İstanbul’da eski ahşap konut yapısı o denli az kalmıştır ki, bunlara dayanarak yorum yapmak da artık olanaksız.
Kesin olan tek şey, ahşap kaplamanın egemenliğini 19. yüzyıl ortalarına varmadan kurduğu ve efsanevi İstanbul yangınla­rının bunun sonucunda tırmandığıdır. Aynı dönemde kentte yaşanan hızlı nüfus artışı ve onunla ilişkili yapılaşma alanı yoğunlaşmasıyla bağlantılı olarak, yangın önceki çağlardakinden daha vahim bir soruna dönüşmüş gibi gözüküyor. Yangınlar o denli geniş bölgeleri tahrip ede­cektir ki, yanan alanların yeniden planlanması yönündeki karar uygula­narak, 1860’lardan 20. yüzyıl başına dek, tarihsel yarımadanın en az dörtte üçü yeniden planlanarak bugünkü anahatlarına kavuşturulmuş­tur. Dolayısıyla, ahşabın kentsel egemenliği, yönetimin kargire yönel­meyi daha ısrarlı talep etmesine yol açacaktır. Kargir yapılaşmaya yö­nelik teşviklerin ve yasaklamalarının kent genelinde homojen biçimde etkili olamadığı kesin. Kargirleşme sürecinin hızında etkili olan ana et­menler, hiç kuşkusuz, malsahiplerinin ekonomik olanakları ve kültürel tercihleriydi. Örneğin, gerçekten de erken bir kargirleştirme deneme­si olan Hocapaşa yangın alam düzenlemesi kesinlikle başarılı olmuş, bu alanda 1865 sonrasında hiç ahşap yapı inşa edilmemiştir. Ancak, bu­rasının tarihsel yarımadanın en varlıklı ve en üst sınıf yerleşme alanı olduğu unutulmamalıdır.
Hocapaşa çalışmaları, kargirleştirme politika ve stratejilerini aydınlatma bağlamında da ilginçtir36. Kargire geçişin ilk kapsamlı ve başarılı kitlesel uygulaması olan bölge için 24 Zilkade/10 Nisan 1866 tarihli bir Meclis-i Vala mazbatasıyla radikal bir karar alı­nıp yangın alanında ahşap bina yapımı yasaklanır37. Sözkonusu kuralın uygulanabilmesi amacıyla Ticaret Nezareti bir mazbata ile kargir inşa­atta kullanılacak malzemenin fiyatlarını belirleyecek bir komisyon ku­rar. Fiyat denetimi sağlanabilmesi için yapı malzemesi satan ve üreten esnaf o komisyon tarafından belir­lenen fiyatlara uyacağına ilişkin ta­ahhüt senetleri verir38. Öte yandan inşaat  izin   resimleri   kaldırılarak,kargır yapımın bürokratik işlemler açısından da ucuzlatılması için ay­rıca çabalandığı anlaşılıyor39. Daha önemlisi, kargır yapımın teşviki ve kolaylaştırılması için örnek tip konut projeleri ve onlara ilişkin fiyat keşifleri hazırlatılır, bastırılır ve Ebniye Muhasebecisi tarafından is­teyenlere ücretsiz olarak dağıtılır40. Anlaşılan, yönetim, kargir inşaata geçiş için, konuya yabancı olan İstanbulluların bilgi gereksinmesini de karşılamaya çalışmaktadır. Öte yandan, bu yeniden yapılaşma-planla-ma etkinliklerini yöneten Islahat-ı Turuk Komisyonu yapı malzemeleri­ni ucuzlatmak için, kireç ve tuğla da ürettirmektedir. Bir gazete habe­ri ucuz inşaat malzemesi almak isteyenlerin Ticaret Nezareti Ebniye İdaresi’ne başvurmaları gereğini duyuruyor41. Sıralananlar, kargir-leşmenin sonraki yıllarında yinelenmez. Geç 19. ve erken 20. yüzyılda yapılan başka yangın alanı düzenlemeleri sırasında böylesi destekler gündeme gelmez. Hocapaşa-Gedikpaşa planlamasının hem yönetim, hem de kentliler için bir öğrenme, alışma evresini temsil ettiği düşü­nülebilir. Kargirleşme sürecini bu evrenin ardından artık kamu kay­nakları finanse etmeyecek, hatta güdülemeyecektir.
