Doğa, Su ve İnsan-2

İnsan ve Kent

Kentleri insan nüfusunun yoğun olarak yaşadığı mekânlar olarak tanımlamak mümkündür. Kentler tarihin farklı aşamalarında yaşadıkları değişimlerle günümüzdeki durumlarına gelmişlerdir. Tarihsel aşamaların hassasiyetlerine göre kentler farklı kullanım ve yerleşim planlarına sahip olmuşlardır. Örneğin, ortaçağ döneminde savunma ihtiyaçları nedeniyle dışa kapalı, askeri gerekliliklerin önde olduğu, duvarların ardında ve hendeklerle çevrili bir karakterdeyken; barutun bulunmasıyla kent duvarları ve kaleler koruma işlevini yitirmiş, kent siluetinden kaybolmuş ve yerlerini açık alanlara bırakmışlardır. Bu bakımdan kent ve açık alanlar arasında değişen bir ilişkinin olduğu savunulabilir.

Güneş (2010), Hatt ve Reiss’a dayanarak; tarihsel olarak kentlerin ne zaman ve nasıl ortaya çıktığı ve geliştiğini kesin bir biçimde ortaya koymanın güç olduğundan bahseder. Bu güçlüğün birinci nedenini antik kentler hakkında arkeolojik çalışmalara dayanan bilgilerin büyük oranda eksik olmasına bağlamaktadır. Bütün tarihsel dönemlerdeki ve farklı coğrafyalardaki kentlerin eşit bir şekilde incelenmediğini söyleyen araştırmacı, doğu toplumlarında yer alan kentler hakkında bilinenlerin batı uygarlığındaki antik kentler hakkında bilinenlerden daha az olduğundan yakınmıştır (Güneş 2010). Bütün bunlara rağmen kentlerde günümüzdeki kullanımlar bile, geçmişteki kullanımlara dair ipuçları verebilmektedir.

Geçmişin koşulları doğrultusunda kurulan birçok kent yeni oluşumlara gösterdikleri adaptasyon ölçüsünde ayakta kalabilmiştir. Ancak yine de kentlerin tarihi, kentlere değer katmasının yanında çözülmesi güç sorunları da beraberinde getirmektedir. Kentlerin; eski dönemden kalan bir organizasyon ve işleyişe sahipken, aşırı nüfus artışı nedeni ile yeni oluşan koşullara adapte olması zaman almıştır. Bazı mekânsal sıkıntılar ile yüz yüze kalan kentler yeni dönemin koşullarına uygun çözümler aramak ve bu çözümleri idealize etmek zorunda kalmışlardır.

Örneğin yaşanan yoğun göç, konut sıkıntısını doğurmuştur. Bunun yanında yaşanan teknolojik atılımlar, yeni üretim merkezlerinin açılmasına, yeni üretim biçimlerinin oluşmasına ve yeni iş kollarının ortaya çıkmasına neden olmuştur. Eskiyen ve eskide kalan üretim merkezleri terk edilerek, hayalet yapılar ve ıssız mekânlar halini almışlardır. Diğer taraftan üretimin en büyük girdisi olan doğal kaynak kullanımı ise had safhaya ulaşmış ve doğanın yoğun kullanımı beraberinde birçok sorunun oluşmasını tetiklemiştir.

İnsanlar oluşan bu yeni dönemde, geleneksel yerleşim biçimlerinin dışında yeni dönemin yarattığı koşullar altında yoğun ve düzensiz bir yerleşim geleneğinin esiri olmuşlardır. Yoğun nüfusun etkisi altında, arsa fiyatlarının artışı da yerleşimde pragmatik bir anlayışın benimsenmesine neden olmuştur. Bu pragmatik anlayış, insanın rutinler içinde sıkışarak, kendine ve çevresine yabancılaştığı bir ortam yaratmıştır. İnsan ruh halindeki değişim, suç oranlarındaki yükselme, bu genel sıkıntının bir dışavurumudur.

Zizek’e (2008) göre dünyada yaşanan ekolojik krizin önemi ne kadar vurgulansa azdır. Kriz, sadece yarattığı fiili tehlike yüzünden, yani sadece insanın hayatta kalıp kalmaması söz konusu olduğu için önemli olmayıp “doğa”ya dair günlük kavrayışımızı ve algılarımızı sorguladığı için de tartışılmalıdır. Ekolojik krizlere karşı bireylerin farklı tepkileri bulunmaktadır. Zizek, bu tepkileri başlıca üçe ayırmaktadır. Birincisi, ekolojik krizi tam anlamıyla ciddiye alma isteksizliği içinde bulunanların geliştirdiği, “meselenin fena halde ciddi olduğunu gayet iyi biliyorum; ama yine de buna inanmıyorum, bunu simgesel evrenime dahil etmeye hazır değilim ve bu yüzden de ekolojik sorunların günlük yaşamıma etkisi olmayacakmış gibi davranmayı sürdürebilirim” düşüncesidir. Ekolojik krize verilen diğer bir tepki ise takıntı düzeyindedir. Kişi; “eğer ben bunu yapmazsam korkunç bir felakete neden olacak” diye düşünür. Üçüncü tür tepki ise, ekolojik krizin anlamının “doğayı acımasızca sömürüşümüz, doğayı kullanılıp atılan bir nesne ve malzemeler temin ettiğimiz bir depo muamelesi yapmamız yüzünden verilen bir ceza” olduğu düşüncesini taşıyanların verdiği tepki türüdür. Sadece bu üçüncü türde tepki verenlerin çıkardığı ders, doğanın parçası olarak yaşamamız, kendimizi onun ritimlerine uydurmamız, onun içinde kök salmamız gerektiğidir. Lacancı bir yaklaşımla ekolojik kriz konusunda, ekolojik krizin gerçekliğinin anlamsız fiiliyatı içinde, ona bir mesaj ya da anlam yüklemeden kabul etmeyi öğrenmemiz gerektiği vurgulanmaktadır (Zizek 2008). Bu da doğa ile insanı karşı karşıya getirmeden, bir denge içinde yaşamasına imkân veren bir anlayışın insanlığa hâkim olması ile mümkün olabilir. Ekolojik krizlerin önlenmesine yönelik planlama yaklaşımları bu durumun oluşturulmasında önemli bir etmen olabilecek potansiyele sahiptir.

Peyzaj bakış açısı içine giren objelerin tümü, canlı cansız unsurlardan oluşan alan anlamına gelmektedir. Burada peyzajı oluşturan topografya, jeoloji, toprak, su ve bitki örtüsü gibi doğal faktörlerin yanında, peyzajı şekillendiren ve çoğu zaman değiştiren insan ile peyzaj arasındaki ilişkilerin anlaşılması önemlidir (Atik 2010). Kent içindeki peyzajda ise doğal öğelerden daha ziyade insan yapısı öğelerin baskın durumda olduğu bir manzara karşımıza çıkmaktadır. Zaman içinde değişen insan kullanımları ise, bu mekânların zaman içinde değişime ve dönüşüme uğramasına neden olmaktadır. Ancak tasarım disiplininden gelen plancı ve tasarımcılar bu mekânların dönüşümünü ve kente kazandırılmasını sağlayabilmektedir (Reed 2008).

Yapılan birçok çalışmada belirtildiği gibi su ve su yapıları ile ilgili çalışmalar doğa onarımı çalışmalarının yanında kültürel nitelikli çalışmalardır (Gobster ve Hull 2000, Darby ve Sear 2008). Bugüne kadar yapılan çalışmalarda, halkın desteğini alabilen çalışmaların daha başarılı sonuçlandığı görülmektedir. Bunun yanında en önemli materyalin ise doğanın kendisi olduğu kabul edilmelidir.

Bu durumdan dolayı planlama, tasarım, yönetim ve değerlendirme aşamalarının her birinde peyzaj ekolojisini göz önüne alan, paydaşların ilgi ve beklentileri doğrultusunda hareket eden, sürdürülebilir ve ekonomik yönetim yaklaşımları benimsemek bir zorunluluk olarak karşımıza çıkmaktadır.

Sonuç

Kentlerde yaşayan insanlar doğaya duydukları özlemi, kent içindeki kente yakın ve kent dışındaki rekreasyon alanlarındaki faaliyetleri ile gidermeye çalışmaktadırlar. Kent içindeki yeşil alan ihtiyacının yetersizliği nedeniyle kent dışındaki alanlarda oluşan aşırı talep, kent içinde kalan boşlukların uygun planlama kararlarıyla değerlendirilmesi ve mevcutta bulunan yeşil alanların niteliğinin arttırılmasıyla üstesinden gelinebilecek bir durumdur. Bu şekilde kent dışı doğal alanlar üzerindeki mevcut baskının ortadan kalkması olasıdır. Bu açık ve yeşil alanların yanında bu alanları destekleyen akarsu ve akarsu koridorlarının kente kazandırılması ile desteklenebilir. Bu sayede kentte yeni rekreasyon alanları oluşmasının yanında kullanarak korumanın önü açılmış olmaktadır. Akarsular bu sayede endüstriyel alanların atıklarının baskısından kurtarılarak, kentliye hizmet eden doğal bir kullanıma dönüşmüş olacaktır.

Kentsel ekosistemin devamı için su kaynaklarının korunması önem arz etmektedir. Eski dönemde enerji üretimi kaygıları ile inşa edilen, ancak yapımı sonrasında doğaya zararlarının bulunduğu görülen birçok hidro-elektrik santralinin devre dışı bırakılması, söz konusu alanlarda doğa onarım çalışmalarının başladığı görülmektedir. Ancak ne yazık ki ülkemizde dünya çapında terk edilen bu teknoloji, işletme standartlarının da altında faaliyet göstermekte ve akarsuların can suyuna önem verilmeden yenileri inşa edilmektedir. Bu konuda toplumsal bir bilinç yerel düzeyde oluşsa da, yerel paydaşların talepleri büyük şirketlerin istekleri doğrultusunda görmezden gelinmektedir.

Bunun yanında su varlıklarının tarımsal üretimde kullanımında da ciddi sıkıntılar yaşanmaktadır. Daha yakın zamana kadar göller ve bataklıklarda, tarım alanı kazanmak için kurutma çalışmaları yürütülmekteydi. Günümüzde bu gibi ilkel uygulamalardan giderek uzaklaşıldığını görmek oldukça memnuniyet vericidir. Ayrıca akarsulardan temin edilen sulama suyunun yanlış kullanımı sonucunda su kaybı yaşanmakta ve toprağın tuzlanarak verimsizleşmesi sorunlarına karşı önlemler alınmaya başlanmıştır. Damlama sulamanın tarımda ağırlıklı olarak kullanılması yönünde teşviklerin devlet tarafından sağlanması yanında enerji etkin üretim faaliyetleri konusunda da üreticinin bilgilendirilmesi ve teşvik edilmesi önem taşımaktadır.

Lynch’e göre en beğenilen görünümler genellikle suyun ve mekânın görülebildiği geniş panoramalardır (Lynch 1960). Su, doğanın ve dolayısıyla insanoğlunun vazgeçilmez bir unsurudur. Bu şekliyle akarsular da kentlerin insanı doğayla birleştiren hayat damarları olarak kabul edilebilir. Bu nedenledir ki kentlerde akarsuların niteliğini iyileştirmeye yönelik çalışmalar kent insanını doğaya yakınlaştırmakta, kentte yaşama konforunu artırmakta, insana yaşam sevinci verirken kente ayrı bir kimlik kazandırmaktadır. Günümüzde pek çok uygulamada tanık olduğumuz akarsuları kanal içine alarak iyileştirme ve kentsel mekân oluşturma çabaları ne yazık ki kent insanını su unsurunda uzaklaştırmaktadır. Pek çok Avrupa ülkesinde tanık olduğumuz uygulamaları ülkemiz  kentlerinde de görmek vatandaşlarımızın en doğal hakkıdır. Avrupa Peyzaj Sözleşmesi’nde peyzajın kişisel ve sosyal refahın en önemli öğesinden birisi olduğu belirtilmektedir. Peyzajların korunmasının, yönetilmesinin ve planlanmasının toplumdaki her bireyin hak ve sorumluluğunda bulunmaktadır. Günümüzde de kentsel alanlar içinde kalmış akarsu koridorlarındaki planlama ve tasarım konularına gereken duyarlılığın gösterilmediğini görmek peyzaj mimarı olmanın ötesinde bir kentli olarak bizlere önemli bir sorumluluk yüklemektedir. Topoğrafya, vejetasyon ve sosyokültürel altyapının da dikkate alındığı planlama ve tasarım çalışmaları kentlilerin en doğal hakkıdır. Bu konuda Peyzaj Mimarları, Şehir Bölge Plancıları, Mimarlar, Çevre Mühendisleri, Biyologlar ve İnşaat Mühendisleri kent insanın da ihtiyaçları ve beklentileri doğrultusunda ortak projeler üretmelidirler.

kaynak: Ekin OKTAY, Reyhan ERDOĞAN/ Peyzaj Mimarlığı Dergisi

 

Doğa, Su ve İnsan

Doğa, insana ve diğer bütün canlılara ev sahipliği yapan en önemli unsurdur. Ancak insan faaliyetleri sonucunda oluşan birçok bozulma doğanın niteliğini bozmakta ve kalitesini düşürmektedir. Bunun en önemli göstergesi ise su ve su yapılarında  gözlenmektedir. İnsanın bunca ekolojik krizin sorumlusu olduğu su götürmez bir gerçektir. Bundan dolayı genelde insan ve doğa arasında, özelde ise insan su arasında dengeli bir ilişkinin kurulması önem arz etmektedir. Bu çalışmada da bu temelden hareketle doğa, su ve insan arasındaki ilişki irdelenmiş ve Türkiye özelinde çözüm önerileri geliştirilmeye çalışılmıştır.

