İstanbul'un Ahşabı: Doğumu ve Ölümü
Uğur Tanyeli – İstanbul’un Ahşabı: Doğumu ve Ölümü
Eski İstanbul’u ahşap kaplamalı konut kadar belirgin biçimde karakterize eden, dolayısıyla da bildik pek az mimari olgu var. Belki de ondan ötürü, İstanbul ahşabı tarihsel bir incelemenin konusu pek olmamıştır. “Ahşap İstanbul için gelenekseldir” yargısı konuyu tartışma dışı bırakmaya yetmiş, ahşap adeta zamanötesi bir İstanbul gerçeği gibi düşünülmüştür. Tarihsel bir açıklama arandığında ise kentin depremselliği yeterli bir gerekçe sayılmıştır. Kuşkusuz, neredeyse bütün kalıp yargılar gibi ahşabın gelenekselliğine ilişkin olan da önemli bir doğruluk payı içeriyor. Yalnız İstanbul’da değil, söz konusu malzemenin elde edilebilir olduğu tüm geleneksel toplumlarda ve kentlerde ahşap gelenekseldir. Bu, Elizabeth çağı Londra’sı için olduğu gibi, Napoleon’un işgaline dek Moskova ve hatta modernleşme dönemi öncesinin Kahire’si için de geçerli bir sav. Hepsinde ağırlık ve niteliği değişmekle birlikte, ahşabın konut yapımında vazgeçilmez bir yeri vardı. Sorun, nasıl bir ahşap kullanımı türünün, hangi gerekçelerle belirdiği noktasında düğümleniyor. Kaba ve ayrıntısız bir gözlemin ötesine gidildiğinde, İstanbul konutunda ahşap kullanımı tarihinin hiç de o kadar apaçık olduğu söylenemez. Aşağıda gösterilmeye çalışılacağı gibi, Osmanlı İstanbul’unda uygulanan ahşap konut yapım tekniği, önce bu kent dışında da çok yaygın, genelgeçer bir inşai pratikken, adım adım istisnai bir lükse (ahşap kaplamaya) yer vermeye ve genelgeçerden uzaklaşmaya başlamış, ardından tümüyle endüstriyel olanakların belirişine bağlı olarak, istisnainin kurallaştığı bir noktaya kadar gelip dayanmıştır. Sonra da yarattığı ahşap kullanım alışkanlığının geleneksel değil, ama Modernite’ye ait olduğunu unutmayı yeğleyen bir toplumun yeni bir değişim eşiğinde terk edilmiştir.
İstanbul’da uygulanan konut yapım teknikleri konusunda bilinenler Bizans dönemine dek uzanmıyor. Osmanlılar’ın devraldığı yapı stokunun durumu da meçhul. Sözgelimi, çok sayıda vakıf konut yapısına ilişkin kayıtlan içeren bir Fatih vakfiyesi, oda ve kat sayısı hakkında kantitatif analizler yapmaya olanak verse de, inşai bilgilere yer vermez1. Kimi zaman “kafiri” diye nitelenen ve Osmanlı öncesi bir kökeni tanımlayan yapı nitelemelerinin inşai anlamı da belirsizdir. Ancak, “kafiri” yapının vernaküler nitelikte olmayan kargir konstrüksiyona işaret ettiğini düşünmek daha doğru olur. Özetle, Bizans-Osmanlı sürekliliği ya da kesintisi bu bağlamda tartişilamamaktadir. Ancak, fethin kentin konstrüktif görüntüsünü hızla değiştirdiğim düşünmek zordur.16. ve 17. yüzyıl İstanbul konutunun teknik özellikleri daha iyi belgelenmiştir. Dolaylı ve dolaysız veriler nasıl bir konut yapılaşmasının sözkonusu olduğunu az çok ortaya koyarlar. Örneğin, Salomon Schvveigger2, seyahatnamesine eşlik eden çok bilindik resimlerden birinde bir erken 17. yüzyıl İstanbul evini gösterir. Bu tipik bir hımış strük-türdür. Anadolu ve Balkanlar’da yüzlerce yıl boyunca uygulandığı için iyi bilinen, ve ahşap çatkısının kesit inceliği (ve kuşkusuz başka kurgu özellikleri) nedeniyle, Orta ve Bati Avrupa ahşap karkasindan farkli bir geleneğe bağlıdir.Bu hımış türü kerpiç, tuğla veya taş dolgulu hafif karkastan oluşur ve çatısı ana çatkıyı bütünlemekten çok, onun üzerine oturup örten özerk bir sistem olarak çözümlenmİştİr. Dernschwam üst kati böyle bİr sistemle inşa edilmiş bir İstanbul kervansarayını arkaik Almanca yazımıyla “… an dîe hawssmawer klaine hulczene kamerle, mit lam aus geflochten…” (ana duvarları üzerinde dolgusu çamurla yapılmış küçük ahşap hücreler) vardı diyerek anlatır3.Kimi Osmanlı belgelerinin “Çatma” dİye nitelediği yapı tekniği budur4. Sözkonusu tekniğin İstanbul özelindeki durumu, kentin yapı stoku içindeki oranı ve bu ahşap çatkının dış yüzeyinin yine ahşap levhalarla kaplanmış olup olmadığı gibi iki açıdan tartışılmalıdır.