İstanbul’da ahşap konut tümüyle ancak Birinci Dünya Savaşı sonrasında ortadan kalkar. Bununsa, sürekli olarak yangın teh­likesini vurgulayan yasaklamalardan çok, yine ekonomik gerekçelerle açıklanması gerekiyor. İstiklal Savaşı sonrasında kent nüfusunun bir miktar düştüğü ve uzun bir aralıkta sabitlendiği biliniyor. Bu koşullar­da yeni konut inşaatı azalmıştır. İkincisi, dünya ekonomik düzeninin al­tüst olduğu bir dönemde ucuz ahşap akışının sürdüğünü düşünmek de kolay değil. Ve nihayet bütün bu koşullar Erken Cumhuriyet rejiminin öngördüğü ideolojik programla da bu bağlamda çakışmışlardır: “Ah­şap ev kapanan bir çağın köhne ya­pı tipidir”. Bu ideolojik koşullandır­manın ilkokuldan başlayarak başa­rıyla uygulandığı görülüyor. O yılla­rın okul kitapları, “ahşap evler gayrisıhhidirler,” türünden iddi­alarla kargir dışındaki yapım seçeneklerini öğrenim gören kuşakların zihninde mahkûm ederler42. Ne var ki, okul kitapları hemen 30’ların başında bu değişime uğramadan önce bile ahşabın yaşam süreci tamamlanmış olmalıdır. İstanbul’da 1920’lerin ikinci yarısından başlayarak ahşap konut yapılmadığı hemen hemen kesinlikle söylenebilir. Erken Cumhuriyet, bu alandaki ideolojik kararlılığıyla, yaşayan bir gelenekten çok, geçmişin bir kalıntısını tas­fiyeyi hedef almış gibi gözükür. Ve İstanbul için 19. yüzyıl ne kadar kesin biçimde ahşap kaplama çağı ise, 20. yüzyıl da o kadar kesin bir kargir çağıdır.
kaynak: www.arkitera.com
İstanbul 1900-2000 Konutu ve Modernleşmeyi Metropolden Okumak, İstanbul, 2004
Dipnotlar
1Anon, Fatih Sultan Mehmet II Vakfiyeleri, Ankara 1938. Buna dayanarak yapılan bir kantitatif analiz için bkz.: Uğur Tanyeli, “Klasik Dönem Osmanlı Metropolün
de Konutun ‘Reel’ Tarihi: Bir Standart Saptama Dene-mesi”, Prof. Doğan Kuban’a Armağan, der.: Z. Ahunbay, D. Mazlum, K. Eyüpgiller, İstanbul, 1996, s. 62.
Solomon Schweigger, Ein newe Reyssbeschreibung auss Teutschland nach Constantinopel und Jerusalem, Nümberg, 1608
3 Franz Babinger (ed.), Hans Dernschwam’s Tagebuch einer Reise nach Konstantinopel und Klefnasien1553/55), Münih ve Lepzig, 1923., s. 29. bu kesimTürkçe çeviride biraz farklıdır. Krş. Hans Dernschvvam İstanbul ve Anadolu’ya Seyahat Günlüğü, çev.: Y. Önen,
Ankara, 1988, s.50.
4 Örneğin, Edirne’de 16. yüzyıldan başlayarak kullanıldığı anlaşılan bu terim bilemediğimiz bir dönemde ortadan kalkmıştır.kullanılışı için bkz: Ömer Lûtfi Barkan,”Edirne Askeri Kassamı’na Ait Tereke Defterleri (1545-1659)”, Belgeler, m/5-6, 1966, örneğin, s.152.
5 Bu hesaplama için bkz.: Uğur Tanyeli, a.g.e., s. 63.
6 Örneğin, şu 17. yüzyıl albümünde Vedifcule çevresini betimleyen bir resimde:Memorie Turche, Museo Correr, Venedik, Ms. Cicogna 1971.
7 Ömer Lütfi Barkan, Süleymaniye Comi ve İmareti İşaatı (1SS0-1557), 1, Ankara, 1972, s. 385 vd.
8 a.e., 2, Ankara, 1379, s. 111-12.
9 Ahmed Refik, Onbirinci Asr-ı Hicri’de İstanbul Hayatı (1592-1688), İstanbul, 1988, s. 7’de belge no.143 Cemaziyelahir 1001 tarihli.
10Ahmed Refik, On Altıncı Asırda İstanbul Hayatı (1553-1591), istanbul, 1935, s. 60’ta belge no.4, 22 – ziikade975
11a e, s 64 5, beige no 11,10 sefer geo
12 İlknur Aktuğ, “16. Yüzyılda Kullanılan Bazı İnşaat Malzemeleri ve Kullanım  Yerleri” ,II.Uluslararası Bilim ve Teknoloji Tarihi Kongresi, İTÜ, 28 Nisan-2 Mayıs 1986,İstanbul, 1986, s.72’de bu elemanın “zemini sağlamlaştırmak için belirli aralıklarla toprağın içine çakılan kazıklar” olduğu öne sürülmüşse de, Osmanlı belgeleri sözkonusu temel zemini berkitme öğelerini daima “kazik” olarak zikrederler,
13 bkz. Dipnot 10
14   Örneğin bir belgeye göre 958/1551’de büyük padavranın 30.000 adedi 1900, küçüğünün 50000 adedi 1550 akçeye satın alınmıştıÖmer  Lütfi Barkan, Süleymaniyeİmareti:… Z, s. 106’da belge no. 223
15 Yaşar Yücel, 1640 Tarihli Es’ar Defteri, Ankara, 1982, s. 94-97.
16  Mübahat S. Kütükoğlu, Osmanlılarda Narh Müessesesi ve 1640 Tarihli Narh Defteri,İstanbul, 1983, s. 294-296.
17 a.e., s. 324 ve Y. Yücel, a.g.e., s. 132
18 Sedad Hakkı Eldem, Köşkler ve Kasırlar, 2, İstanbul, 1974, s. 100-109..
19  a.e., s. 212 vd., 230 vd. ^2
20  Sadullah Paşa Yalısı’mn san restorasyonunu gerçek­leştiren Y.Mim. Feyza Cansever orada kaplama tahtası enlerinin 38 ile 34 cm arasında değiştiğini, ancak kalın­lığın 2 cm’de sabit olduğunu belirtmiştir.
21  Sedad Hakkı Eldem, Köçeoğlu Yahsı-Bebek-Boğaziçİstanbul, 1977, s. 54 vd.
 