Doğa

Doğa birçok canlının etkileşimi sonucunda ortaya çıkan, insanların ve diğer hayvanların da mensubu olduğu geniş bir üst kümeyi oluşturmaktadır. Bu bakımdan insanoğlunun öngördüğü gibi, insan doğanın dışında veya üstünde yer almamakta; kendi içinde uyumla çalışan bu sistemin bir parçası durumundadır. Ancak insanı diğer canlılardan ayıran en önemli özelliği simge ve işaretler kullanarak yarattığı soyut, zihinsel bir dünyaya sahip olmasıdır. Bu soyut dünya sayesinde kültür oluşturabilmiş, dil ve yazı ile bilgilerini yetişen kuşaklara aktarmayı başarabilmiştir. Yine bu boyut sayesinde insanoğlu, diğer canlılara karşı ne kadar savunmasız ve diğer canlılardan ne kadar zayıf olsa da hayatta kalmayı başarabilmiştir. Bu insanın doğa içerisinde yaşamda kalmak için gerçekleştirdiği en önemli çabasının ürünüdür.

Ancak her ne kadar, kendine ait zihinsel bir doğa yaratmış olsa da insanın temel yaşamı doğa içerisinde geçmektedir. Fiziksel anlamda yaşamını devam ettirmek için ihtiyaç duyduğu bütün kaynakları insanoğlu doğadan karşılamaktadır. Bu bakımdan insanın kendisini doğanın dışında düşünmesi ve bir ikilik (Kartezyen felsefedeki ismi ile dualite) oluşturması bu bakımdan farazi bir durum ortaya koymaktadır.

İşte sayılan tüm bu nedenlerden dolayı doğanın ve doğayı oluşturan canlıların varlığının insan açısından önemi tartışılmazdır. Bu bakımdan insanın hayatını devam ettirdiği bu yaşam alanına gereken önemi vermesi zorunludur.

İnsanoğlu, medya ve diğer kaynaklardan duyduğu çevresel felaketler, üçüncü kaynaktan edindiği bilgiler ve gelecekte olması muhtemel çevre felaketlerine çoğu zaman önem vermemektedir. Bu da gerekli önlemleri alarak çevrenin ve doğanın korunması için gereken adımların atılmasına engel olmak tadır. İnsanların çoğu; petrol krizi, çevresel kirlenme veya su kıtlığı gibi olaylardan doğrudan doğruya değil de, ikincil derecede etkilenmektedir. Yani çoğu insan, özelikle de gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin vatandaşları günlük yaşamlarında, sorunun kendisi ile değil de  sorunun yol açtığı ikincil derecede etkilerle yüz yüze gelmektedir. Bu ikincil etmenlerde sorunun kaynağı olan temel faktörlerin anlaşılmasını güçleştirmektedir. Toplumun büyük bir kısmı bu gibi sorunların temelinde bulunan etmenleri görmemektedir.

Bu durumdan dolayı bu gibi olaylar sorunların sanal sorun olarak algılanmasına neden olabilmekte ve gereken önem verilmemektedir. Kısaca bunun temelinde, insanların tehlikeyle birebir yüz yüze gelmemiş olması yer almakta ve yerkürenin tamamını etkileyen olaylar dahi bireyin temel yaşamsal itkilerinin harekete geçmesi için yeterli olamamaktadır.

Küresel ısınma, içme suyu sıkıntısı, sel, kuraklık, türlerin yok oluşu vb. gibi sorunlara insanoğlunun duyarsız kalması, bir anlamda bu temel itkilerin sadece yüz yüze gelinen gerçek bir tehlike karşısında harekete geçmesinden kaynaklanmaktadır. Bu problemlerin çözümünden önce günlük hayatındaki iş, aile, barınma ile ilgili sorunlar, ortalama insanın zihnini daha çok meşgul etmektedir. Yaşanan büyük modernleşmeye ve gelişmeye rağmen, halen daha atalarından miras kalan bazı itkilerle hayatını devam  ettirebilmekte olan insanın çelişkileri, zararın sadece kendini değil, çevresini de etkilemesine yol açmaktadır. Su ve akarsular da bu bozulmadan en büyük payı alan kaynaklar arasındadır.

Su

Su yaşamın vazgeçilmez öğelerinden birisidir. En basit ifade ile su yaşamdır. Canlı organizmanın büyük bir kısmı sudan meydana gelmektedir. Bütün yaşamsal faaliyetler su ile mümkün olabilmektedir. Bu nedenle su ve yakın çevresi, tarihin bütün dönemlerinde fiziksel ve kültürel anlamda önem taşımıştır. Birçok toplum ve insan topluluğu, yaradılış efsane ve mitoslarını, su üzerinden kurmaktadır. Bilimsel veriler de tıpkı mitolojide olduğu gibi suyun önemine işaret etmektedir.

Su ve su kıyıları tarih boyunca insanoğlunun yiyecek, yerleşme, çoğalma ve öğrenmeyi sağlayabildiği en ideal yaşam alanlarından biri olma görevini üstlenmiştir. Su, işlevsel açıdan sağladığı kolaylıklar yanında uygun iklimsel özellikler, manzara ve eğlenceli zaman geçirilebilecek alanlar da sunmaktadır. Bu temel ihtiyaç, canlının her zaman gereksindiği bir nesne konumundadır. Canlılığın devamı için gerekli olan su, insanın çoğu zaman farkında olmadığı ve önemsemediği bir kaynak olabilmektedir. Bu koşullanmadan dolayı insanların bu temel kaynağa gereken ilgi ve özeni göstermemesi, o an ki koşullar çerçevesinde hatalı değerlendirmeler sonucu yanlış kararlar alarak, bu önemli kaynağın zarar görmesine, azalmasına ve hatta tükenmesine neden olabilmektedir.

Yaşamsal önemin yanında, su kaynakları insan hayatında farklı açılardan önemli bir yer tutmaktadır. Neredeyse bütün büyük şehirler, akarsu koridorları boyunca inşa edilmiştir.

Kıtaları saran denizler kadar dünya, kıtaları ağ gibi örmüş olan akarsu sistemleri ile de beslenmektedir. Kırsal alanlara olduğu gibi kentsel alanlara da sokulan akarsular kentlerin tarihleri, sosyo-kültürel yapıları ve ekonomileri ile yoğrulmakta, şekil bulmaktadır. Bu akarsular topoğrafik yapılarının sahip olduğu şartlar ile kentler içinde odak noktaları olduğu gibi, fark edilmeyen fiziksel durumlarıyla da varlıklarını sürdürmektedir. Dünyadaki kentsel akarsulara örnek olarak; Venedik Kanalı (Venedik, İtalya), Tiber Nehri (Roma, İtalya), Sein Nehri (Paris, Fransa), Saone Nehri (Lyon, Fransa), Thames Nehri (Londra, İngiltere), Mersey Nehri (Liverpool, İngiltere), Tyne Nehri (Newcastle, İngiltere), Spree Nehri (Berlin, Almanya), Ren Nehri (Köln, Almanya), Elbe Nehri (Hamburg, Almanya), Main Nehri (Frankfurt am Main, Almanya), Oder Nehri (Frankfurt an der Oder, Almanya), İsar Nehri (Münih, Almanya), Ren Nehri (Basel, İsviçre), Aare Nehri (Bern, İsviçre), Limmat Nehri (Zürich, İsviçre), Parma Nehri (Parma, İtalya), Rotterdam Kanalları (Hollanda), Amsterdam Kanalları (Hollanda), Besos Nehri (Barselona, İspanya), Garonne Nehri (Bordo, Fransa), Tuna Nehri (Ingolstadt, Almanya; Viyana, Linz, Avusturya; Budapeşte, Macaristan, Belgrad Sırbistan), Charles Nehri (Boston, Massachusetts, ABD), Hudson Nehri (New York, ABD.), San Antonio Nehri (San Antonio, Texas, ABD.), Cheonggye Deresi (Seul, Güney Kore), Nil Nehri (Kahire, Mısır) verilebilir.

Ülkemizde de pek çok kentimiz akarsuya sahip olma bakımından şanslıdır. Bunlar genelde küçük dere ve çaylar olduğu gibi bir nehir
kenarında olma şansına sahip kentlerimiz de vardır. Türkiye’deki kentsel akarsulara örnek olarak; Alleben Deresi (Gaziantep), Ankara Çayı (Ankara), Porsuk Çayı (Eskişehir) Melen Çayı (İzmir), Manavgat Nehri (Manavgat/Antalya), Düden Çayı (Antalya), Aksu Çayı (Antalya) Meriç Nehri (Edirne), Asi Nehri (Antakya), Yeşilırmak Nehri (Amasya), Seyhan Nehri, Adana, Kağıthane Deresi (İstanbul), Bartın Çayı (Bartın), Çoruh Nehri (Artvin), Dicle Nehri (Diyarbakır) verilebilir.

Derelerden büyük nehirlere, küçük gölet ve göllerden büyük göllere, drenaj kanallarından su toplama rezervuarlarına kadar çeşitli biçim ve boyutlarda olabilen su yüzeyleri; peyzajda hem görsel hem de fonksiyonel olarak önemli işlevlere sahip birer kaynak konumundadırlar.

Peyzajda farklı biçim ve formlarda olabilen su öğeleri gerekli düzenlemelerle toplum sağlığının iyileştirilmesi, bireyin kent yaşamında karşılaştığı güçlükler ve bunların sonucu oluşan stresin giderilmesi, psikolojik olarak tatminin sağlanması ve yabancılaşmanın önüne geçilmesi, su öğesinin ve yeşil alanların yerinde ve doğru planlanması ve tasarımıyla mümkün olabilmektedir. Bu süreç mekânsal kurgunun yanında toplum ve bireyin ihtiyaçlarının bilinmesi ile mümkün olabilmektedir.

Ancak gelişime bağlı olarak akarsular zamanla bazı bozulmalara uğramış ve bu alanlarda yeniden düzenleme ihtiyacı ortaya çıkmıştır. Özellikle sanayi devrimi sonrasında oluşan bu yeni dönemde; öncesinde kırsal alanlarda yüksek oranda bulunan nüfus, üretim biçimlerinde yaşanan değişimler nedeniyle büyük kitleler halinde, oluşan iş gücü ihtiyacını karşılamak üzere kentsel yerleşim alanlarına göç etmiştir. Bu dönemde “kır” cazibesini yitirmiş ve “kent” büyük bir mıknatıs gibi kitleleri kendisine çekerek bugün yaşanan çözülmesi zor kentsel sorunların oluşumuna zemin hazırlamıştır. Kentsel alanlarda bulunan doğal alanlar tahribe uğramış ve bu süreçte en çok zararı akarsu ve kıyıları görmüştür. Bu bozulmuş ve niteliğini yitirmiş alanların kentlilerin kullanımına yeniden sunulabilmesi için sürdürülebilir planlama ve tasarım yaklaşımlarına ihtiyaç duyulmaktadır.

Kent içinde akarsuların çevresi iyi tasarlanıp düzenlendiğinde insanları çevresinde toplar. Akarsu çevreleri çeşitli aktivitelerin yer aldığı bir mekân haline gelerek toplanma eylemine olanak tanır. Genel olarak akarsuların içinde yer alan heykel gibi plastik elemanlar, sanat yapıları ya da mimari unsurlar, akarsuyun çevresinde toplanma eylemini güçlendirir. Ulaşım mekânları olarak akarsular çizgisel ve yönlendirici karakterde olup, mekânsal olarak kent içersindeki hareketi güçlendirici etki sağlar. Akarsular içerisindeki araç ulaşımı sayesinde kentin mekânsal, kültürel varlıklarının farklı açılardan algılanması olanağı oluşur ve kent ile insanın ilişkisi bu sayede güçlenir.

Hareket, mekânların faklı açılardan ve farklı noktalardan algılanmasına olanak tanır. Kentsel mekânın algılanmasında Gordon Cullen “Ardışık İmaj” adı altında, yayanın kent mekânlarını birbiri ardı sıra gelen imajlar dizisi olarak algılamasının önemine değinirken, bu bütünlük ve değişkenliğin kentin algılanmasına anlam kazandırdığını dile getirmektedir. Akarsular; kentin doğal unsurları ile yapay unsurlarının kültürle zenginleştirilmiş bütünsel algısında, insana heyecan verici peyzajlar sunabilmektedir. Bu hem suyun içerisinde hem de suyun dışarısında karşılıklı olarak iki yönde gerçekleşebilmektedir. Yoğun kentleşme sonrasında, yatay ve dikeyde gelişen yapılar insan ölçeğinde kentsel mekânların algılanmasını imkânsız kılmaktadır. Bu bakımdan kent içerisindeki boşluklar, kentin peyzajını, bir anlamda kent manzaralarını algılamada önemli araçlar sunmaktadır. Özelikle boğaz, akarsu, göl, deniz kıyısı gibi geniş su yüzeyleri kentin algılanması için manzara noktalarına ev sahipliği yapmaktadır.

kaynak: Ekin OKTAY, Reyhan ERDOĞAN/ Peyzaj Mimarlığı Dergisi

İklim Değişikliği Gündeminde Kentsel Yeşil Alanlara Yeniden Bakış

GİRİŞ

Günümüzde iklim değişikliği dünyanın karşı karşıya kaldığı en büyük sorunlardan biri olarak kabul edilmektedir (Kopenhag Mutabakatı 2009). Sera gazı emisyonları hemen durdurulsa dahi, atmosferde biriken sera gazları iklim sistemlerini etkilemeye devam ederek bir süre daha iklimin değişmesine neden olacaktır.