Birinci konuda, yani, hımışın 16. ve 17. yüzyıl İstanbul’undaki yaygınlık düzeyi için kantitatif bir analize olanak verecek veriler yok. Ancak, 1546-47 tarihli İstanbul Vakıfları Tahrir Defteri’nde kayıtlı konut yapıları hakkındaki bilgilere dayanarak yapılan bir hesaplama, konut stokunun yaklaşık %75’inin o sırada tek katlı olduğunu ortaya koyuyor5. Aynı gerçek Dernschwam gibi bazı Batılı gözlemciler tarafından da dile getirmiş, hatta gerçekçi biçimde resmedildiği de olmuştur6. Tek katlı yapıların hımış tekniğiyle gerçekleştirilmesiyse, ekonomik ve anlamlı gözükmüyor. İstanbul’un tek katlı yapılaşması içinde, oranını hiçbir zaman bilemeyeceğimiz miktarda kerpiç ve moloz taş yapı bulunmuş olmalıdır. Ahşabın kente 16. yüzyılda da uzaktan taşındığı ve dolayısıyla pahalı olduğu gerçeğiyle birlikte düşünülürse bu varsayım makul gözükür. Gerçekten de, kentin inşaat ahşabı gereksinmesi Istı-rancalar’dan ve Samsun’a kadar uzanan Karadeniz kıyısından, İznik, Akyazı, Sapanca, Göynük ve özellikle de İzmit’ten karşılanmaktadır7. İznik’te su gücüyle çalıştırılan bıçkıların bulunduğu da anlaşılıyor8. Ahşap buralardan çoğunlukla işlenmiş olarak gelmektedir. Tomruk halinde taşımanın maliyetinin çok daha büyük olduğu açıktır. Kaldı ki, İstanbul çevresinde su bıçkılarını çalıştırmaya olanak veren düzenli debili akarsuların bulunmayışı da bunu zorunlu kılmaktadır. Ancak, yine de İstanbul’da bıçkıcılar bulunduğu ve bunların el bıçkıları kullanarak üretim yaptlkları bilinir9.
Osmanlı belgelerinde rastlanan “bina mühimmi” için işlenmiş ve yarı işlenmiş ahşap türlerinin dökümü bunların inşai rolleri hakkında ancak kaba kestirimler yapmaya olanak veriyor. Ancak, 16. ve 17. yüzyıllar arasında belirgin bir çeşit artışı gözlemlenmektedir ki, bunun konut inşaatında bir yansıma bulduğu ileri sürülebilir. 1567 tarihli bir belge10 direk, taban, Karadeniz çubuğu, taslak çubuğu, ayrık mertek, pare mertek, baskı merteği, Ahyolu tahtası, Solikos tahtası, Silivri tahtası, uzun padav-ra, orta padavra, kısa padavra gibi on üç kalem ahşap içerir. 1582 tarihli başka bir belge de11 çok daha zengin değildir ve içinde (verdinar=gürgen) direk, (verdinar) taban, dolma direği, havli direği, Karasu çubuğu, Tavşancıl tabam, gurna, harcı çubuk, kara direk, doğluk, 5a-manlu merteği, ibrek merteği, kumba yarma merteği, emaret tahtası, sandal tahtası, parladı tahtası, Karadeniz tahtası, Ahyolu tahtası, İzmit tahtası, uzun kadne, bozilik ve fındık tahtası gibi ahşaplar yer alır.
“Dolma direği” terimi, hiç kuşkusuz, hımış konstrüksiyonun araları kerpiç veya tuğla örgüyle doldurulan ana taşıyıcı elemanını nitelemektedir12. “Taban”, bugün de yatay bağlantı elemanının adıdır. Mertek de çatı yüzeyini oluşturan eğimli taşıyıcı olarak eski anlamını hâlâ korumakta. Buna karşılık, belgelerde zikredilen tahtaların cephe kaplaması için olduğuna işaret eden hiçbir şey yoktur. Döşeme ve tavan için kullanıldıklarını düşünmek yanlış olmaz. Sorun, “padavra”nın (pedavre) işlevi konusunda düğümleniyor. Çünkü, belgelerden biri padavra boyutlarım vermektedir13ve bu boyutlar bugün padavra denildiğinde akla gelen ahşap çatl kaplama elemanından büyüktür.Örneğin, uzun padavra iki zira sekiz parmak (yak. 1.70 m), orta padavra birbuçuk zira (yak.1.05m) ve kısa padavra bir zira sekiz parmak (yak. 0.95 m) olarak tanımlanmaktadır. Fiyatı da diğer ahşap çeşitlerine ak- olarak zikrederler, oranla belirgin biçimde düşüktür14. Daha da önemlisi bu denli iri olduğuna göre, tahta ile padavranın farkı nedir? Bunun bir işlenme kalitesi farkına tekabül ettiğini düşünmek yanlış olmaz. Tahta ya da levha, su ya da el bıçkısıyla iki yüzü de temiz olarak biçilmiş ahşapken, padavra, kesim artığı niteliğinde olan, bugün kapak tahtası denilen ve belki de onun biraz daha çapağı alınmış türünün adı olabilir. Schvveigger’in İstanbul evi resminde görülen çatı kaplaması muhtemelen padavra olmalıdır. Kiremidin uzun süre pahalı bir yapı malzemesi olduğu göz önüne alınırsa, aynı çağda Avrupa’nın çoğu yerinde olduğu gibi burada da çatı kaplaması olarak yaygın biçimde padavra kullanılmış olması mümkündür.