22 Çok aydınlatıcı minyatür için: Şeyh Muhammed b. Mustafa el-Mıs>i, Tuhfetü‘l-Mülk,1187/1773’den akta­ran: Ayda Arel, Osman/ı Konut Geleneğinde Tarihsel Sorunlar,İzmir, 1982, s. 161’de Resim 138.
23 Örneğin, Engin Özendes, Abdullah Freres: Osmanlı Sarayının Fotoğrafçıları, İstanbul 1998 s.196’daki fotoğraf.
24 Camlı Osmanlı penceresi için bkz.: Uğur Tanyeli, “Anadolu’da Bizans, Osmanlı Öncesi ve Osmanlı Dönemlerinde Yerleşme ve Barınma Düzeni”, Tarihten Günümüze Anadolu’da Konut ve Yerleşme, İstanbul, 1996 s 458-461
25 bu gelişme için ameğin bkz: Nikoiai TodorouThe Balkan City, 1400-1900, Seattle ve Londra, 1983s. 185 vd
 26 Henry Zachary, Prix courant et cube des differents types de planches, ete. en cours sur les marches…/Rehber: Piyasada Bulunan Muhtelifü‘l-cins Tahta, Keroste ve Soirenin Fiyat ve Mik’ablarını Takdir  İçün…, Matbaa-i Agap Matyoayan, îetanbul, tarihsiz
27Mehmed İzzet, Rehber-i Umur-u Beytiyye: Eve Müteallik Bilcümle Umurun Rehberidir, 1, İstanbul, 1319 özellikle s.240-244tBfci ahşap inşaat malzemesi dökümü için
28ae,s232
29a.e.; s. 233
30a.e:, s 234
31a e, s 234
32 VValter Gropius, Bauhausbauten    Dessau, Münih, s. 1105-12’den aktaran: B. Denel, Batılılaşma     
33 an Talat, Ahşap inşaat, istanbul, 1. Baskı 1327,ikinci baskı 1341. Birinci baskının ayrı bir takım oluşturan yüz adet 35×50 cm boyutunda çizim levhası vardır
35 Osman Nuri, Mecelle-i Umur-u Belediye, 1, İstanbul sürecinde istanbul’da Tasarım ve Dış Mekânlarda değişim Nedenleri, ODTÜ, Ankara 1982, s.XLII-XLIII.
34 Üsküplü caddesi No108’deki bu ev hakkındaki bilgi İTÜ Mimarlık Fakültesi Restorasyon Anabilim Dalı’ndan alınmıştır
36  Hocapaşa planlaması şurada daha ayrıntılı irdelendi: Uğur Tanyeli, “Düşlenmiş Rasyonalite Olarak Kent: Tür­kiye’de Planlama ve Çifte Bilinçlilik”, İlhan Tekeli’ye Ar­mağan, Tarih Vakfı Yurt Yayınlan (henüz yayımlanmadı).
37  Tasvir-i Efkar, 381 (1 Zilhicce 1282/17 Nisan 1866). 1 Tasvir-i Efkar, 387 (29 Zilhicce 1282/15 Mayıs ]
39 Osman Nuri, Mecelle…, ı, 989 -990 .Yeni baskıda cilt 2, 938.
40  Tasvir-i Efkar, 388 (2 Muharrem 1283/17 Mayıs 1866) ve 441 (27 Receb 1283/5 Aralık 1866). Çok önemli olduğu anlaşılan bu örnek projeler kitapçığına ulaşamadım. Milli Kütüphane’de ve bellibaşlı İstanbul kitaplıklarında yok.
41  Tasvir-i Efkar, 405 (3 Rebiülevvel 1283/16 Temmuz 1868).
42 Örneğin, Doktor Muhittin Celal, Ev Bakımı, Birinci Kısım,llk Mektep-Sımf: 4,İstanbul, 1931-1932; Sühey-la Arel, Ev İdaresi, İstanbul, 1938, alıntı s. 39’da.