Araştırmalar, iklim değişikliğinin etkilerinin çok ağır olacağını ortaya koyarken, olası etkilerin doğal ya da yapay sistemlerde, farklı sektörler ya da bölgelerde kümülatif ya da sistematik olarak görülmesi beklenmektedir. Ormanlar ya da göller gibi pek çok ekolojik sistem ile turizm ya da tarım gibi iklime dayalı sektörler küresel, bölgesel ya da yerel iklim değişikliğinin baskısı altındadır.

İklim değişikliğinin insan yerleşimlerini az ya da çok, çeşitli şekillerde etkileyeceği neredeyse kesin olarak kabul edilirken, insanların, yapıların, ekonomik aktivitelerin, ulaşımın ve atıkların yoğunlaştığı kentsel alanların da iklim değişikliğinden etkilenmesi beklenmektedir. Bartlet vd.  yüz milyonlarca kentlinin günümüzde yaşanan ve gelecekte yaşanacak olan etkilerden dolayı risk altında olduğunu belirtmektedir. Ancak kentler ve iklim değişikliği arasındaki ilişki basit ve doğrusal değildir ve her kentte yaşanan etki o kentin bulunduğu bölgeye, doğal, kültürel, sosyal, ekonomik yapısına, yapılı çevresine bağlı olarak farklı şekillerde olmaktadır.

İklim değişikliğinin kentlerdeki etkilerini doğrudan ve dolaylı etkiler ya da fiziki ve sosyoekonomik etkiler olarak sınıflandırmak mümkündür. TAR (2001)’de iklim değişikliğinin kentlerde insan sağlığı ve altyapıyı doğrudan etkileyeceğini belirtilirken; çevre, doğal kaynaklar ya da turizm, tarım gibi yerel sanayiyi etkileyerek dolaylı etkilerde bulunacağını belirtilmektedir. Öte yandan kentsel alanlar deniz seviyesinin yükselmesi, kasırga, aşırı yağış, sel, kentsel sel, sıcak hava dalgası gibi iklim değişikliğinin yarattığı fiziki etkilerin baskısı altındadır. Dhakal; seller, kasırgalar ve altyapı zararlanmalarının sosyoekonomik etkilerinin göz ardı edilemeyeceğini belirterek kentlerin sosyal ve çevresel, ekonomik açılardan giderek daha fazla etkileneceğini vurgulamaktadır.

Bu koşullar altında kentlerdeki riskleri azaltmak ve yaşam kalitesini sürdürebilir kılmak için iklim değişikliğinin olumsuz etkilerini azaltmak önemli bir konu/gündem haline gelmektedir. Ancak yerel ölçekte çözülebilecek ve mekansal planlamanın kritik öneme sahip olduğu bu noktada kentsel yeşil alanların rolünün irdelenerek yeniden ortaya konulması öncelikli ve ivedi bir konu olarak karşımıza çıkmaktadır.

Üç ana bölümden oluşan bu çalışmada birinci bölümde iklim değişikliği ve kentler arasındaki ilişki ortaya konulacak, ikinci bölümde
iklim değişikliği ile mücadele sürecinde kentsel yeşil alanların yeri ve rolü tanımlanarak son bölümde bir değerlendirme yapılarak öneriler geliştirilecektir.

İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ VE KENTLER

Bugün dünya nüfusunun yarısı kentsel alanlarda yaşamaktadır ve 2050 yılına gelindiğinde bu oranın %67’ye çıkması  eklenmektedir (UN-DESA 2012). Kentleşme oranlarındaki artış, günümüzde zaten doğal sınırlarını aşarak büyüyen kentlerin eşiklerini daha da fazla zorlamasına ve yerleşilemez alanlara doğru sağlıksız biçimde genişlemesine yol açacaktır. HABITAT (2011), iklim değişikliği ve kentleşmenin etkilerinin bir araya gelerek dünyanın çevresel, ekonomik ve sosyal istikrarını ciddi anlamda tehdit edeceğini belirtmektedir.

Temel faaliyeti iklim değişikliği konusunda yapılan çalışmaları/araştırmaları düzenli aralıklarla değerlendirerek raporlamak olan Intergovernmental Panel on Climate Change (IPCC), değerlendirme raporlarında iklim değişikliğinin yerleşimlere etkilerini açıklamıştır. Beklenen etkiler küresel önem sırasına göre sel, toprak kayması, tropikal hortum, su kalitesi, deniz seviyesinin yükselmesi, sıcak /soğuk hava dalgaları, su kıtlığı, yangın, dolu, fırtına, tarım/ormancılık/ balıkçılık verimliliği, hava kirliliği, permafrost alanların erimesi ve kentsel ısı adalarıdır. Kentler konumlarına, ekonomilerine ve nüfus büyüklüklerine bağlı olarak bu etkilerden etkilerden farklı şekillerde ve oranlarda zarar göreceklerdir (TAR 2001).

Kentsel yerleşimler ve kentler iklim değişikliğinin etkilerinden kıyı kentlerinde deniz seviyesinin yükselmesi, ekstrem olaylardan ötürü altyapının zarar görmesi, aşırı yağışlardaki artıştan ötürü artan akarsu ve kent selleri, sıcaklık anomalileri, kuraklık, yüksek sıcaklıklardan veya ekstrem olaylardan ötürü insan sağlığında meydana gelen etkiler, enerji talebinde değişimler, su arzı ve talebindeki değişimler, turizme ve kültürel mirasa etkiler, hava kirliliğine ikincil etkiler olmak üzere birçoğunu yaşayacaktır.

İklim değişikliğinin kentlerdeki etkileri altı ana başlıkta incelenebilir:

Yapılı Çevreye Etkiler

Yapılı çevre, doğal çevreden farklı olarak insanların çevresindeki konut, ofis, hastane, okul, alışveriş merkezi gibi küçük ölçekli birimlerden komşuluk birimi, semt, kent gibi büyük ölçekli birimlere ve aynı zamanda bunlar arasındaki yollar, yeşil alanlar ve ulaşım sistemleri gibi insan yapımı bileşenlerden oluşmaktadır (Younger et al., 2008). Yapılı çevrenin bileşenleri ve insan aktiviteleri kentlerde iklim bileşenleri ile etkileşime girmektedir. Arazi kullanım kararları ve yapılı çevrenin tasarımı bu etkileşimin türünü ve derecesini belirlemektedir.

Yapılı çevrenin iklim değişikliğinden etkilenme derecesi aslında kentin ne kadar sürdürülebilirlik ilkeleri dikkate alınarak inşa edilmiş olduğunun da göstergesidir. Mevcut afet risklerini dikkate alarak ortaya çıkan kentsel gelişim en azından bugünkü riskleri azaltmada önemli bir faktördür. Ancak çoğu zaman kentleşme baskısı yüzünden doğal limitleri zorlayarak yapılan gelişim/ kentleşme iklim değişikliğinin hem bugünkü hem de gelecekte ortaya çıkacak etkilerinden zarar görme derecesini arttıracaktır. İklim değişikliğinin yapılı çevre üzerindeki etkilerini;

• Kıyı kentlerinde deniz seviyesinin yükselmesinden ötürü yapılı çevreye doğrudan etkileri, su basması ve yer değiştirme (inundation and displacement), fırtına sellerine (storm flooding) bağlı zararlanmalar ve engellenen drenajdır. Potansiyel dolaylı etkiler ise dip sedimentlerinin/ çökellerinin dağılımındaki, kıyı ekosistemlerinin fonksiyonlarındaki değişiklikler ve insan
faaliyetlerine etkilerdir.

• İklim değişikliğine bağlı tehlike ve afetlerin artan sıklığından ötürü konut ve ticari yapılardaönemli zararlar meydana gelecektir.
Bu bağlamda seller en pahalı ve yıkıma sebep olan doğal afetlerdir ve dünyanın pek çok bölgesinde fazlalaşan yağış yoğunluğuna bağlı olarak artacaktır (HABITAT 2011). Artan yağışlardan ötürü toprak kayması riskinin de kentteki yapılı çevrede zarara yol açması beklenmektedir.

• İklim değişikliğinin kentteki yapılı çevredeki en iyi bilinen ve pek çok çalışmada ortaya konulan etkilerinden biri sıcak dalgalarının
sayısındaki ve sıklığındaki artıştan ötürü kentsel ısı adalarının kentlileri daha fazla olumsuz olarak etkilemeye başlayacak olmasıdır.

• Yapılı çevrenin önemli bileşenlerinden biri olan ulaşımın aşırı yağışlar ve buna bağlı olarak ortaya çıkacak seller ve toprak kaymalarından zarar görmesi beklenmektedir. İklim değişikliği etkilerine bağlı olarak bir yandan ulaşım altyapısının (yollar, köprüler, havaalanları, limanlar vb.), zarar görmesinden ötürü kentteki ulaşım hizmetleri de etkilenerek kesintiye uğrayabilecek; diğer yandan iklimsel koşullar ulaşım taleplerini etkileyebilecektir.

Altyapıya Etkiler

Bir kentin fiziki altyapısı içme suyu, kanalizasyon, enerji dağıtım, ulaşım sistemlerini kapsamaktadır.

İklim değişikliği bir kentin fiziki altyapısını doğrudan etkilemekte, buna bağlı olarak da o kentte yaşayanların refah ve geçimi etkilenmektedir (HABITAT 2011). Ibarrarán (2011), kompleks kentsel altyapı problemlerinin ve çevre problemlerinin yaşandığı kentlerin dikkatli planlama yapılmaz ve uygun yatırımlar gerçekleştirilmezse iklim değişikliğinden ötürü bunlara ek olarak ortaya çıkacak değişikliklerin insafına kaldığını belirtmektedir.

Su

İklim değişikliğinin kentlerde hem su arzı hem de su talebi üzerinde etkili olması beklenmektedir. Yağış rejimlerinde yaşanan değişimler su kaynaklarını etkileyecek, hava sıcaklıklarındaki artış ise bir yandan su kaynaklarını etkilerken diğer yandan su talebi üzerinde etkili olacaktır. Arz ve talep dengesinde yaşanacak değişiklikler kentlerdeki hızlı nüfus artışı ile bir araya gelerek yeni sorunlara yol açacaktır.

Ancak su konusu ile ilgili etkiler dünyanın her yerinde aynı olmayacaktır. Yağışlardaki değişiklikler ve deniz seviyesinin yükselmesi kentlerde suyun kalitesini ve arıtılmasını etkileyecektir. Su sıcaklıklarının artmasının su kirliliğini de etkilemesi/arttırması beklenmektedir (HABITAT 2011). Ayrıca içme suyu altyapısının sellerden ya da fırtınalardan etkileneceği de göz ardı edilmemelidir.

Kanalizasyon

İlkim değişikliğine bağlı olarak yaşanacak afetlerin kanalizasyon sistemlerini zaten problem yaşayan özellikle gelişmekte olan ülkelerde etkilemesi beklenmektedir. Özellikle sel, toprak kayması ya da fırtına gibi afetlerin kanalizasyon altyapısına zarar vermesi söz konusu olacaktır.

Enerji

Kentler yapay ekosistemler olmalarından ötürü doğal ekosistemler gibi kendi enerjilerini üretebilme ve kendi kendilerine yetebilme özelliğine sahip değildirler. Kentteki barınma, ulaşım, üretim vb pek çok sistem için dışarıdan enerji girdisi sağlanması gereklidir. Dolayısı ile enerji arzı kentteki pek çok faaliyet için hayati önem taşımaktadır.

İklim değişikliğine bağlı olarak ortaya çıkan sıcak hava dalgaları kentlerde enerji talebinde ani artışlara neden olmaktadır. 2003 yılında Avrupa’da yaşanan sıcak hava dalgasında da görüldüğü üzere bu ani talep artışı enerjinin yetmemesine kesintiler yaşanmasına neden olabilmektedir. HABITAT (2011) elektrik dağıtım sistemlerinin de fırtına sel gibi afetlere karşı risk altında
olduğunu belirtmektedir.

İnsan Sağlığına Etkiler

İklim değişikliğinin insan sağlığını sıcak ya da soğuğun fizyolojik etkilerinden (Hunt, Watkiss 2011) ya da hava kirliliğinden (Kjellstrom, Weaver 2009) ötürü doğrudan etkilemesi beklenirken; gıda kaynaklı veya vektör kaynaklı patojenlerin iletim yollarındaki artış, sellerin refah üzerindeki etkileri (Hunt, Watkiss 2011) ve ruhsal stresden (Kjellstrom, Weaver 2009) ötürü dolaylı olarak etkilemesi beklenmektedir.