17. yüzyılda piyasadaki ahşap malzeme türlerinin eskisine oranla büyük oranda çeşitlendiği fark ediliyor. Örneğin, gerek 1640 tarihli es’ar defteri15, gerek aynı tarihli narh defteri16 yaklaşık bir yüzyıl içinde yapı sektöründe uzmanlaşma ve standardizasyon yönünde bir değişim olduğunu gösterirler. Özellikle “sütun”, taban, “ver-geh” (kiriş) gibi ana taşıyıcı elemanların çeşitleri çok artmıştır. Oysa, “elvah” (tahta) çeşitleri daha kısıtlıdır ve tane fiyatları da 3 ile 16 akçe arasında değişmektedir. Bunun esaslı bir pahalılık düzeyi tanımladığı kolayca kestirilebiliyor. “Neccar” (dülger) gündeliğinin 20-25 akçe mertebesinde olduğu bir dönemde17 bir dülgerin günlük kazancı ile iki “imaret tahtası” (tanesi 16 akçe) bile satın alınamamaktadır. Bunun anlamı, ahşap cephe kaplamasının kısıtlı ölçüde uygulanan, tam bir üst sınıf lüksü olduğudur. Böyle bir lüksü edinemeyenler hımışla (ahşap strüktürlü, kerpiç ya da tuğla dolgulu, dışı sıvalı ya da sıvasız inşaat) yetinmişlerdir. Örneğin, muhtemelen geç 17. yüzyılda Beyazıt İmare-ti’nin cephe kesimi üstüne inşa edilen -S.H. Eldem’in adlandırmasıyla- Meşruta Köşk yıktırılmadan önce çekilen fotoğraflarının açık biçimde kanıtladığı gibi, hımış konstrüksiyonludur18.
En azından 17. yüzyıl sonundan başlayarak ahşap dış kaplamanın nasıl uygulandığı konusunda bazı bilgilere sahibiz. Anadolu Hisarı’nda Köprülü Yalısı’nın 1699 tarihli selamlık divanhanesi ahşap kaplamalıdır. Yapının pencerelerinin üstündeki dış cephe kaplaması özgün düzenim kısmen korur.Buradaki pasaii kaplama sonraki yüzyılların bitişik düzen yatay ahşap kaplamasına hiç benzemez ve aslında iç mekâna özgü olan bir kaplama türünün bu çağdan başlayarak artık dışta da uygulandığını akla getirir. S.H.Eldem, Çırağan Sarayı Yalı Köşkü (1719) ve Bayıldım Köşkü (1748) gibi diğer bazı erken 18. yüzyıl lüks yapılarında da benzer pasalı cephe kaplamaları gerçekleştirildiğini ileri sürer19. Kısıtlı sayıda gravür onun iddiasını doğrulamaktadır. Ayrıntılar ise, genel bir yargı vermeye olanak verecek örnek bulunmadığı için meçhuldür.
18. yüzyılın ikinci yansına ait olduğu kestirilebilen iki yapı, Köçeoğlu ve Sadullah Paşa Yalıları ahşap cephe kaplamasının evrimi konusunda fikir verirler. Bunlarda yatay bitişik sıralar halinde, binisiz uygulanmış bir ahşap kaplamayla karşılaşılır. Levhaların enleri endüstri öncesi tahtalar için olağan sayılan farklılıklar gösterir20. Bini açmak, henüz böyle bir işlem için gerekli makine donanımı bulunmadığından ötürü, ancak elle yapılabilirdi ki, bu da zaman ve işçilik kaybı olduğundan uygulanmamıştır. Onun yerine derzlerden su girişine engel olmak için kesitte üçgen pahlama yapılıp, bu sorun pahların üst üste oturtulmasıyla çözümlenmeye çalışılmıştır. Ve nihayet 18. yüzyılın ikinci yarısında da ahşap kaplamalı ev hâlâ lükstür. Köçeoğlu Yalısı yıktırılıp yok edilmeden önce bunun en ikna edici kanıtını içeriyordu: Yalının deniz cephesinin konstrüksiyonu ahşap kaplamalı, kara cephelerininki ise sıvalı, tuğla dolgulu hımıştı21. Bundan çıkarılacak birinci sonuç, yukarıda da belirtildiği gibi, ahşap kaplamanın pahalılığından ötürü tüm cephelerde kullanılamadığı, ikinci sonuçsa ahşabın deniz kıyısı için daha iyi bir çözüm olduğu doğrultusundadır. Yalı denizin etkilerine açıktır ve ince bir sıva katmanıyla korunan hımış dolgusu nem ve serpintiden çok hızlı zarar görecektir. O halde, ahşap kaplamamnın ilk olarak yalılarda yaygınlaştığım söylemek yanlış olmaz. Çünkü, hem kaplamanın en yararlı olduğu, hem de en yüksek gelir grubuna ait olan yapı tipi oydu. Kent içindeki konaklar muhtemelen 19. yüzyıl başına dek çoğunlukla sıvalı hımış strüktürler olmayı sürdürmüşlerdir. Bazı 18. yüzyıl minyatürlerinde İstanbul hımışının gerçekçi betimlemelerine de rastlanır22. Bir sonraki yüzyıl içinde çekilmiş çoğu erken İstanbul fotoğrafındaysa hımış konaklar kolayca tanınabilecek biçimde görülür23.