Dev Ahşap Tünel

Ahşabın önemine dikkat çekmek için dünya genelinde yürütülen kampanyalarda zaman zaman çağdaş sanatçılarla gerçekleştirilen projeler de yer alıyor. İşte bunlardan biri de geçtiğimiz günlerde, Brezilyalı çağdaş sanatçı Henrique Oliveira’nın, São Paulo Museu de Arte Contemporânea da Universidade müzesinde kurulumunu gerçekleştirdiği ve “Transarquitetônica” adını taşıyan dev ahşap tunnel oldu.

Sanatçı daha önceki heykel ve montaj çalışmalarında da tercih ettiği ve genellikle inşaat şantiyelerini kapatmak için kullanılan, ucuz ahşap parçalarını biraraya getirerek bu dev tüneli yaptı. Oliveira, büyük bir kök sistemi gibi görünmesi için önceden çivilenerek kullanılmış ahşap parçalarını organic bir çerçeveyle yüzeye yerleştirdi. Müze tarafından sağlanan alanın çok büyük olması sebebiyle, sanatçı izleyicilerin içine girebileceği ve iç kıvrımları hissedip keşfedebileceği büyük bir enstlasyonu gerçekleştirme imkanı buldu.

Henry Oliveira, evindeki kentsel malzemelerden geri dönüştürülmüş ürünleri kullanılarak yaptığı sarma sütunların ziyaretçiler tarafından dolaşılıp tecrübe edilmesini hedefledi. Birden fazla olanakları ile çeşitli yolları aynı form içinde toplayan eseri gezen ziyaretçiler, onları çevreleyen ortamın kokuları, sesleri ve manzaraları ile, evrende bir heykeli kucaklarcasına gözlem yapabiliyorlar. kucaklamak için tasarlanmıştır. Başından sonuna kadar estetik bir ifadenin eseri olan çalışma, bir ağacın başından köküne uzanan yapısını, beyaz boyalı koridorların daralmasıyla bitiriyor. Sanatçı bu yapıyla, mağaralardan gökdelenlere uzanan mimari yapıdaki insan barınaklarına göndermede bulunuyor.