Biyolojik Çeşitliliğe Etkiler

İklim değişikliği biyolojik çeşitliliği maksimum, minimum ve ortalama sıcaklıkların, güneşlenme sürelerinin, yağış, nem gibi iklimsel parametrelerin değişmesinden ötürü etkileyecektir. Bazı türlerin yeni koşullara uyum sağlayamayıp yok olması söz konusu iken bazı türler uygun koşulların bulunduğu ortamlara göç edecektir. Bunun sonucunda ekosistemlerin dağılımında değişiklikler olacaktır. Bu yeni sürecin kent içindeki ve çevresindeki yeşil alanlara ve korunan alanlara etkisi olması beklenmektedir.

Hava kalitesine Etkiler

İklim değişikliği ve hava kalitesi arasındaki ilişki tıpkı kentler ve iklim değişikliği arasındaki ilişki gibi karmaşık ve farklı açılardan birbiri ile sarmallanmış bir yapıya sahiptir. Younger et al, (2008) iklim değişikliği ve hava kalitesi arasındaki interaktif bir ilişkiden söz etmektedir.

Temel sera gazı olan CO2 ile temel hava kirleticiler olan PM, NO2 ve SO2 büyük ölçüde aynı kaynaklardan ortaya çıkmaktadır. İklim
değişikliği ve hava kalitesine ilişkin kaynakların bu ortaklığın dışında özellikle troposferik O3 ve partiküller gibi hava kirleticilerin iklim sisteminde önemli bir rol oynadıklarına dair kanıtlar artmaktadır. Ayrıca iklim değişikliği ve hava kirliliği bazı hava kirleticilerin sera gazlarının yaşam ömürlerini etkilemesinden dolayı atmosferin kimyası aracılığıyla da birbiriyle ilişkilidir (Storch, Dovnes 2011). Özellikle NO2 ve O3 sıcaklık artışı ile etkileşi me girerek solunum sisteminde ters etkilerde bulunmaktadır.

Astım, solunum yetmezliği gibi rahatsızlıkları olan kişiler ile küçük çocuklar, yaşlılar risk grubunu oluşturmaktadır. D’Amato, Cecchi ( 2008), polen sezonunun uzunluğundaki ve şiddetindeki, aşırı yağış olaylarındaki ve hava kirliliği olaylarının sıklığındaki artışların önümüzdeki yıllarda çevresel risk faktörlerinin ciddi etkilerinin olacağını ortaya koyduğunu belirtmektedir.

Sosyal ve ekonomik yapıya etkiler

Kentlerde iklim değişikliğinin etkilerine bağlı olarak, ekosistem servislerindeki/hizmetlerindeki kayıplar, gıda kaynaklarındaki ve insan sağlığındaki etkiler( UN-HABITAT 2011), hammadde üretimindeki değişiklikler, yaşanan felaketlerin kente getirdiği ilave yükler kentin ekonomik ve sosyal yapısını etkileyecektir.

Yapılan araştırmalar iklim değişikliğinin ekonomiyi tarım ve turizm gibi doğrudan iklim koşullarına bağlı sektörleri etkileyerek kentlerin ekonomik gelişimini etkileyeceğini ortaya koymaktadır. Ayrıca artan sigorta, gıda, enerji ve yakıt maliyetleri kentlilere ekonomik zorluklar yaratacaktır.

İklim değişikliği gündemi ile adalet ve sosyal zarar görebilirlik yeniden tartışmaya açılan konular olmuştur. Bunun nedeni iklim değişikliğinin herkesi eşit derecede etkilemeyecek olmasıdır. Toplumda kırılgan gruplar olarak tanımlanan yoksullar ve yaşlıların iklim değişikliğinden daha fazla etkilenmesi beklenmektedir.

kaynak: Ülkü Duman Yüksel/ Gazi Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Şehir ve Bölge Planlama Bölümü

Sürdürülebilir Kentler ve Peyzaj Mimarlığı-2

Ekolojik Planlama ve Kent Sürdürülebilirliğine Etkisi

Sürdürülebilirlik tasarımcı gözüyle kısaca, gerek kentsel gerekse mimari düzeyde global ekosistemlerin taşıma kapasitelerini aşmadan toplumların yaşam kalitesinin yükseltilmesi olarak tanımlanabilir.

Ekolojik bir yaklaşımla kentler, belli bir alanda yaşayan ve birbirleri ile sürekli etkileşim içinde olan canlılar ve bunların cansız çevrelerinin bir bütün oluşturduğu kültürel ekosistemlerdir. Bu nedenle kentler çevrelerinde bulunan göl, kıyı ve orman ekosistemleri gibi diğer ekosistemlerle uyum içinde bulunmalı ve en azından zarar vermemelidir. Ancak kültürel ekosistemlerin, yani insan eliyle oluşturulmuş ekosistemlerin diğer ekosistemlerden oldukça farklı yönleri bulunmaktadır. Doğal ekosistemlerde sabit olan taşıma kapasitesi, kültürel ekosistemlerde teknoloji sayesinde yükseltilebilmektedir. Bu değişken yapı ekosisteme ve çevresinde bulunan diğer ekosistemlere ek yükler getirerek çeşitli sorunlara sebep olmaktadır.

Ancak çevre tanımından sadece doğal yapı anlaşılmamalıdır. Çevre canlı ve cansız her şeyi kapsamakta, biyofiziksel ve sosyokültürel unsurları içermektedir. Bunlardan birincisi insanın biyolojik ve fiziksel yanını, ikincisi ise insanın ekonomik, politik ve entelektüel aktivitelerini kapsamaktadır. Bu iki unsur birbirleriyle ilişkili ve birbirinin ayrılmaz parçasıdır.

Sürdürülebilir kalkınma olgusu doğal ve kültürel çevreye gereken önemin verilmesini zorunlu kılmaktadır. Brundtland raporu (1987)’na göre çevre:

• İnsan yaşamının niteliğine doğrudan katkıda bulunmaktadır. İnsanların doğal ortamlarına, genel barış ve huzura, geçmişin mirasının geleceğe devredilmesi düşüncesine olan eğilimleri artmaktadır. Buna ek olarak çevrenin insanın yaşam niteliğine dolaylı
katkıları da vardır. Bozulmuş bir çevre, aynı zamanda sorunlu bir sağlık, daha fazla gerilim ve toplumsal rahatsızlık anlamına gelmektedir.

• Ekonomik büyümeye doğrudan katkıda bulunur. Geleneksel biçimiyle turizm ve rekreasyon sektöründe yarattığı iş olanakları ile istihdamın artmasına ve çevre bozulmalarının onarımı etkinlikleri ile de yeni iş olanaklarının yaratılmasına, dolayısıyla kişi başına gelirin yükselmesine yardımcı olmaktadır.

• Ekonomik büyümenin daha sağlam temellere dayalı olarak ölçülmesinde doğrudan katkıya sahiptir. Bunun için, piyasası olmayan mal ve hizmetlere, piyasası olan mal ve hizmetler gibi değer biçilmesi gerekmektedir. Geleneksel yöntemlerde sadece piyasası bulunan mal ve hizmetler büyüme hesaplarına girmektedir. Çevresel değerler bu hesaplarda genelde yer almamakla birlikte, çevresel bozulmaları onarmak için yapılan harcamaların ulusal hasılada bulunması ilginç bir çelişki olarak önem taşımaktadır.

Brundtland raporu ve sonraki toplantılardan elde edilen sonuçlarda, çevrenin korunması gereken bir kaynaklar topluluğu olarak betimlenmesinin yanı sıra, psiko-sosyal etkileri olan, toplumsal sağlığı direkt etkileyen hatta ekonomik bir kriter oluşturan karakteri önemle vurgulanmıştır. Sürdürülebilir kalkınmada ele alınan ekolojik söylemler, çevre duyarlı planlama kavramıyla örtüşmektedir. Bu nedenle “ekolojik planlamayı” sürdürülebilir kalkınmanın ekolojik söylemi olarak değerlendirebiliriz. Yerleşim alanları ve çevrelerindeki çevresel sorun ve bozulmalar, sosyo-ekonomik sıkıntılar yaratırken, sürdürülebilirlik çerçevesinden de çözüm getirilmesi gereken sorunlar olarak ortaya çıkmıştır. Bugünün kentin çevresel problemleri başlıca 5 grupta toplanabilir:

1. Evsel, endüstriyel ve tehlikeli katı-sıvı atıkların ve NO2 ve CO2 gibi gaz emisyonlarının sebep olduğu, kendini en çok hava ve su kirliliği, asit yağmurları ve kentlerin çevresinde biriken çöp depolama alanlarıyla gösteren çevresel kirlilik.

2. Gürültü ve görsel bozulmayla kendini hissettiren , doğal ve kültürel , değerli peyzaj alanları üzerindeki baskı neticesinde bozulması.

3. Su ve enerji temini, kanalizasyon ve arıtma yetersizlikleriyle kendini gösteren kentsel teknik altyapı yetersizlikleri.

4. Gecekondulaşma, kontrolsüz büyüme, saçaklanma veya aşırı yoğunlaşma neticesinde kentsel alanda toprak erozyonu; yeşil alanların, tarım-topraklarının, otlaklar-meraların ve ormanların işgali; sulak alanların, yer altı ve yerüstü sularının ve kıyı kaynakların rekreasyonel baskılar ve aşırı kullanıma maruz kalması gibi durumlarla örneklendirilebilecek doğal kaynakların tahribatı.

5. Sürekli artan kentsel ihtiyaçlar ve yükselen standartlar nedeniyle (artan su, enerji ve rekreasyon ihtiyacı gibi) kentlerin çevresel kaynaklar itibarıyla kendi kendine yeterliliklerin giderek azalmasıdır.

Yaşanan çevre sorunları ve doğal kaynakların yok olması, kentlerde yaşayan toplumların yaşam kalitelerini düşürerek, sadece ekolojik değil psiko-sosyal sorunlara da yol açmıştır. Stres, düşük verimlilik, motivasyon eksikliği, güvenlik kaygıları bugün kent insanında sıkça rastlanan sorunlar haline gelmiştir. Oysa çevre sorunlarına duyarlı olarak yapılan ekolojik planlamalarla oluşturulan sürdürülebilir kentlerde, gerek doğal kaynaklarda gerekse kent insanın üzerindeki baskılar azalacak, daha yaşanabilir şehirler ortaya çıkacak, kent yaşamı daha cazip hale gelecektir.

Bu bağlamda kentlerin sürdürülebilirliğinin sağlanmasında bir takım ilkeler çerçevesinde hareket edilmelidir. Tunçer (1994)’in
yaklaşımıyla, sürdürülebilir bir şehir merkezini belirleyen başlıca ilkeler şöyle özetlenebilir:

1. Mikroklimatik Verilerin En Etkin Şekilde Kullanılması: Güneşlenme, rüzgar yönleri, ısı, radyasyon vb. nin planlama, şehirsel tasarım, mimaride etkin bir şekilde, enerji tasarrufu sağlayacak şekilde kullanımı.

1.1. Enerji ve Maddesel Sakınım: Merkezi iş alanına ulaşmada, iç dolaşımında, merkezi iş alanlarının aydınlatma/ ısıtma/havalandırma vb. mikroklimatik ortamının (çevre/yapı ölçeklerinde) tasarlanmasında enerjinin minimum kullanımını sağlayacak düzenlemelerin yapılması.

1.2. Enerji ve Atıkların Geri Kazanılması: Merkezi iş alanları içinde kullanılan elektrik, güneş, doğal gaz vb. enerjinin geri dönüşümüne ilişkin teknolojiler, atıkların (katı/sıvı çöp, katı sıvı biyolojik atıklar vb.) yerinde ayrıştırılması, geri kazanım teknolojilerinin kullanımı.

1.3. Enerji ve Maddesel Kaynakların Geliştirilmesi: Güneş enerjisinin yapılarda ısıtmada, aydınlatmada kullanımı; bio-mass enerji, elektrik , alkolle çalışan çevre dostu araçların merkezi iş alanlarında kullanımı; atıkların ısınma/yakıt olarak kullanımı; geri kazandırılabilir atıkların (kağıt, cam, metaller, kimyasallar vb.) ayrıştırma tesisi kurularak geri kazandırılması, alanda mevcut yapı stokunun olabildiğince ekonomik ömrü dolana kadar kullanımı, daha sonra malzemesinden azami yararlanılması vb.

2. Topografik Verilerin En Etkin Şekilde Kullanılması: Araziden kaynaklanan altyapı, üstyapı sorunlarının minimize edilmesi. Jeolojik yapı ve toprak kabiliyetinin değerlendirilmesi. Yapı inşaat alanında yer alan verimli toprakların yeşil alanların içlerine taşınarak değerlendirilmesi.

3. Doğal Kaynakların En Etkin Şekilde Kullanılması : Günümüzde mevcut bitki örtüsü, akarsu, flora , fauna vb. doğal kaynakların değerlendirilerek geliştirilmesi. Kişi başına düşen merkezi iş alanları içi yeşil standartlarının olabildiğince  arttırılması, meydanlar/alanlar/yapı içlerindeki yeşil oranının yüksek tutulması.

3.1. Bitki Örtüsünün Değerlendirilmesi: Varolan bitki örtüsünün planlamada geliştirilerek kullanımı, yöreye özgü bitki türlerinin araştırılması, parklar, açık, kapalı mekanlarda kullanımıdır.

Ekolojik planlama sistemi, sürdürülebilir bir şehir merkezini belirleyen tüm bu ilkelerin gerçekleştirilmesinde, çevre sorunlarının önlenmesinde ve kaynakların korunmasında kullanılması gereken öncelikli planlama eylemidir.