Böyle fotoğraflarda dikkat çekici olan, sıvalı dış cephe ile alçı tepe penceresinin İstanbul’da neredeyse eşzamanlı olarak, büyük olasılıkla 19. yüzyılın hemen başlangıcında ortadan kalkmakta oluşudur. Kentin varlıklılarının hımışla tepe penceresini hemen hemen birlikte (belki tepe penceresini biraz daha erken, 18. yüzyılın sonlarından başlayarak) unutuşu büyük olasılıkla sanayileşmenin Türkiye’deki bir yansıması olmalıdır. Tepe penceresi, levha camın elle üretildiği ve hem az bulunup, hem de çok pahalı olduğu bir dönemin yapı öğesidir. Dolayısıyla, hiçbir zaman yoksul ve hatta orta hallilerin evlerine girememiştir. Avrupa’dan endüstriyel yöntemlerle üretilmiş levha pencere camı ithal edildiğinde fiyatlar düşmüş, buysa bir zamanlar camsız ve masif kapaklı olan altlık pencerelere camlı kanat takılmasını sağlayarak, tepe penceresini işlevsiz bırakmıştır24. Benzer bir süreç de tahta kesiminin buhar bıçkılarıyla yapılmasının fiyatların ucuzlamasına yol açmasında söz-konusudur. Yine de bu sürecin başlangıcına ilişkin meçhullerin aydınlatılması için daha kapsamlı araştırmaların yapılması gerektiği açık. Örneğin, Balkanlar’da beliren erken kapitalistleşme25 hareketinin İstanbul’a akan ahşabın miktarını artırıp göreceli olarak ucuzlamasına yol açıp açmadığı yanıtlanmayı bekleyen bir sorudur.
19. yüzyılın ikinci yarısındaysa durum artık tartışılamaycak kadar açıktır. Kente akan ahşapta, Anadolu ve Rumeli kaynaklı yerli üretimin yanı sıra, ucuz ithalatin da ağırlıklı olduğu görülüyor. Muhtemelen 1880’lere ait olduğu kestirilebilen, İstanbul’daki bir ahşap toptancısının tarihsiz katalogu, kullanıcılara 91 sayfa boyunca binlerce kalem ahşap malzemenin nitelik ve fiyatlarını sunar26. Gerçek bir standartlaşma sözkonusudur artık. Aynı katalogdan M. Zachary, I.I. Pavlides ve A.I. Partdjoglou, Vasil I. Milopoulos, Hemokrat Hristoforidis gibi büyük toptancıların adları da öğrenilmekte, genellikle Türkiye’ye Yukarı Silezya ve Bukovina kökenli ahşapların Viyana merkezli firmalarca ihraç edildiği görülmektedir.
Ahşabın ucuzlayıp çeşitlenişi yaklaşık aynı yıllarda (1903-4) yayımlanmış bir başka rehber kitapta uzman olmayan evsahiplerinin anlayacağı gibi, ancak çok ayrıntılı olarak betimlenir27. Rehber, ahşap çeşitlerini sıralarken 19. yüzyıl sonunda gelinen nokta hakkında da ilginç bilgiler verir. Örneğin, içerdiği ahşap malzeme listesi, bu alandaki durumun 16. ve 17. yüzyıllardakinden ne denli farklı olduğunu ortaya koymaktadır. Artık önceki dönemlerdekinin aksine, çeşidi bol olanlar strüktürel ahşap elemanlar değil, kaplama tahtaları ve diğer bitirici malzemelerdir. Aynı kitap ahşap konut inşaatlarım “adi ebniye, ikinci ebniye, üçüncü ebniye” olarak üç kategori halinde ele alır. Adi ebniye en ucuz olanıdır ve arşınkaresinin maliyeti 80-120 kuruş, üç katlı olursa 180 kuruş olarak verilir28. İki katlı ikinci sınıf ahşap evin arşınkaresi 1-1.5, üç katlınınki 2-2.5 liraya mal olmaktadır29. Kargir iki katlı yapılarda iki taraftan binalara bitişik olursa bu değer 3-4’e, üç katlılarda 4-5’e çıkmaktadır. Ayrık düzen kargir ikinci sınıf yapinin ise,katlısının arşınkaresi 4-5, üç katlısı 5-6 liradır.³ºEn kaliteli inşaatta İki katil ahşap yapının arşınkare maliyeti 3-5,üç katlılarda 4,hatta 6-7 olabilmektedir. Oysa, iki katlı kargir yapıda maliyet 15-20 ve üç katlısı için 30-40 düzeyindedir31.Görüldüğü gibi İstanbulllular’a kargir inşaatın önerildiği bir devirde, en kaliteli ahşap yapının birim maliyeti kargir inşaatın beşte biri kadardır. 19. yüzyılda Osmanlı başkentinin neden bu denli yoğun bir ahşap konut dokusuna sahip olduğunun daha inandırıcı bir açıklaması herhalde yoktur. İstanbul nüfusunun sürekli olarak ve hızla arttığı bu yüzyılda konut gereksinmesi en ekonomik biçimde böyle karşılanmış olmalıdır.