dev ahsap tunel 1

Tuval üzerine çalışmalarına ek olarak, resim mezunu olan sanatçı, geçici enstalasyon ve heykeller şeklinde üç boyutlu yapıları araştırıyor. Oliveira, 2009 CNI SESI Marcantonio Vilaça Ödülü (Brezilya), üçüncü baskısının galibi oldu 2014 yılında, Projektif Göz Galerisi’nde teçhizatları oluşturulan -Domaine de Chaumont-sur at, Kuzey Carolina Üniversitesi (Charlotte, ABD) -Loire (Fransa) ve MAC-USP Nova Sede (São Paulo, SP) dereceler kazandı. Sanatçı, 2013 yılında, Paris’te sanatsal bir rezidans programına katıldı ve ardından Palais de Tokyo’da bir solo sergi gerçekleştirdi.

dev ahsap tunel 2

Ardından Schirn Kunsthalle’de (Frankfurt, Almanya) bir grup sergisine katıldı. 2012 yılında Centro de Arte Belediye Hélio oytisika (Rio de Janeiro, Brezilya) ve Offenes Kulturhaus’deki (Linz, Avusturya), Galeria Millan (São Paulo, Brezilya) solo sergi düzenledi. 2011 yılında, o Afrikalı Sanat Smithsonian National Museum (Washington, ABD) ve Çağdaş Sanat Müzesi Boulder’de (ABD) işleri sergilendi.

dev ahsap tunel 3

Eserleri gibi Pinacoteca Municipal de São Paulo, Museu de Arte Contemporânea da USP (Brezilya) ve Virginia Museum Güzel Sanatlar bölümü (ABD) gibi koleksiyonlarda yer almaktadır.

dev ahsap tunel 4

kaynak: www.orsiad.com.tr

Ahşap ve Ahşabın Düşmanları

Ahşap en eski inşaat malzemelerinden biridir. İşlenmesi kolaydır, hafiftir, mukavimdir, ses, ısı ve elektrik yalıtımında mükemmel özelliklere sahiptir.

Ancak aynı zamanda biyolojik bir madde olan ahşap dış etkenlerle çeşitli bozulmalara uğrar. Ahşaba uygulanacak çeşitli koruma işlemleri onu bu dış etkilere karşı korur. Bu bölümde ahşabın başlıca bozulma nedenleri ve bunlara karşı nasıl korunabileceğinden söz edeceğiz.

Ahşabın birçok biyolojik düşmanı da var. Mantarlar bakteriler, böcekler ve termitler. Bunlardan bazıları ahşabın tamamen yok olmasına bazıları ise sadece görüntü bozukluklarına neden olur. İşte bu özellik acaba kötü mü? Ormanda büyüyen ağaçların hiç yok olmadığını bir düşünün! Ahşap “doğada yok olabilen” bir malzemedir. “Çöpü“ yoktur. İstendiği zaman ona, onu sonsuza kadar yaşatacak tasarım ve teknolojiyi uygulayabilir, istediğimiz zaman da yakabilir ya da çürümeye terk edebiliriz. Burada özellikle yapıda kullanılan ahşap malzemeden bahsettiğimiz için ahşabın düşmanlarından ve onu bu düşmanlarından koruyacak önlemlerden söz edeceğiz.

YÜZEY BOZUKLUKLARI

Bakteriler

Özellikle ağaçlar kesildikten sonra uzun süre su içinde bekletilirse, bazı bakterilerin saldırısına uğrar. Bakteri tahribatı ahşabın taşıma gücünü etkilemez. Ancak önkoruma işlemi ya da şeffaf boya, vernik uygulamalarının sonunda yüzeyde lekelerin oluşmasına neden olur. Bakteri tahribatı sadece yüzeyin bazı maddelere karşı geçirgenliğini arttırır, bu da önkoruma malzemelerinin kurumasını geciktirir ve yüzeyde görüntü bozukluğuna sebep olur. Ahşabın yapısını tahrip etmez. Mavi renk mantarları sadece görüntüyü bozar.