Planlama eylemi, bireysel ve toplumsal veya özel ve tüzel olmak üzere nitelik ve nicelik bakımından birbirinden farklı düzeylerde görülmektedir.

Ekolojik planlama fiziksel planlamanın temel bölümlerinden biri olan genel anlamda ekolojik hedeflere yönelik fiziksel (mekan) düzenlemeye ilişkin planlamadır. Bu planlamanın başlıca amacı; tüm ve özel fiziksel planlamayı toplum için doğal ve yapay çevrenin optimum ve sürekli verimliliğini arttırmaya yöneltmektedir. Yerinde bir deyimle özel plan hedeflerini (fiziksel yapıya ilişkin tüm istekleri), tamamlayıcı planlama olarak ekolojik planlamayla ekolojik-strüktürel süzgeçten geçirmektir.

Ekolojik planlama sistemi, çevre sorunları daha ortaya çıkmadan engelleyerek, yaşanacak mekanların bu doğrultuda düzenlenmesini öngörür. Bu planlama yaklaşımında öncelikli olarak doğal-yerel kaynaklar tespit edilerek, kullanımlar ve yerleşkeler bu kaynakların özellikleri göz önünde tutularak düzenlenir. Hedef, kaynağın yapılan planlamayla baskı altında tutulması değil, kaynağa göre planlama yapılarak, kullanımların doğurduğu zararlanmalardan korumaktır.

Ekolojik planlama entegre bir planlama sistemidir. Bu sistemde; tek bir kullanımın lokal bir alanda yaptığı etkiler değil, daha büyük ölçeklerde kullanım gruplarının hedef alandaki etkileri incelenerek, alan kullanım kararları alınır. Ekolojik planlama sisteminde doğal, yapay, sosyal tüm kaynaklar gözetilir. Yenilenebilir kaynakların rejenerasyon potansiyeline göre, yenilenemeyen kaynaklar için ise ikame prensibine göre kullanımlar getirilir.

İlk prensip, potansiyel kaynakların envanterlerinin doğru tespit edilmesidir. Böylelikle sahip olunan doğal servetler tümüyle ortaya çıkarılarak, uygun kullanım tespiti yapılabilir. İkinci etap ise kullanıcıların veya getirilmek istenen kullanımın yapısının irdelenmesidir. Sosyal, ekonomik, psikolojik ve ekolojik tüm beklentiler analiz edilerek, uygun alan kullanım kararları alınır. Bu şekilde hazırlanan ekolojik planlamaların sonucunda, hedef alanlara uygun kullanımlar getirilirken, doğal çevre korunarak uygun görülen kullanımlardan maksimum verim elde edilir. Bu sadece ekonomi ve ekoloji arasında kurulan bir ilişki değildir. Bu dengeler sağlanırken kullanıcıların psikolojik yapıları da pozitif yönde etkilenir. Çünkü tüm aktiviteler uygun yerlerde gerçekleştirilmekte, doğal yapı korunmakta ve arzu edilen sosyo-ekonomik düzeye doğru ilerlenmektedir.

Peyzaj Mimarlarının Sürdürülebilir Kentlerin Oluşturulmasındaki Rolü

Sürdürülebilirlik kavramı, çevreye duyarlı tüm yaklaşımlarda olduğu gibi ekolojik planlama yaklaşımına da temel oluşturur. 1970’lerde çevre kirliliğinin önlenmesi kavramı ile başlayan tartışmalar, sürdürülebilir kalkınma tartışmaları ile devam etmiş ve özellikle son yıllarda ekolojik yaklaşımlar ve ekolojik açıdan duyarlı planlama kavramları yaygın bir kullanım alanı bulmuştur.

Kontrolsüz nüfus artışı, yaşanan göçler, sanayileşme ve paralelinde gelişen çevre kirliliği, doğal kaynakların savurganca tüketimi, tüm topluluklarda sıkıntılar yaratarak, gelecekle ilgili kaygılar yaratmıştır. Özellikle kentlerde bu baskılar daha şiddetli gerçekleştiğinden, yoğun olarak hissedilir olmuştur.

Günümüzdeki ve gelecek kuşakların yaşantısını etkileyecek bu durum karşısında, özellikle son yıllarda, konuyla ilgili pek çok bilimdalından uzmanlar, politikacılar ve yerel yöneticiler soruna çözümler bulabilmek için çalışmaktadır. Bu bilim dalları arasında şehirlerin şekillenmesinde önemli roller oynayan, “Şehir Planlama”, “Mimarlık”, “Peyzaj Mimarlığı”, “Altyapı Mühendisliği”, “Çevre Mühendisliği” vb. bilim dalları da, uluslar arası bir anlayış olan “Sürekli ve Sürdürülebilir Gelişme” temeli üzerinde çalışmalar yapmaya başlamışlardır.

Peyzaj Mimarlığı doğa, planlama ve tasarım kavramlarını sistematik bir yapı içinde inceleyen; sanat, bilim, mühendislik ve eknolojiyi bir araya getirerek, alan kullanım kararlarına yönelik olarak, doğal ve kültürel kaynakların doğru biçimde değerlendirilerek, ekolojik-ekonomik- işlevsel, dolayısıyla sürdürülebilir olarak planlanması ve yönetimi ve alan tasarımı ile uğraşan bir meslek disiplinidir.

Bu çerçeveden baktığımızda sürdürülebilir kentlerin kaçınılmazları olan, çevre koruması, ekosistem ve kaynakların analizleri ve yönetimi, kırsal ve kentsel mekanların planlanması, çevresel etki değerlendirme çalışmalarının koordinasyonu; rekreasyonel alanların, kültürel alanların, kentsel açık mekanların, yaya bölgelerinin, karayolları,endüstriyel ve tarım alanlarının planlama ve tasarımları ile alan kullanım kararlarına yönelik tüm çalışmaların, peyzaj mimarlarının görevleri arasında olduğu görülmektedir.

Doğal kaynakları iyi yorumlayan peyzaj mimarlarına özellikle ekonomi-ekoloji dengesinin oluşturulmasında yüklü görevler düşmektedir. Ancak karşılaşılan en önemli sorun, sürdürülebilir kentlerin oluşturulmasında yüklenilen bu görevlerin sınırlarının tam olarak çizilmemiş olması ve yasal yükümlülüklerle desteklenmiyor olmasıdır. Bu nedenle meslek grupları arasında yetki paylaşımları tam olarak yapılamamakta, dolaysıyla ulaşılmak istenen hedeflerde görev karmaşasından doğan açık noktalar kalmaktadır.

Sonuç ve Öneriler

Toplumların ekonomik beklentileri, ekolojik devamlılık ve eşitlikçi yaklaşım talepleri göz önüne alındığında yaşama alanlarından da aynı beklentiler içinde bulundukları görülmektedir. Amaç yaşam kalitesini yükseltmek ve sonraki nesillerde de devamlılığı sağlamaktır. Bu talepler ancak ekolojik yapılar gözetilerek yapılan ekonomik planlamalarla karşılanabilir.

Kirletilmemiş sağlıklı bir çevreye sahip, istihdam, güvenlik ve sağlık hizmetlerinde sorunları bulunmayan, kültürel dokusu korunmuş, kaliteli fiziksel ve mimari yapılı, dolaşım sistemleri sağlıklı işleyen ve rekreatif aktivitelere olanak sağlayan yerleşkeler, sürdürülebilir sistemlerdir. Bu prensiplerle oluşturulan sistemler planlama safhasından itibaren kullanım aşaması ve de sonrasında bu özelliklerini devam ettirirler.

Bu gün sürdürülebilir kentlere doğru yapılanma kaçınılmazdır.

Bu nedenle;
• Doğal ve kültürel kaynakların envanterleri çıkarılmalı ve belirli sürelerde tekrarlanarak değişimler takip edilmelidir.

• Yerel kalkınma modelleri desteklenerek, büyük kentler göçler engellenmeli, var olan sorunlar daha fazla arttırılmamalıdır.

• Ekoloji-ekonomi dengesi çok iyi kurulmalı, kısa vadeli çıkarlar için uzun vadede etkili zararlar meydana getirilmemelidir.

• Ulaşım, üretim gibi atık miktarının yüksek olduğu aktivitelerde, çevre dostu enerjilerin kullanımı desteklenmelidir.

• Üretim sonrası atıkların minimizasyonu ve geri dönüştürülmesine yönelik teknolojiler geliştirilerek endüstriyel organizasyonlarda kullanımı teşvik edilmelidir.

• Kent dokusu içinde yer alan açık yeşil alanlar artırılmalı, yeşil dokunun oksijen üretimi, toz ve egzoz gazlarının bertarafı, gürültüyü mas etme özelliği gibi etkilerinden yararlanılmalıdır.

• Biyo-çeşitlilik korunarak, doğal ekosistemlerin devamlılığı sağlanmalıdır.

•  Yerel Gündem 21 gibi organizasyonlar desteklenerek, yaygınlaştırılmalı; halkın katılımı sağlanarak, sorumluluklar paylaşılmalıdır.

•  Planlamalar kullanımlar başladıktan sonra değil, daha öncesinde yapılmalı, kontrollü gelişim sağlanmalıdır.

• Tarımsal alanlara gereken önem verilmeli, sanayileşme ve kimyasal ilaçlamaların etkisiyle ortaya çıkan zararlar ve verim düşüklüğü engellenmelidir.

• Sürdürülebilir kentlerin oluşturulmasında görev alan tüm meslek gruplarının görevleri ve sınırları çizilmeli, bu sorumluluklar yasalarla desteklenmelidir.

Bu beklentilere ulaşılmasının en çabuk ve en doğru yolu, toplumun tüm kesimlerinin yardım ve desteğinin alınmasıdır. Tüm meslek grupları gibi peyzaj mimarları da yüklenecekleri sorumluluklarla, hedeflenen beklentilere ulaşılmasında ivmeyi arttırıcı rol oynayacaklardır. Bu ivmeyle, kısa zamanda daha yaşanabilir mekanlar oluşturulurken, sürdürülebilir kalkınma hedeflerine yaklaşılacak, bu sayede sosyal refah düzeyi yükselecektir.

Sonuç olarak, ekonomik-ekolojik hedeflere ulaşılmış, toplumsal refah düzeyi yüksek, gelecek nesillerin de menfaatlerini gözeten mekansal organizasyonlar olan sürdürülebilir kentlerin en kısa zamanda hayata adaptasyonu, sürdürülebilir kalkınmanın temininde öncelikli hedeflerden olmalıdır.

 

kaynak: Aslı ATIL, Bahriye GÜLGÜN, İsmail YÖRÜK/Ege Üniv. Ziraat Fak. Derg., 2005

 

Sürdürülebilir Kentler ve Peyzaj Mimarlığı

Sürdürülebilir kalkınmanın geçekleştirilmesinde kentlerin oynadığı önemli rolün ortaya çıkması, “Sürdürülebilir Kent” kavramını hayatımıza sokmuştur. Sürdürülebilir kentler, değişim ve gelişimin devamlılığını sağlamak amacıyla sosyoekonomik çıkarların çevre ve enerji ile ilgili kaygılarla uyumlu hale getirildiği kentlerdir. Kentlerin ekonomik gelişmede bir merkez oluşturmalarının ötesinde, doğal
kaynakların başlıca tüketicileri; kirlilik ve atıkların esas üreticileri oldukları göz önüne alındığında, sürdürülebilirlik konusunda bulunduğu kritik durum ortaya çıkmaktadır. Sürdürülebilirlik kavramı, doğal ve kültürel kaynaklardan en verimli şekilde yararlanmayı öngörmekte, bu nedenle ekolojik planlama kavramını, kent planlanmasının kaçınılmaz bir unsuru haline getirmektedir.

Bu çerçevede, peyzaj mimarlığı mesleğinin sürdürülebilir kentlerin oluşturulmasında etkin olduğu noktalar belirlenmeli; ekoloji-ekonomi dengesini koruyan, insana layık, yaşam kalitesini yükseltmeyi hedefleyen kentsel mekanların oluşturulmasında peyzaj mimarları da üzerlerine düşen görevlerde aktif rol almalıdırlar.

Tarih boyunca gelişimi ve ilerlemeyi hedef edinmiş insan, artan gereksinimler ve teknolojik gelişmeler sonucunda daha konforlu
ve daha güvenli bir yaşam sürmek için hem kendisini hem de çevresini sürekli geliştirmiş ve değiştirmiştir. Her geçen gün, ilerleyen
teknolojiyle beraber yeni keşif ve ürünler günlük hayatımıza girmiş, başta lüks tüketim olarak görülen ürünler bile günlük yaşamımızın kaçınılmazları haline gelmiştir. Her yeni ürünle, yeni iş alanları açılmış, ekonomik yapı da bu gelişmelerden olumlu yönde etkilenmiştir.

Ancak teknolojik gelişme olumlu etkilerin yanı sıra çevre kirliliği ve hammadde kaynaklarının tüketilmesi gibi sorunları da beraberinde getirmiştir. Kaynaklar savurganca, hiç tükenmeyecekmiş gibi kullanılmış, doğa rejenerasyon özelliğine rağmen baskıların yoğunluğu sonucunda kendini yenileyemez olmuştur. Meydana gelen kaynak eksikliği başta bu sorunun yaşanmadığı diğer alanlardan temin edilerek çözülmeye çalışılmış, ancak diğer alanlarda da aynı sorunların baş göstermesiyle sorunun globalliği ortaya çıkmıştır.