“Yarı-kargir” olarak nitelenebilecek hımışın İstanbul’dan tasfiye olmasında ucuz ve standartlaştırılmış hazır ahşabın ABD’de yaptığı etkiyi yaptığını ileri sürmek yanlış olmaz. Ahşap yapı çok hızlı inşa edilebilmektedir. Kargir işçiliğinin gündelik bazında dülger yevmiyesiyle neredeyse eşit olduğu bir dönemde, en karmaşık ahşap yapının inşaatı haftalarla ifade edilirken, kargirinki en iyimser ifadeyle aylar almaktadır. Üstelik, ahşap yapı neredeyse tek kalem imalatı içermekteyken, kargir onlarca kalem üretim demektir. ABD kentlerinin “balloon frame” sayesinde varolmalarına benzer biçimde, ahşap kullanabilen Türkiye kentleri de her şeyden önce bu nedenle görüntü değiştirmiştir. O kadar ki, 20. yüzyıl başına gelindiğinde kimi kent bir zamanlar hımış geleneğine sahip olduğunu unutmuş bulunuyordu. Örneğin, Tekirdağ “ahşap dampingi”nin İstanbul’dan sonra en başarılı olduğu yerlerden biriydi. 1960’ların başında, henüz büyük apartmanlaşma girişimleri başlamadan önce gözlemlendiği haliyle, bu kentte sadece birkaç kaydadeğer hımış yapı kalmış, kentin yapı stoku tümüyle ahşap kaplamalı hale gelmişti. Kökende bir geç 17. veya erken 18. yüzyıl hımış strüktürü olan Rakoczi Evi betonlaştırılıp “restore edileli” beri, Tekirdağ’ın eski hımış geleneğini tek başına sadece “çağrıştırmaktadır”.
İstanbul ahşabının 19. yüzyıl içindeki tarihçesi, bir yandan ekonomik koşullar ve endüstrileşmenin etkilerini yansıtırken, öte yandan da W. Gropius’un anıtsal ifadesini doğrulayan örneklerden birini oluşturur: “Bugün lüks diye nitelenenlerin çoğu yarın norm olacaktır”32. Bir zamanlar en üst sınıfların dışında kalanların kolay kolay edinemediği bir lüks olan ahşap dış kaplama, 19. yüzyılın ikinci yarısında konut için gerçekten de norm olmuştur. Sözkonusu değişim süreci içinde ahşabın giderek geleneksellikten uzaklaşıp gerçekten “modern” bir teknik ve malzemeye dönüştüğünü fark etmek de olanaklıdır.1911 yılında yayımlanan kapsamlı bir yapı kitabı inşaatçılara ahşap yapımın bu Modernite’ye özgü veçhesini göstermektedir33. Demek ki, 19. yüzyıl biterken ahşap yapım artık salt pratikte tanımlanmış olmaktan çıkarak, “kitabi” bir epistemolojik zemin edinmeye de başlamıştır. En azından bu eşikte konumlanmaktadır. Ancak, sözkonusu eşik tam anlamıyla hiç aşılamayacak, ahşabın Türkiye’deki en güçlü temsilcisi olan İstanbul onu Birinci Dünya Savaşı ile birlikte, tam da o Modernite eşiğinde müthiş bir hızla terk edecektir.
Ahşap yapımın değişim sürecinin belki “çıkmaz sokak” olarak nitelenebilecek kimi yan deneyleri de vardır. Örneğin, 19. yüzyılın ilk yarısında geçmişteki ve o sıradaki yaygınlık derecesi bilinmeyen bir başka teknik de uygulanmıştır: Dış cephede bağdadi sıva. Eş aralıklı çakılmış ince çıtalar üzerine sıva yapmak biçiminde uygulanan bu çok yaygın İstanbul tekniği genellikle iç mekânda kullanılmıştır. Ancak, 1978’de yıktırılan Beşiktaş’ta Bahribaba Parkı yakınındaki bir erken 19. yüzyıl konağında dış cephenin tümü böyleydi. Cibali, Ayakapi’da daha geç tarihli bir bağdadi sıvalı evse halen ayaktadır34. Bu tekniğin hımışla ahşap arasında bir geçiş dönemini mi tanımladığını bilmek ilginç olurdu. Dış sıvanın artık çoktan ortadan kalktığı bir devirde devletin bu yönde yaptığı müdahalelerin etkili olup olmadığı da bilinemiyor. Örneğin, 1848 tarihli Ebniye Nizamnamesi konutlarda “… pencere söğeleri tahtına gelince tuğla ile dolma yaptırıp andan yukarı tavana varıncaya kadar bağdadi yaptırılması”nın sözkonusu olduğunu, ancak “yapılacak ebniye tahta ile kaplanmayarak halis ince horasan ve süzme kireç ve yahut ince kum ve kezalik kireç ve ketan kalınlığı ile sıvandığı halde hem metanet-i ebniyeyi mucip ve hem de muhazır-ı mebsutenin” giderilmesine yarayacağim belirtiyor35. Ama, bir dilek olmaktan öteye gitmeyen bu ifadenin kentte ne oranda ciddiye alındığını belirlemek zor. Bugün İstanbul’da eski ahşap konut yapısı o denli az kalmıştır ki, bunlara dayanarak yorum yapmak da artık olanaksız.