Yüzey küfü ve mavi renk mantarları

Ahşapta çürüme ve yüzey küfü, hava hareketleri yoluyla dağılan mantarlara ait sporların yüzeyde birikmeleri nedeniyle meydana gelir. Bu sporlar üzerindeki ahşap rutubetinin %20’nin üzerinde olduğu ortamlarda gelişirler. Yüzey küfü ve mavi renk mantarları yüzey görüntüsünü bozar, ancak ahşabın dayanıklılığını ve ömrünü azaltmaz. Önkoruma işlemlerinin mavi renk mantarları ve yüzey küfü üzerinde etkisi azdır. Ancak bir çok dış ortam kalitesindeki boyanın içerisinde bu tür bozulmaları önleyici katkılar bulunur.

AHŞABI ÇÜRÜTEN MANTARLAR

Özellikle Türkiye’de sık rastlanan, ahşabın çürümesine neden olan mantarlardan bazıları şunlardır.

Serpula lacrymans

Ağlayan mantar
Kuru Çürüklük Mantarı (Serpula lacrymans)
Bu mantar, nemli, sıcak ve rüzgarsız koşulları, %30-40 rutubetinde ve bakım yapılmamış ahşabı tercih eder. Tahrip ettiği selüloz, karbondioksite ve suya ayrışarak ahşabın mukavemetini kaybetmesine, parmaklar arasında ezildiğinde kuru bir toz haline gelmesine sebep olur bu sebeple de Kuru Çürüklük yapan mantar adını alır. Mantarın hüfleri, gelişmesi için gerekli suyu yapının herhangi bir yerinde bulup tuğlalardan nüfuz ederek tahrip edecek ahşap arar. İdeal büyüme koşullarında, mantarın üreme organı bir yıl içinde gelişir ve buradan milyonlarca pas kırmızısı renginde spor etrafa yayılır.

Kiler Mantarı (Coniophora puteana)

Kiler mantarı, rutubeti yüksek ahşaptan beslenen, ıslak çürüklük mantarlarından biridir. Ahşabın ağırlığının ve mukavemetinin azalmasına ve sonuç olarak çökmesine sebep olur. Islak Çürüklük mantarları, Kuru Çürüklük Mantarlarına nazaran daha fazla nem ihtiyacı duyarlar. Serpula Lacrymans‘in aksine, bu mantar, etli bir sporofor gövdesi değil, ince, zeytin yeşili, düz bir sporofor oluşturur. Ahşap yüzeyinin üzerinde karakteristik koyu kahverengi çatlaklar meydana gelir. Genellikle mahzenlerde veya sürekli olarak nemli olan yerlerde bulunur.

Beyaz Delikli Mantar ( Androdia Vaillanti)

Bu, ıslak yumuşak ağaçtan beslenen diğer bir ıslak çürüklük mantarıdır, sonuçta, ahşabın çökmesine sebep olur. Kuru Çürüklük Mantarlarına nazaran daha aşırı sıcaklıklara (27°C-36°C) toleranslıdır. Mycelium’u (hüf kitlesi), ahşabın yüzeyinin üzerinde, kar beyaz renkli yelpaze şekilli oluşumlar meydana getirir. Sporoforları ve sporları da yine açık renklidir. Kömür madenlerinde sıkça rastlanan bir mantardır ancak aynı zamanda, nemli binalarda da bulunur.

Beyaz Çürüklük Mantarları

Beyaz çürüklük yapan mantarlar, odunun esas yapısını meydana getiren tüm bileşiklerini, yani hem lignin hem de karbonhidratları tahrip etme kapasitesine sahiptirler. Teorik olarak odun hammaddesinin tümünü tahrip edebilmektedirler. Böylece çeperde incelme yeknesak bir şekilde olmakta ve hücre çeperinin tahribatı yeknesak bir şekilde ilerlemektedir. İki esas tipe ayrılmaktadırlar. Birinci beyaz tip çürüklükte sağlam odun içerisinde genellikle birbirinden ayrı boşluklar oluştuğundan, bu görünüşe Delikçikli Çürüklük adı verilmiştir. İkinci tip beyaz çürüklük mantarlarının hücre çeperinde oluşturduğu küçük delikçikler tedricen büyüyüp, sayıları artar, sonunda delikçikler birleşerek hücre çeperi kompleksini ortadan kaldırır. Böylece odunda çıplak gözle görülebilecek büyüklükte boşluklar oluşur. Beyaz çürüklüğe uğramış oduna çıplak gözle bakıldığında renk değişimi ve ağırlık kaybı dışında fazla bir değişiklik tespit edilmez.