Kaynakların yanlış kullanılarak tüketilmesi ve çevre kirliği sorunlarının evrenselliğinin anlaşılmasıyla beraber, tamirinin ve yerine konulmasının bir sürece bağlı olduğu fark edilmiş, bu günün sorunlarının gelecek nesillerde de etkin olacağı anlaşılmıştır. Böylelikle vakit kaybetmeden çözüm aranması gerektiği ve bu çözümlerin derhal hayata geçirilmesi gerekliliği ortaya çıkmıştır.

Tüm bu sıkıntılar, değişik ülkeleri bir çatı altında toplayarak çalışma yapmaya ve çözüm önerileri üretmeye itmiştir. Bu amaçla Birleşmiş Milletler Çevre ve Kalkınma Komisyonu kurularak çalışmalara başlamıştır. Amaç, ekonomik girdilerin arttırılması ve bunu gerçekleştirirken kaynakların korunarak, çevreye yapılan baskıların minimuma indirgenmesi olmuştur. Sürdürülebilirlik kavramı tüm bu çalışmaların sonucunda ortaya çıkan yeni bir düşünce sistematiği biçimi kazanmıştır.

Sürdürülebilirlik kısaca, verimliliğin optimal koşullarda uzun yıllar boyunca devamlılığının sağlanması olarak tanımlanabilir. Kavram ilk olarak kalkınma kavramı ile beraber kullanılarak hayatımıza girmiş, sürdürülmesi gerekenlerin neler olması gerektiğine dair genel bir çerçeve çizmiştir. Ancak bütünün sürdürülebilirliği için, oluşturan öğelerin de sürdürülebilir olması gerektiği düşünülerek, kavramın çerçevesi ve ölçeği küçültülerek, yerel yapılarda, hatta obje bazında sürdürülebilirlik aranır hale gelmiştir.

Bu gün yeryüzündeki nüfusun yaklaşık % 50’sinin kentlerde yaşadığı gerçeği ve arta kalan alanlarda da kentlerin neden olduğu etkiler göz önüne alındığında, kavramın en etkili olduğu kısmın, insançevre-ekonomi ilişkilerinin en yoğun olduğu bileşkeyi imgeleyen kentler olduğu önemle ortaya çıkmıştır.

Kentlerin sürdürülebilirliğinin sağlanmasıyla, sadece yaşanan çevre sorunlarına çözüm getirmekle kalınmayıp, mevcut nüfusun yaşam kalitesinin artması ve gelecek nesillerin de yaşamlarını rahatlıkla sürdürebileceği yaşanabilir mekanların ortaya çıkması gerçekleşecektir. Amaç, bugün ve gelecekte yaşanabilir kentler oluşturmak ve insan-doğa-ekonomi üçgenini en sağlıklı şekilde kurmak olduğunda, doğal kaynakları en iyi tanıyan ve sağlıklı kullanımlar oluşturulmasını öngören meslek gruplarının sürdürülebilirlik kavramının kentlere adaptasyonunun da aktif rol alması gerektiği açıktır. Alan kullanım kararlarının doğru alınmasında, özellikle de peyzaj ve ekolojik planlamalarda peyzaj mimarlığı meslek grubunun söz sahibi olması, sürdürülebilir kentler yaratılmasında önemli ve işlevsel bir gereksinimdir.

Sürdürülebilirlik Kavramı ve Sürdürülebilir Kentler

20. Yüzyılın en önemli kavramlarından biri olan sürdürülebilirlik kavramı ilk olarak Dünya Çevre ve Kalkınma Komisyonunca Brundtland raporunda kalkınma ile bütünleştirilerek “Bugünün gereksinmelerini, gelecek kuşakların gereksinmelerinin karşılanma yeteneğinden ödün vermeden karşılayan kalkınma” olarak tanımlanmış, en yalın ifadeyle, çevre, kalkınma ve ekonomi üçgenindeki ilişkilerin belirleyicisi olmuştur.

Sürdürülebilirlik, devamlılık arz eden toplumsal, ekonomik veya ekolojik herhangi bir sistemin fonksiyonlarının kullanılan kaynakları bozmadan ve tüketmeden aralıksız olarak devam etmesini öngören, yüksek verimliliği hedefleyen anahtar bir kavramdır. Kaynakların sınırsızmış gibi kullanımı ve plansız tüketilmesi, hem çevreyi atıklarla doldurarak yaşanmaz kılmış, hem de üretim için hammadde temini zorunluluğundan dolayı sıkıntı yaratarak sürdürülebilirlik kavramını gündeme getirmiştir. Bu sorunların sağıtımı özelliğinden dolayı sürdürülebilirlik, kısaca, kalkınma ile çevre ve doğal kaynaklar arasındaki entegrasyon olarak tanımlanabilir.

Sürdürülebilir kalkınmada temel amaç, yaşam kalitesini yükseltirken çevre ile entegre olmuş politikaları kullanarak hedeflenen sosyo-ekonomik düzeye erişmektir. Sürdürülebilirlik perspektifiyle, planlama, ekonomi ve ekoloji çevrelerinde yeni bir akım ortaya çıkmış ve kavram büyük ölçeklerden obje düzeyine kadar gelişimi ve değişimi hedefleyen bir ölçüt haline gelmiştir.

Kentlerin sürdürülebilirliği, toplumların sürdürülebilirliği olarak tanımlanabilir. İnsan toplulukları , yaşadıkları mekandan birebir
etkilenmekte,aynı zamanda etkilemektedir. Kentlerin sürdürülebilirliğinin sağlanması, kentlerde yaşayan ve gelecekte yaşayacak olanların yaşam kalitelerinin yükselerek, devamlılığın sağlanmasıdır. Sürdürülebilir kentsel gelişim, sürdürülebilir toplumsal kalkınmayla paralel olarak düşünülmelidir.

VanGeenhuisen ve Nijkamp’ün yaklaşımıyla sürdürülebilir kentler; “süreklilik içinde değişimi sağlamak amacıyla sosyo-ekonomik çıkarların çevre ve enerji ile ilgili kaygılarla uyumlu hale getirildiği kentler” dir.

Sürdürülebilir kentsel gelişim ve sürdürülebilir toplumsal kalkınmanın paralelliği yapılan tanımlarda da açıkça görülebilmektedir.
“Sürdürülebilir toplumsal kalkınma; ekonomi, ekoloji ve eşitlik kavramlarından oluşan bu üç “E” arasındaki bağıntılara saygı duyarak, kalkınma tercihleri yapma yeteneğidir.

Ekonomi: Ekonomik aktiviteler, ortak çıkarlara hizmet etmeli, kendi kendini yenileyebilmeli ve yerel servetler oluşturarak, güven
ortamı yaratmalıdır.

Ekoloji: İnsanlar doğanın bir parçasıdır, doğada da sınırlar vardır ve topluluklar doğal serveti korumaktan ve oluşturmaktan
sorumludurlar.

Eşitlik: Tüm aktivite, faydalanma ve toplumsal karar verme sürecine katılımda fırsat eşitliğidir”

Sürdürülebilir kentler ve kasabalar olarak tanımlanan sürdürülebilir topluluklar, uzun vadede sağlıklı adımlar atılmasını öngörür. Sürdürülebilir topluluklar konumsal olarak güçlü eğilimlere sahiptir. Ticaret hayatı, çevreciler, sivil örgütler, resmi kurumlar ve dini organizasyonları içeren, toplumun tüm anahtar sektörleri tarafından aktif biçimde desteklenen vizyona sahiptirler. Özgün değerler üzerine inşa edilmiş, yenilikçi bir tavırları vardır. Bu topluluklar, sağlıklı ekosistemlere önem verirler, kaynakları verimli kullanırlar ve yerel bazlı ekonomilerin desteklenmesini ve sahip çıkılmasını aktif olarak desteklerler. Somut sonuçlarla ödüllendirilen, gönüllü yayılıma sahip tutumlar arz ederler. Ticari yapılar ve yönetimlerle yapılan ortaklıklar ve kar gözetmeyen organizasyonlar yaygındır. Bu topluluklarda kamusal müzakereler, çekici, geniş kapsamlı ve yapıcıdır. Geleneksel toplulukların kalkınma yaklaşımlarından farklı olarak, sürdürülebilirlik stratejileri; tüm topluluğu (sadece belirli çevreler yerine), ekosistemin korunmasını; anlamlı ve geniş tabanlı halk katılımını ve ekonomik özgüveni hedeflemektedir.

kaynak: Aslı ATIL, Bahriye GÜLGÜN, İsmail YÖRÜK/Ege Üniv. Ziraat Fak. Derg., 2005

Çatı Bahçeleri ve Kent Yaşamındaki Yeri

Kaliteli bir kent yasamı binalar, yollar ve yesil alanlar arasındaki dengeli bir dağılımın sonucudur. Kent içerisindeki yesil alanların farklı kullanım türleri, yesil alanların islevleri, büyüklükleri ve hizmet alanları kentsel yasam kalitesi içerisindeki etkisini ortaya koymaktadır. Ancak büyük sehirlerde hızla artan nüfusun konut ihtiyacının karsılanması, özellikle sehir merkezleri ve yakın çevrelerindeki yesil alanların azalmasına yol açmaktadır. Sehirlerde arsaların emlak değerlerinin yüksek olması ve artan nüfusun yesil alan ihtiyacının karsılanması nedeniyle büyük sehirlerde binalarda atıl durumdaki mekanların değisik fonksiyonlarla kullanılması, teras yada çatıların çok amaçlı kullanımı yaklasımıyla çatıların yesil alan olarak büyük bir potansiyel teskil ettiği ortaya çıkmıstır. Yüzyıllardır insanlar gerek ekolojik gerekse estetik amaçlarla çatı ve teras bahçelerini kullanmaktadırlar. Çatı ve teras bahçeleri günümüzde kent insanına çok yakınlarında ulasabilecekleri yesil bir alan sağlamanın yanı sıra insanları dıs çevrenin olumsuz kosullarından da koruyabilen birer mekan olarak önem kazanmıstır. Çatı bahçelerini hem bina düzeyinde yesil alanlar hemde kent ünitesi düzeyinde yesil alanlar sınıfında değerlendirmek mümkündür. Bina düzeyinde çatı bahçelerine bakıldığı zaman; üzerinde çatı bahçesi bulunan bir binada çatı sisteminin ömrü uzamakta, ısı dengesi düzenlenmektedir. Kent ünitesi düzeyinde ise binalardaki çatılarda yesil alanların yaratılması, sehirdeki asırı sıcaklık etkilerini, yüzeysel akısı ve su kalitesini düzenlemektdir.

Büyük sehirlerde hızlı nüfus artısına bağlı olarak binalara olan ihtiyaç da artmaktadır. Bu durum sehir içinde ve yakın çevresindeki açık alanların ve yesil alanların azalmasına sebep olmakta ve kent içindeki arsaların fiyatları da artmaktadır.

Günümüz kentlerinde az katlı binalar ve müstakil bahçeli evler yerine çok katlı binaların yapıldığı görülmektedir. Büyük kentlerde bu durum daha hızlı gelismektedir. Kent merkezlerinde ve yakın çevrelerinde yapılan aktif ve pasif yesil alanlar ve konut düzeyindeki yesil alanlar halkın rekreatif ihtiyacını karsılamak için yeterli olamamaktadır. Yesil alan ve açık alanların gittikçe azaldığı kent ortamında sehir halkının yesil alanlara olan ihtiyacı planlanmıs çatı ve teras bahçeleri ile karsılanmaya çalısılmaktadır. Çatı ve teras bahçeleri kent içinde yarattıkları sağlıklı ve kaliteli kentsel çevreler nedeniyle yasamsal öneme sahiptirler.

Çatı ve teras bahçeleri kent içindeki aktif ve pasif yesil alanların yerini alamaz. Ancak; kent içindeki binaların yasanabilir olmasını sağlayarak aynı zamanda kuslar ve kelebekler için de yasam ortamı olustururlar. Çatı ve teras bahçelerini sadece bitkilendirilmis alanlar olarak kabul etmek doğru değildir. Bina düzeyinden kent düzeyine kadar olan yerlesim alanlarında yer alan çatı ve teras
bahçeleri kent ortamında sosyal iletisiminde sağlandığı ortak mekânlardır. Geçmisden günümüze insanlar gerek ekolojik gerekse estetik amaçlarla çatı ve teras bahçelerini tasarlamıs ve kullanmıslardır. Çatı ve teras bahçeleri bina düzeyinde insanların rekreatif ihtiyaçlarını karsılayan yesil alanlar olmalarının yanısıra tarihsel süreç içerisinde kimi zamanlar gösteris sembolü kimi zamanlarda insanları fiziksel çevre sartlarının olumsuzluğundan koruyan mekânlar olmuslardır.

ÇATI BAHÇELERİNİN İSLEVLERİ

ÇATI BAHÇELERİNİN TOPLUMSAL İLETİŞİMİ SAĞLAMA İSLEVLERİ

Çatı bahçeleri, bina düzeyinde yesil alan yaratma özelliği ile kentsel öneme sahip alanlardır. Çatı bahçeleri toplumsal rolü yüksek olan ortak kullanım mekanları olarak kabul edilebilinmektedir. Çünkü çatı bahçelerinde farklı insanların karsılasması, tanısması, konusması, kentsel yasamı paylasması mümkün olabilmektedir. Çatı bahçelerini sosyal ihtiyaçların karsılanması ve sosyo-kültürel süreklilik ve gelismenin sağlanması açısından, toplumsal iletisimin gerçeklestiği kültürel odak noktaları olarak da sınıflandırmak mümkündür.