Kesin olan tek şey, ahşap kaplamanın egemenliğini 19. yüzyıl ortalarına varmadan kurduğu ve efsanevi İstanbul yangınlarının bunun sonucunda tırmandığıdır. Aynı dönemde kentte yaşanan hızlı nüfus artışı ve onunla ilişkili yapılaşma alanı yoğunlaşmasıyla bağlantılı olarak, yangın önceki çağlardakinden daha vahim bir soruna dönüşmüş gibi gözüküyor. Yangınlar o denli geniş bölgeleri tahrip edecektir ki, yanan alanların yeniden planlanması yönündeki karar uygulanarak, 1860’lardan 20. yüzyıl başına dek, tarihsel yarımadanın en az dörtte üçü yeniden planlanarak bugünkü anahatlarına kavuşturulmuştur. Dolayısıyla, ahşabın kentsel egemenliği, yönetimin kargire yönelmeyi daha ısrarlı talep etmesine yol açacaktır. Kargir yapılaşmaya yönelik teşviklerin ve yasaklamalarının kent genelinde homojen biçimde etkili olamadığı kesin. Kargirleşme sürecinin hızında etkili olan ana etmenler, hiç kuşkusuz, malsahiplerinin ekonomik olanakları ve kültürel tercihleriydi. Örneğin, gerçekten de erken bir kargirleştirme denemesi olan Hocapaşa yangın alam düzenlemesi kesinlikle başarılı olmuş, bu alanda 1865 sonrasında hiç ahşap yapı inşa edilmemiştir. Ancak, burasının tarihsel yarımadanın en varlıklı ve en üst sınıf yerleşme alanı olduğu unutulmamalıdır.
Hocapaşa çalışmaları, kargirleştirme politika ve stratejilerini aydınlatma bağlamında da ilginçtir36. Kargire geçişin ilk kapsamlı ve başarılı kitlesel uygulaması olan bölge için 24 Zilkade/10 Nisan 1866 tarihli bir Meclis-i Vala mazbatasıyla radikal bir karar alınıp yangın alanında ahşap bina yapımı yasaklanır37. Sözkonusu kuralın uygulanabilmesi amacıyla Ticaret Nezareti bir mazbata ile kargir inşaatta kullanılacak malzemenin fiyatlarını belirleyecek bir komisyon kurar. Fiyat denetimi sağlanabilmesi için yapı malzemesi satan ve üreten esnaf o komisyon tarafından belirlenen fiyatlara uyacağına ilişkin taahhüt senetleri verir38. Öte yandan inşaat izin resimleri kaldırılarak,kargır yapımın bürokratik işlemler açısından da ucuzlatılması için ayrıca çabalandığı anlaşılıyor39. Daha önemlisi, kargır yapımın teşviki ve kolaylaştırılması için örnek tip konut projeleri ve onlara ilişkin fiyat keşifleri hazırlatılır, bastırılır ve Ebniye Muhasebecisi tarafından isteyenlere ücretsiz olarak dağıtılır40. Anlaşılan, yönetim, kargir inşaata geçiş için, konuya yabancı olan İstanbulluların bilgi gereksinmesini de karşılamaya çalışmaktadır. Öte yandan, bu yeniden yapılaşma-planla-ma etkinliklerini yöneten Islahat-ı Turuk Komisyonu yapı malzemelerini ucuzlatmak için, kireç ve tuğla da ürettirmektedir. Bir gazete haberi ucuz inşaat malzemesi almak isteyenlerin Ticaret Nezareti Ebniye İdaresi’ne başvurmaları gereğini duyuruyor41. Sıralananlar, kargir-leşmenin sonraki yıllarında yinelenmez. Geç 19. ve erken 20. yüzyılda yapılan başka yangın alanı düzenlemeleri sırasında böylesi destekler gündeme gelmez. Hocapaşa-Gedikpaşa planlamasının hem yönetim, hem de kentliler için bir öğrenme, alışma evresini temsil ettiği düşünülebilir. Kargirleşme sürecini bu evrenin ardından artık kamu kaynakları finanse etmeyecek, hatta güdülemeyecektir.