BÖCEKLER

Mobilya Böceği (Anobium punctatum)

Bu ahşap kemiren böcek hem yumuşak hem de sert ahşaba hasar verebilir. Böceğin larvası, selülozu sindirerek ahşabı deler. Yaklaşık olarak 2 ila 6 yıl içinde bunlar, yetişkin böcekler haline gelirler. Yaz aylarında, 1-2 mm çapında karakteristik yuvarlak delikler oluşturarak dışarı çıkarlar. Çiftleşme sonrasında dişiler yumurtalarını (80 kadar), çatlaklara, dar boşluklara bırakırlar. Yumurtalar çatlar ve yeni bir nesil, yeni bir yaşam çevrimine başlar. Yaşam çevrimi, daha önce mantar tahribatına uğramış rutubetli ahşapta, 3 yıla kadar inebilir. Larvaları 1-2 mm çapında, 4-6 mm uzunluktadır.

Ölüm Saati Böceği (Xestobilum rufovillosum)

Bu ahşap delici böcek, mobilya kemiren böceğin akrabasıdır, ancak çok daha büyüktür. Larvaları 10 mm uzunlukta, uçuş deliği geniş ve yuvarlaktır, (2-3 mm çapında). Ortaya çıkan toz kabadır ve rulo şekillidir. Bu böceğin larvaları, genellikle bozunan meşe ahşabında bulunur ve yumurtadan yetişkine kadar olan hayat çevrimi 3 yıldan 10 yıla kadar olabilir. Kuru ve sağlam tahtada, larva, pupa haline gelmesi öncesinde 12 yıla kadar tünel açabilecektir. Birçok diğer delici böcekte olduğu gibi, tüm hasarı yapan, ahşaptan beslenen larvalardır. Sonuç olarak larva pupası böcek haline gelir ve bunlar ahşaptan dışarıya çıkarlar ve çiftleşirler, çevrim tekrar başlar. Dişi, 200 e kadar yumurta bırakır. Genelde, sadece sert ahşaba zarar verirken, bu ahşap delici böcek, yumuşak ahşabın bozulması ile beslenir. Böceğin başının sebep olduğu vurma, bahar aylarında, uçuş mevsiminde, bir çiftleşme çağrısıdır.

Bu böceğin kiliselerde bulunması, ona ölüm saati isminin takılmasına neden olmuştur.

Ev Teke Böceği (Hylotrupes bajulus)

Bu ahşap kemirici böcek, kurutulmuş yumuşak ahşaba zarar verir ve yumurtalarını, ahşabın çatlaklarına ve dar boşluklarına bırakır. Yumurtalar, 3 hafta içerisinde larvalara dönüşür. Larvalar, tünel açarak, bir gün içerisinde, kendi boylarına varan mesafede ahşabı imha edebilirler. Olgunluk dönemine yaklaştıklarında, yaklaşık olarak 35 mm uzunluğunda olduklarından, bu böceklerin sebep olduğu zarar inanılmaz olabilir.

Ev teke böceği larvası    3-10, uygun olmayan şartlarda 17 yıl, tünel açtıktan sonra, yetişkin böcek, çiftleşme mevsiminde ahşabı terk eder, geride 10 mm ye kadar uzunlukta ve 6 mm ye kadar genişlikte olabilen karakteristik oval bir uçuş deliği bırakır. Çiftleştikten sonra, bir böcek 200 e kadar yumurta bırakabilir. Bu böcek Avrupa, Rusya, Güney Afrika ve ülkemizde bulunmaktadır. Görüldüğü bölgelerde kullanılan tüm yumuşak ağaçlar uygun önkoruma işleminden geçirilmelidir. Ahşap rutubetinin % 28-30 olmasını ve 28°-30°’lik sıcaklıkları sever. Rutubet % 8’in altına indirilirse ölür.