ÇATI BAHÇELERİNİN EKONOMİ İŞLEVLERİ

Yenileme Maliyetinde Azalma

Günes ısığının UV ısınlarından daha koruyucu olması nedeniyle çatı bahçelerinde su yalıtım sisteminin ömrü çok uzun süreli olmaktadır.

Isınma Maliyetinde Azalma

Çatı bahçelerinde yapılan bitkisel düzenlemenin temelini olusturan toprak ısı yalıtımına olumlu yönde katkıda bulanan bir malzemedir. Bu sebeple çatı bahçesi uygulanan binalarda enerji maliyetlerinde düsmeler ortaya çıkmaktadır. Çatı bahçeleri aynı zamanda binayı günese karsı yüksek sıcaklıktan koruyarak, çatı sistemlerinin ömrünü de uzatmaktadır.

Drenaj Maliyetinde Azalma

Çatı bahçelerinde yağıs sularının önemli bir miktarı buharlasma nedeniyle tekrar doğaya dönmektedir. Doğaya dönüs sebebiyle drene edilecek su miktarında azalma olusmakta ve su miktarındaki azalma ise drenaj sistemindeki maliyeti azaltarak sehir kanalizasyon sistemindeki yükü düsürmektedir.

ÇATI BAHÇELERİNİN EKOLOJİK İŞLEVLERİ

Toz ve Duman Seviyelerinde Azalma

Çatı bahçeleri sahip oldukları bitkisel elemanlar yardımı ile havadaki toz ve diğer kirletici ve zararlı maddeleri absorbe eder. Havanın içindeki tehlikeli karbondioksit gazını emerek dısarıya oksijen gazını verir. Kentin mikro klimasını olumlu yönde etkiler.

Gürültü Seviyesindeki Azalma

Çatı bahçelerinde bitkisel düzenleme için kullanılan toprak ve bitki materyalinin kendisi ses yutuculuk özelliğine sahiptir. Bu nedenle hem bina içinde hem de bina yakın çevresinde meydana gelen gürültüyü azaltma islevi vardır.

Bitki ve Hayvanlar İçin Doğal Yerlesim

Çatı bahçeleri sehirlerde doğal yasam açısından büyük öneme sahiptirler. Büyük sehirlerde doğal habitatlar yok denecek kadar azdır. Bu sebeple bina düzeyinde yaratılan çatı bahçeleri kent içerisindeki yesil miktarını artırıp kisi basına düsen yesil alan miktarını da arttırırken aynı zamanda sehir içindeki habitatı ve bio-çesitliliği korumaya da yardımcı olurlar. Çatı bahçeleri “steril kentsel çevre” içinde, adeta bir vaha yasamını ortaya koyacak isleve sahiptirler. Binaların çatılarında tasarlanan bahçeler kuslar, arılar, kelebekler ve diğer böcekler için yer seviyesinden daha çekici olmaktadır.

ÇATI BAHÇELERİNİN REKREATİF (REKREASYON ) İŞLEVLERİ

Çatı bahçeleri aktif ve pasif rekreasyon imkanını sağlarlar. Yarattıkları rekreasyon imkanı ile doğayla dengeleyici ve stres dolu sehirlerde insan psikolojisi üzerinde olumlu rol oynayarak rahatlatıcı ve dinlendirici bir ortam yaratırlar. Çatı bahçelerinde dinlenme alanları, oyun ve spor alanlarına da yer verilerek kullanıcının rekreatif ihtiyaçları karsılanmıs olur. Çatı bahçelerinde kullanılan bitkilerle kullanıcının algılaması kontrol altına alınarak; kullanıcının duygusunu, gördüklerini, isittiklerini ve hissettiklerini kontrol ederek değistirmek de mümkündür.

ÇATI BAHÇELERİNİN TASARIMI

Bir binada çatı bahçesinin yapılacağına binanın projelendirme asamasında karar verilmesi gerekmektedir. Çünkü binanın bulunduğu yerin mikroklimatik kosulları, binanın çatı alanı ve binanın niteliği (otel, ofis, konut v.s.) gibi özellikler, tasarım asamasında tasarımcıyı yönlendirecek ve tasarımcının, çatının teras mı yoksa eğimli mi olması gerektiğine karar vermesine yardımcı olacaktır. Çatı bahçesi yapılacak binanın çatı tipleri uygulanacak sistemler açısından önem tasımaktadır. Genellikle normal bir kırma çatı, düz bir çatı ve eğimli bir çatıda çatı bahçesi tasarlanabilir. Ancak %36 eğimi asan alanlarda özel önlemler alınması gerekmektedir. Çatı bahçeleri, genellikle %2 eğimli akıntıya sahip, iyi sekilde yalıtılmıs düz çatılara uygulanmaktadır. Düz çatıların performansı ve ömrü, su yalıtımı ve ısı yalıtımı tabakalarının konumu dahil birçok faktöre bağlıdır. Çatı bahçeleri tasarlanırken çatı alanının büyüklüğü dikkate alınmalıdır. Çatı bahçelerinin tasarımı yapılırken çatının tasıyabileceği yük hesaplandıktan sonra m²’ye düsen ağırlık göz önünde bulundurularak tasarım yapılmalıdır. (Bu hesaplamalarda yağmur ve kar yağıslarının ağırlığı, bitki toprağının kuru ve suya doymus hallerinin ağırlığı, insanların kullanıma açık olacaksa, insan yoğunluğu da değerlendirilmelidir ). Yeni yapılarda çatı, bahçe tasarımının öngörülen yükünü tasıyabilecek sekilde tasarlanabilir, eski yapılarda tasıyıcı elemanların kuvvetlendirilmesi ile m²’ ye düsen yük miktarı arttırılabilir.

Çatı bahçelerinin tasarımı yapılırken bölgenin makro ve mikro iklim kosulları ( günes, yağmur, rüzgar, sıcaklık ), çatı bahçesinin bakacağı cephe ( kuzey, güney, doğu, batı ) ve çatı bahçesinin fonksiyonu ve islevi, çatı bahçesinin kullanım yoğunlukları dikkate alınmalıdır. Peyzaj mimarı çatı bahçelerinin tasarım asamasında binanın yapısal analizlerinin yapılmasında insaat mühendisi veya mimardan yardım almalıdır. Burada amaç çatının farklı yerlerindeki ağırlık miktarının hesaplanmasıdır.

ÇATI BAHÇELERİNDE BİTKİSEL TASARIM

Çatı bahçelerinin bitkisel tasarımında iki türlü bitkilendirme tasarımı söz konusudur. Bitkilendirme biçimleri “Entansif bitkilendirme” ve “Ekstansif bitkilendirme” olarak isimlendirilir. Alanın özelliklerine uyacak karma bitkilendirme sekilleri de uygulanabilir. Çatı bahçelerinde yapılacak gerek entansif bitkilendirme gerekse ekstansif bitkilendirmenin basarılı olabilmesi için yeterli drenaj, yeterli su ve bitki gelisimi için yeterli ortamın sağlanmıs olması gerekmektedir.

Entansif Bitkilendirme

Entansif bitkilendirmelerde çim, yer örtücü, ağaççık ve ağaçlardan olusan bitkilendirme söz konusudur. Entansif, kelime anlamı olarak yoğun anlamına gelmektedir. Dolayısıyla bu tip bitkilendirmeler, sıklık olarak çok yoğun olmasa da toprak kalınlığı, kullanılan bitki türleri yada kullanılan sistemler olarak yoğundurlar. Entansif çatı bahçelerinde, bitkinin gelisimi için uygun ortamın sağlanması ağacın dikim çukuru boyutları ile iliskilidir. Dikim çukurunun alanı, ağacın büyüklüğü ve çesidine göre değisiklik gösterir.

Ekstansif Bitkilendirme

Ekstansif bitkilendirmelerde, yalnız bodur çalılar, tek yıllık yada çok yıllık yabani otlar ve çayır örtüsü kullanılmaktadır. Ekstansif, kelime anlamı olarak seyrek anlamına gelmektedir. Bu tip bitkilendirmeler, genelde alanı tamamen bitkiyle kaplayacak kadar sık bitkilendirmelerdir. Ancak gerek toprak kalınlıkları gerekse sistem olarak çok karmasık değildirler. Seçilen türler genellikle kuraklığa ve hatta zaman zaman su içinde kalmaya dayanıklı, rejenerasyon yeteneği yüksek, çok az bakım gerektiren, alçak boylu bitkilerdir. Bu türler, sığ ve az verimli topraklarda yasayabilen ve yatay yönde gelisen bitkilerdir. Ekstansif bitkilendirme ile olusturulan çatı bahçeleri dünyada “yesil çatı” olarak da adlandırılmaktadırlar. Bu tip bitkilendirmeler son dönemde oldukça rağbet görmektedir.

Sonuç olarak, günümüzde nüfusu hızla artan ve yesil alanları gittikçe azalmakta olan basda İstanbul olmak üzere bir çok büyük sehirlerde çatı bahçelerine olan ihtiyaç hızla artmaktadır. Çatı bahçeleri sehirlerde yüzeysel akısı dengeler. Kanalizasyona binen asırı yükü engeller. Binanın ısı dengesini düzenler. Sehirlerde sert yüzeylerin yarattığı asırı sıcaklıkları ya da diğer ekstrem iklim sartlarını düzenler. Çatı bahçeleri sahip oldukları ekolojik ve rekreatif islevleri ile sehirlerde doğal bir yasam alanı olusturmada ve sehir içinde kisi basına düsen yesil alan miktarının arttırılmasında önmeli rol oynar. Ancak çatı bahçeleri hiç bir zaman bir ormanın ya da doğadaki herhangi bir ekosistemin yerini alamaz Đstanbul kentinde yapılasmanın arttırılarak yesil alanların yok edilmesi ve yesil alanların yapılması gereken yerlerde ise yer alan binalarda çatı bahçeleri yapılarak kaybedilen yesil alanların kazanılmaya çalısılması doğru bir hareket olarak kabul edilebilinir. Sehir içindeki yesil alanların bütünlüğünün sağlanmasında yardımcı eleman olarak rol oynayan çatı bahçeleri sahip oldukları ekonomik, ekolojik ve rekreatif islevleri ile insan yasamında önemli rol oynarlar.

kaynak: Yrd. Doç. Dr. Yıldız AKSOY, Seda İÇMEK 

 

Kentsel Peyzaj Tasarımları ve Ahşap Donatılar

3.2 Ahşap Donatı Elemanları

Doğada çok bulunan ve işlenmesi kolay bir malzeme olan ahşap, tekniğine uygun olarak doğru kullanıldığında dış mekânlarda birçok donatı elemanına ucuz ve yararlı girdi olabilecek ideal bir malzemedir. Giriş bölümünde de ifade edildiği gibi, dış mekân kentsel donatı elemanlarında oldukça sıcak ve doğal görünümlü bir malzeme özelliği taşıması nedeni ile ahşabın kullanım alanı gün geçtikçe artmaktadır.

Bu bölümde dış mekânlarda en çok kullanılan kentsel donatı elemanlarından oturma birimleri, bitki kapları, çöp kutuları, paravanlar, sınır elemanları, işaret ve bilgi levhaları, telefon kabinleri, piknik masaları, köprüler ve yürüyüş yolları, pergolalar, aydınlatma armatürleri ve çocuk oyun aletlerinde ahşap kullanımının önemi vurgulanmış, örneklerle değerlendirilmiştir.

3.2.1 Oturma birimleri

Oturma öğeleri görsel açıdan göze hoş görünme ve rahat olma yanında dayanıklılık, vandalizm ve bakımla ilgili problemleri en aza indirecek biçimde sağlam ve basit olmalıdır. Oturulacak yerin çabuk kuruyan ve suyu emmeyecek biçimde ve sıcak bir malzemeden yapılması kullanım açısından önemlidir. Özellikle, kuzey bölgelerde bu tür elemanların yapımında ahşap malzeme kullanılmalıdır. Donatı elemanlarında malzeme seçiminde iklim faktörleri, göz önünde tutulması gereken önemli bir husustur.

Ahşabın oturma elemanlarında yaygın olarak kullanılmasını sağlayan bir takım olumlu özellikleri vardır;

• Hafif ve dayanıklı bir malzemedir,

• Kolay işlenir, çivilenir, vidalanır,

• Doğal renkleri sıcak ve çekicidir,

. Vücut ısısını korur.

Diğer taraftan, ahşap malzeme kullanıldığında çürümeye karşı pinoteks, beziryağı, vernik ve yağlı boya gibi maddelerle önlem alınmalıdır. Ayrıca ahşap elemanların hem malzemesinin hem de işçiliğinin iyi nitelikli olmalarına özen gösterilmelidir.

Kestane, karaağaç, kayın, meşe ve dişbudak dış koşullara en dayanıklı ve bu nedenle en çok kullanılan ağaç türleridir.

Oturma elemanlarında tek parçadan oluşan ahşap elemanlar yerine çıtalardan oluşan modüler sistem geliştirilmesi bakım kolaylığı sağlaması açısından oldukça önemlidir. Zira, tahrip edilen bir bank yüzeyinin tümünü değiştirmek yerine, yalnızca kırılan kısmı değiştirmek daha kolay ve ekonomiktir. Yine tüm dış mekân donatı elemanlarında olduğu gibi oturma elemanlarında da, ahşap kısımlarda kullanılan birleşim elemanları büyük önem taşımaktadır. Ahşap donatı elemanlarında çiviler, bulonlar, kamalar ve tutkallar birleşim malzemesi olarak kullanılmaktadırlar.