İstanbul’da ahşap konut tümüyle ancak Birinci Dünya Savaşı sonrasında ortadan kalkar. Bununsa, sürekli olarak yangın tehlikesini vurgulayan yasaklamalardan çok, yine ekonomik gerekçelerle açıklanması gerekiyor. İstiklal Savaşı sonrasında kent nüfusunun bir miktar düştüğü ve uzun bir aralıkta sabitlendiği biliniyor. Bu koşullarda yeni konut inşaatı azalmıştır. İkincisi, dünya ekonomik düzeninin altüst olduğu bir dönemde ucuz ahşap akışının sürdüğünü düşünmek de kolay değil. Ve nihayet bütün bu koşullar Erken Cumhuriyet rejiminin öngördüğü ideolojik programla da bu bağlamda çakışmışlardır: “Ahşap ev kapanan bir çağın köhne yapı tipidir”. Bu ideolojik koşullandırmanın ilkokuldan başlayarak başarıyla uygulandığı görülüyor. O yılların okul kitapları, “ahşap evler gayrisıhhidirler,” türünden iddialarla kargir dışındaki yapım seçeneklerini öğrenim gören kuşakların zihninde mahkûm ederler42. Ne var ki, okul kitapları hemen 30’ların başında bu değişime uğramadan önce bile ahşabın yaşam süreci tamamlanmış olmalıdır. İstanbul’da 1920’lerin ikinci yarısından başlayarak ahşap konut yapılmadığı hemen hemen kesinlikle söylenebilir. Erken Cumhuriyet, bu alandaki ideolojik kararlılığıyla, yaşayan bir gelenekten çok, geçmişin bir kalıntısını tasfiyeyi hedef almış gibi gözükür. Ve İstanbul için 19. yüzyıl ne kadar kesin biçimde ahşap kaplama çağı ise, 20. yüzyıl da o kadar kesin bir kargir çağıdır.
kaynak: www.arkitera.com
İstanbul 1900-2000 Konutu ve Modernleşmeyi Metropolden Okumak, İstanbul, 2004
Dipnotlar
1Anon, Fatih Sultan Mehmet II Vakfiyeleri, Ankara 1938. Buna dayanarak yapılan bir kantitatif analiz için bkz.: Uğur Tanyeli, “Klasik Dönem Osmanlı Metropolün
de Konutun ‘Reel’ Tarihi: Bir Standart Saptama Dene-mesi”, Prof. Doğan Kuban’a Armağan, der.: Z. Ahunbay, D. Mazlum, K. Eyüpgiller, İstanbul, 1996, s. 62.
2 Solomon Schweigger, Ein newe Reyssbeschreibung auss Teutschland nach Constantinopel und Jerusalem, Nümberg, 1608
3 Franz Babinger (ed.), Hans Dernschwam’s Tagebuch einer Reise nach Konstantinopel und Klefnasien1553/55), Münih ve Lepzig, 1923., s. 29. bu kesimTürkçe çeviride biraz farklıdır. Krş. Hans Dernschvvam İstanbul ve Anadolu’ya Seyahat Günlüğü, çev.: Y. Önen,
Ankara, 1988, s.50.
4 Örneğin, Edirne’de 16. yüzyıldan başlayarak kullanıldığı anlaşılan bu terim bilemediğimiz bir dönemde ortadan kalkmıştır.kullanılışı için bkz: Ömer Lûtfi Barkan,”Edirne Askeri Kassamı’na Ait Tereke Defterleri (1545-1659)”, Belgeler, m/5-6, 1966, örneğin, s.152.
5 Bu hesaplama için bkz.: Uğur Tanyeli, a.g.e., s. 63.
6 Örneğin, şu 17. yüzyıl albümünde Vedifcule çevresini betimleyen bir resimde:Memorie Turche, Museo Correr, Venedik, Ms. Cicogna 1971.
7 Ömer Lütfi Barkan, Süleymaniye Comi ve İmareti İnşaatı (1SS0-1557), 1, Ankara, 1972, s. 385 vd.
8 a.e., 2, Ankara, 1379, s. 111-12.
9 Ahmed Refik, Onbirinci Asr-ı Hicri’de İstanbul Hayatı (1592-1688), İstanbul, 1988, s. 7’de belge no.14, 3 Cemaziyelahir 1001 tarihli.
10Ahmed Refik, On Altıncı Asırda İstanbul Hayatı (1553-1591), istanbul, 1935, s. 60’ta belge no.4, 22 – ziikade975
11a e, s 64 5, beige no 11,10 sefer geo
12 İlknur Aktuğ, “16. Yüzyılda Kullanılan Bazı İnşaat Malzemeleri ve Kullanım Yerleri” ,II.Uluslararası Bilim ve Teknoloji Tarihi Kongresi, İTÜ, 28 Nisan-2 Mayıs 1986,İstanbul, 1986, s.72’de bu elemanın “zemini sağlamlaştırmak için belirli aralıklarla toprağın içine çakılan kazıklar” olduğu öne sürülmüşse de, Osmanlı belgeleri sözkonusu temel zemini berkitme öğelerini daima “kazik” olarak zikrederler,
13 bkz. Dipnot 10
14 Örneğin bir belgeye göre 958/1551’de büyük padavranın 30.000 adedi 1900, küçüğünün 50000 adedi 1550 akçeye satın alınmıştı, Ömer Lütfi Barkan, Süleymaniyeİmareti:… Z, s. 106’da belge no. 223