Odun Oyan Bitler (Pentarhum huttoni ve Euophryum confine)

Rutubetli şartlarda kullanılan, çürümüş, yumuşak ve sert ahşapta görülür. Havalandırma imkânı az olan yer döşemeleri, mahzenler, kilerler ve rutubetli zemin ya da duvarla temasta olan yerlerde kullanılan ahşap özellikle hassastır. Yukarıda sayılan şartlarda kullanılan kontrplaklara da arız olurlar. Larvaları ağaç malzemede liflere paralel yönde çok sayıda tüneller açarlar. Tüneller çoğunlukla odun yüzeyine açılır. Pupa devresinden sonra malzemeyi terk ettiklerinde açtıkları uçma delikleri küçük, yaklaşık 1 mm çapında olup, deliklerin kenarı düzgün değildir. Ergin böceğin görünümü, mobilya böceğine benzediğinden, teşhiste dikkat edilmelidir. Sağlam kuru ahşabı tahrip etmediklerinden rutubet kaynağı kaldırılır ve mantarların arız olması önlenirse önkoruma işlemlerine gerek yoktur.

TERMİTLER

Genenelde ancak yanlış olarak “beyaz karıncalar” olarak tanımlanan termitler, ahşap oyucu böceklerin en yıkıcılarıdır. İngiltere’de görülmezler ancak Tropik Bölgelerde, ABD’de, Avustralya’da ve daha az bir oranda, Avrupa Kıtasında görülürler. Ahşaba ek olarak, canlı ağaçlara, ekinlere ve plastik ve kauçuk dahil diğer birçok malzemelere saldırırlar. Geniş olarak bakılırsa, iki ana grupta incelenirler:

Kuru Odun Termitleri (Kalotermes flavicollis)

Bunlar, tamamıyla ahşabın içinde çalışırlar ve genellikle, çok ciddi hasar meydana gelene kadar belirlenemezler. Tahribat, yumurtalarını, ahşap malzemeler ve mobilyaların çatlaklarına veya birleşim yerlerine bırakarak uçan yetişkinlerle başlar. Bu böcekler esas olarak, kıyı bölgelerinde bulunmaktadır.

Toprakaltı Termitleri

Bunlar yaygınlardır ve büyük tümseklerin içinde veya yaşlı ağaçların kütüklerinde yaşarlar. Kurumadan korunmak için çamur tünelleri inşa ederler. Bu çamur tünelleri, termit tehlikesinin büyük bir delilidir. Yeraltı termitlerinin en sık rastlanan üç grubu, ıslak ahşap termitleri (Termopsidae), nemli ahşap termitleri (Rhinotermitidae) ve yeraltında yerleşen termitlerdir.

kaynak: http://www.orsiad.com.tr/ahsap-ve-ahsabin-dusmanlari.html

Bahçe Tasarım Fikirleri

      Özellikle metropollerde yaşayan insanlar için şehir yoğunluğuna bağlı stres ve yorgunluk herkes tarafından bilinmektedir.  Bunu biraz olsun hafifletmek isteyenlerimiz şehir merkezlerinden biraz uzaklara kaçarak kendilerine ait özel bir alan yaratmayı tercih ediyorlar. 

    Şehirden uzak bir bölgeye yerleşim ve ufakta olsa bir bahçeli eve sahip olmak ile herşey bitmiş sayılmıyor. Sizi şehir stresinden uzaklaştıracak bir kaç saatliğine de olsa yorgunluğunuzu atabileceğiniz sevdiklerinizle haftasonlarını ve uzun yaz günlerini değerlendirebileceğiniz peyzaj tasarımı ile gözünüzü yormayacak, sakinliği, dinginliği ve doğallığı hissedebileceğiniz özel tasarımları da değerlendirmeniz gerekmektedir.

     Sizin için hazırladığımız görsellerle bahçenize uygun peyzaj tasarımları ve ahşap bahçe mobilyaları üzerine ufak bir fikir edinebilirsiniz.

ahsap-bahce-tasarımı1

ahsap bahce tasarımı2

ahsap-bahce-tasarımı3-2

ahsap-bahce-tasarımı4-2

ahsap-bahce-tasarımı5

ahsap bahce tasarımı6

ahsap bahce tasarımı7

ahsap-bahce-tasarımı8

ahsap-bahce-tasarımı9

ahsap bahce tasarımı10

ahsap-bahce-tasarımı11

ahsap-bahce-tasarımı12

ahsap-bahce-tasarımı13

 **Önemli Not: Fotoğraflar alıntıdır…