15 Yaşar Yücel, 1640 Tarihli Es’ar Defteri, Ankara, 1982, s. 94-97.
16 Mübahat S. Kütükoğlu, Osmanlılarda Narh Müessesesi ve 1640 Tarihli Narh Defteri,İstanbul, 1983, s. 294-296.
17 a.e., s. 324 ve Y. Yücel, a.g.e., s. 132
18 Sedad Hakkı Eldem, Köşkler ve Kasırlar, 2, İstanbul, 1974, s. 100-109..
19 a.e., s. 212 vd., 230 vd. ^2
20 Sadullah Paşa Yalısı’mn san restorasyonunu gerçekleştiren Y.Mim. Feyza Cansever orada kaplama tahtası enlerinin 38 ile 34 cm arasında değiştiğini, ancak kalınlığın 2 cm’de sabit olduğunu belirtmiştir.
21 Sedad Hakkı Eldem, Köçeoğlu Yahsı-Bebek-Boğaziç, İstanbul, 1977, s. 54 vd.
22 Çok aydınlatıcı minyatür için: Şeyh Muhammed b. Mustafa el-Mıs>i, Tuhfetü‘l-Mülk,1187/1773’den aktaran: Ayda Arel, Osman/ı Konut Geleneğinde Tarihsel Sorunlar,İzmir, 1982, s. 161’de Resim 138.
23 Örneğin, Engin Özendes, Abdullah Freres: Osmanlı Sarayının Fotoğrafçıları, İstanbul 1998 s.196’daki fotoğraf.
24 Camlı Osmanlı penceresi için bkz.: Uğur Tanyeli, “Anadolu’da Bizans, Osmanlı Öncesi ve Osmanlı Dönemlerinde Yerleşme ve Barınma Düzeni”, Tarihten Günümüze Anadolu’da Konut ve Yerleşme, İstanbul, 1996 s 458-461
25 bu gelişme için ameğin bkz: Nikoiai TodorouThe Balkan City, 1400-1900, Seattle ve Londra, 1983s. 185 vd
26 Henry Zachary, Prix courant et cube des differents types de planches, ete. en cours sur les marches…/Rehber: Piyasada Bulunan Muhtelifü‘l-cins Tahta, Keroste ve Soirenin Fiyat ve Mik’ablarını Takdir İçün…, Matbaa-i Agap Matyoayan, îetanbul, tarihsiz
27Mehmed İzzet, Rehber-i Umur-u Beytiyye: Eve Müteallik Bilcümle Umurun Rehberidir, 1, İstanbul, 1319 özellikle s.240-244tBfci ahşap inşaat malzemesi dökümü için
28ae,s232
29a.e.; s. 233
30a.e:, s 234
31a e, s 234
32 VValter Gropius, Bauhausbauten Dessau, Münih, s. 1105-12’den aktaran: B. Denel, Batılılaşma
33 an Talat, Ahşap inşaat, istanbul, 1. Baskı 1327,ikinci baskı 1341. Birinci baskının ayrı bir takım oluşturan yüz adet 35×50 cm boyutunda çizim levhası vardır
35 Osman Nuri, Mecelle-i Umur-u Belediye, 1, İstanbul sürecinde istanbul’da Tasarım ve Dış Mekânlarda değişim Nedenleri, ODTÜ, Ankara 1982, s.XLII-XLIII.
34 Üsküplü caddesi No. 108’deki bu ev hakkındaki bilgi İTÜ Mimarlık Fakültesi Restorasyon Anabilim Dalı’ndan alınmıştır
36 Hocapaşa planlaması şurada daha ayrıntılı irdelendi: Uğur Tanyeli, “Düşlenmiş Rasyonalite Olarak Kent: Türkiye’de Planlama ve Çifte Bilinçlilik”, İlhan Tekeli’ye Armağan, Tarih Vakfı Yurt Yayınlan (henüz yayımlanmadı).
37 Tasvir-i Efkar, 381 (1 Zilhicce 1282/17 Nisan 1866). 1 Tasvir-i Efkar, 387 (29 Zilhicce 1282/15 Mayıs ]
39 Osman Nuri, Mecelle…, ı, 989 -990 .Yeni baskıda cilt 2, 938.
40 Tasvir-i Efkar, 388 (2 Muharrem 1283/17 Mayıs 1866) ve 441 (27 Receb 1283/5 Aralık 1866). Çok önemli olduğu anlaşılan bu örnek projeler kitapçığına ulaşamadım. Milli Kütüphane’de ve bellibaşlı İstanbul kitaplıklarında yok.
41 Tasvir-i Efkar, 405 (3 Rebiülevvel 1283/16 Temmuz 1868).
42 Örneğin, Doktor Muhittin Celal, Ev Bakımı, Birinci Kısım,llk Mektep-Sımf: 4,İstanbul, 1931-1932; Sühey-la Arel, Ev İdaresi, İstanbul, 1938, alıntı s. 39’da.