3.2.2 Saksılar

Günümüzde, kent merkezlerindeki yaya mekânlarında kaplar içinde bitki düzenlemelerine sıkça rastlanmaktadır.

Bitki kapları, ölçü, biçim ve malzeme açısından peyzaj alanlarının karakterini yansıtacak Şekilde seçilmeli ve gruplandırılmalıdır. Diğer kent mobilyaları gibi bitki kapları da basit görünüşlü ve sağlam, aynı zamanda dondan, bitkilerin kök gelişmesinden, vandalizmden ve taşıma sırasında meydana gelebilecek etkilerden zarar görmeyecek yapıda olmalıdır. Bu özellikleri taşıması bakımından, bitki kasaları yapımında ahşap sıkça kullanılan bir malzemedir. Ancak, bu durumda çürümeye karşı önlem olarak çiçekliklerin içi dayanıklı bir malzeme ile kaplanmalı, ahşap kasa içine doğrudan dikim yapılmamalıdır.

Çeşitli formlarda ve renklerde yapılabilen ahşap bitki kasaları güzel ve sıcak bir görünüme sahip olmaları nedeni ile, görsel açıdan kullanıldıkları mekâna katkıda bulunurlar.

Bitki için yaşama ortamı sağlayan, estetik ve işlevsel amaçlar için kullanılan bitki kasaları, kullanıldıkları mekâna estetik değerler kattıkları gibi bazı durumlarda sınırlayıcı eleman olarak da görev yaparlar.

Mekânlara renk ve canlılık kazandıran, görünüşü zenginleştiren bu elemanlar, yaya yolu kenarlarında, kentsel parklarda, oturma-dinlenme mekânlarında ve spor alanı gibi rekreasyonel alanlarda kullanılmaktadırlar. Bitki kasalarının tasarımında en önemli nokta bitki gelişmesini teşvik edici her türlü konforun sağlanmasıdır. Kasada bitki materyalinin ihtiyaç duyduğu miktarda saksı harcı yer almalı, bitki için yeterli suyu depolayabilmeli, yeterli drenajı sağlamalı, bakım ve sulama hizmetlerinin kolayca yürütülebileceği bir yapı göstermelidir.

3.2.3 Çöp kutuları

Çöp kutuları, her türlü kimyasal ve yanıcı çöpleri taşıyabilecek özellikte olmalarının yansıra, çocukların tırmanmalarına ve araçların çarpmalarına karşı dayanıklı olmalıdırlar. Çöp kutuları için en çok kullanılan malzeme metal, ahşap, fiberglas ve dökme betondur. Çöp kutuları üstü açık, üstü yarı açık veya kapaklı olabilirler. Çöp kutuları en çok gereksinim duyulabilecek noktalara yerleştirilmelidirler. Kolayca görülebilir olmalıdırlar. Yaya akışını kesmeyecek ve tekerlekli sandalyelerin geçişini engellemeyecek biçimde tesis edilmelidirler. Çöp kutuları için en iyi yerler, banklar veya telefon kabinleri gibi kent mobilyalarının yakınları veya yoğun kavşak noktaları, yiyecek satış birimleri, otobüs durakları önemli yapıların girişleri gibi insanların yoğun olarak kullandıkları alanlardır.

Çöp kutularının parklar, meydanlar gibi açık alanlarda güneş battıktan sonra kullanılabilecekleri göz önünde tutulmalıdır. Bu nedenle çöp kutularının yaya yollarının veya diğer ışık kaynaklarının yakınlarına yerleştirilmesi daha uygun olacaktır. Hoş olmayacak bir görüntü oluşturmamaları ve göze batmamaları için oturma öğeleri, aydınlatma direkleri gibi diğer öğelerle gruplandırılmalı ya da düzenlemede tek başlarına yer almak yerine bir duvar, direk ya da parmaklık gibi daha büyük bir elemana monte edilmelidirler. İhtiyaç duyulan çöp kutularının sayısı, alanı kullanan kişi sayısına, biriken çöp miktarına, alanın bakım durumuna göre değişecektir.

Günümüzde çöp kutularının çoğu esas strüktürü oluşturan bir dış kısım ile çöp dökme kolaylığı sağlamak üzere hareketli, paslanmaya dayanıklı ve çalışma tehlikesine karşı önlem alınmış bir iç kısımdan oluşmaktadır. Çöp kutuları, kötü kullanıma ve vandalizme dayanıklı yapıda olmalıdırlar. Doğal ya da bitkisel peyzajın ağırlıkta olduğu rekreasyon alanlarında ahşap malzeme kullanımı çok uygundur. Ancak, ahşaptan yapılmış çöp kutuları, yanma ve çürüme riski altındadır. Bu bakımdan, ahşap çöp kuruları öncelikle yağmurdan korunmuş çevrelerde kullanılmalı ya da kullanılacak ahşap emprenye işlemine tabii tutulmuş olmalıdır. Ayrıca, ahşap kutunun iç sepeti, galvaniz tel ve sac olarak yapılmalıdır. Çöp kuruları ahşap malzeme yanında metal, fiberglas, ve dökme beton kullanılsa da, peyzaj düzenlemelerinde bitkilerle en çok uyum sağlayabilmesi, sıcak görünümlü, işçiliği az, hafif, elastik ve sıcağa karşı yalıtkan bir malzeme olması nedeni ile ahşap oldukça çok tercih edilmelidir.

3.2.4 Paravanlar (ahşap parmaklıklar) ve babalar (sınır elemanları)

Paravanlar; kullanım amacı ve kullanıldığı yere göre mahremiyeti sağlama, dış etmenlerden korunma, sınırları belli etme gibi fonksiyonlar üstlenirler. Üstlendikleri bu fonksiyonlar onların boyutunu ve yapı malzemesini etkiler. Kent merkezinde kuşatma elemanları daha çok apartman bahçelerinde kullanılmıştır. Mahremiyet amacı gütmeden yapılan bu çok katlı apartman bahçelerinde sınırları belirleme ve bahçeyi dış etkilerden koruma amacı ön planda tutulmuştur. Kuşatma elemanları göz seviyesinde olmamalı, daha alçak veya daha yüksek olmalıdır. Bu açıdan kent merkezindeki kuşatma elemanları ergonomiktir. Resmi kurum bahçeleri etrafında daha çok yüksek boylu kombine sınırlayıcılar tercih edilmiştir. Tarihi eser bahçeleri etrafında oluşturulan elemanlar yine sınırların tespiti ve dış etkenlerden koruma amacı ile tesis edilmiştir. Bazı sınırlayıcılar kullanıcıların kısa süreli oturup dinlenme ihtiyacını karşılayabilmektedir.

Masif paravanlar, peyzaj içinde görsel ve fiziksel mekân belirleyici, basit yapılı çevreleme elemanlarıdır. Ahşap malzemenin yeşil yapı elemanları ile oldukça güzel harmoni oluşturması sebebi ile, ahşap parmaklıkların park ve bahçelerde kuşatma elemanı olarak kullanılması arzu edilir. Özellikle, orman sahalarında ki peyzaj tesisleri ile Şehir kenarındaki küçük ev bahçelerine estetik görünüm kazandıran ahşap parmaklıklar, yuvarlak ve köşeli kesitli olmak üzere iki tipte inşa edilmektedirler. Kırsal sahalarda yuvarlak kesitliler tercih edilirken, Şehir içindeki park ve bahçelerde köşeli kesitler kullanılması daha idealdir. Ahşap pano ve paravanlarda kullanılan ahşap elemanlar çoğu kez çivi ile bağlanırlar. Rüzgâr yönüne dik olarak yapılan çevreleme, panoların Şiddetli esen rüzgâra yeterince dayanıklı olmaları tasarımın ilk hedefidir. Ahşap parmaklıkların da dış mekân koşullarına dayanıklı koruyucularla boyanıp verniklenmeleri gerekir. Yine diğer malzemelere kıyasla ahşap, sıcak bir malzeme olarak dekoratif amaçlı kullanımlarda tercih sebebidir.

Sınır elemanları insanları, ağaçları, yapıları gelip geçen araçlardan korumak için kullanılmaktadırlar. Bu tür öğeler yaya trafiğini aksatmadan araçların belli alanlara girişini engellemek gibi fiziksel ya da sınırları belirlemek, kullanım alanlarını birbirinden ayırmak, kentsel mekân döşemesinde birbiri ardınca tekrarlanan düşey vurgu elemanları oluşturmak gibi görsel amaçlarla kullanılmaktadırlar. Sınır elemanları çok değişik malzeme, biçim ve yüzey kalitesinde inşa edilmektedirler. Diğer kentsel donatı elemanlarının seçiminde olduğu gibi bunların seçiminde de, birlikte kullanılacakları diğer öğelerle kullanım ve ölçü ilişkileri, göz önünde tutulması gereken en önemli tasarım faktörüdür. Ahşap babalar en çok kullanılan kentsel donatı öğeleri arasındadır. Ancak, bunların hem görsel hem de fiziksel açıdan sağlam olması gerektiğinden doğal taş, dökme demir, dökme beton, alüminyum ve plastik malzeme de günümüzde kullanılmakla beraber; ahşabın sıcak görünümü, elastik, hafif ve işçiliğinin az oluşu yine bu malzeme kullanımını baskın çıkartmaktadır.

3.2.5 İşaret ve bilgi levhaları

Bildirişim öğeleri içinde yer alan, insanları bir yöne yönlendirme amacı taşıyan, haber verme elemanlarıdır. Bu elemanlar çevremizi anlamamıza, nesneleri amacımız doğrultusunda kullanmamıza ve toplumsal ilişkilerimizi düzenlememize yardımcı olmaktadırlar. Kentlerde kamu alanlarında karşılaşma noktalarında, meydanlarda, rekreasyon alanlarında, bağlantı noktalarında, sokak, bulvar, ticaret merkezi, alışveriş merkezleri, konut alanları vb. yerlerde kullanılmaktadırlar.

Kentlerimizde çağdaş sokak görünüşleri elde etmek için gerekli, işaret ve bilgi levhalarının birbiriyle uyumlu bir Şekilde konumlandırılmaları ve görsel karmaşaya yol açmayacak uygun bir malzemeden yapılmaları gerekmektedir.

Bunu gerçekleştirebilecek malzemelerden biri ahşap olup, doğal, sıcak ve estetik görünümü ile işaret ve bilgi levhalarında ahşap kullanarak kentlerde daha çarpıcı görünüşler elde etmek mümkündür.

3.2.6 Telefon kabinleri

Telefon kabinleri, kent halkının iletişim sağlamak amacı ile kullandıkları donatı elemanlarıdır. Bu nedenle kolay ulaşılabilen noktalarda yer almalı, bakım ve onarım çalışmaları sürekli yapılmalı, estetik açıdan diğer donatı elemanları ile uyumlu olmalıdırlar. Kent genelinde ana caddeler üzerinde yer alan telefon kabinleri, büyük Şehirlerde genellikle camekânlı kabinler Şeklinde kullanılmaktadır. Oysaki estetik açıdan uygunluğun sağlanması için kent dokusu ile uyumlu malzeme kullanımı uygun olacaktır.

Açık mekânlarda özellikle trafik gürültüsü nedeni ile telefon kabinlerinin kapalı hacimler biçiminde düzenlenmesi gerekmiştir. Günümüzde telefonlar, taşıyıcı ayak üzerinde duvara monte edilmiş ve bir kabin içinde olmak üzere, üç temel biçimde görülmektedir. İlk örnekleri ahşap ya da dökme demirden yapılmış olan telefon kabini tüm dünyada en çok görülen biçimdir. Son zamanlarda ise telefon kabinleri alüminyum ya da çelik çerçeveli cam yüzeyden yapılmaktadır. Günümüzde telefon kabinlerinde pek kullanılmayan malzeme olan ahşap, ısı ve ses yalıtımı sağlayan bir malzeme olması sebebi ile diğer malzemelere oranla yoğun olarak tercih edilmelidir.

3.2.7 Piknik masaları

Piknik alanlarında, kent parklarında, villa ve çiftlik evi bahçelerinde kullanılan piknik masaları kentsel ve kişisel yaşamı daha zevkli ve anlamlı kılmaya, kentsel konfor ve kentsel estetik yaratmaya olanak verirler. Bunu sağlamak için piknik masalarının tasarım ve yerleştirilmesinde aranan en önemli özellik uyum olmalıdır. Piknik alanlarında kullanılacak mobilyalar alanın büyüklüğüne ve fonksiyonuna göre değişecektir. Mobilyalar, mevcut düşünülen işlevlere uygun olma özelliklerinin yanında, içinde yer alacağı çevrenin karakterini de yansıtmalıdır.

Donatı elemanlarının tasarımında, kullanıcıların ergonomik özelliklerinin göz önünde bulundurulması önemlidir. Mobilyalar uluslarası platformda belirlenmiş standartlara göre tasarlanmalıdırlar.

Piknik ve dinlenme yerlerine yerleştirilen piknik masalarının inşası iskân karakterine uygun ve kırsal nitelikte yapılmalıdır. Bu amaca uygun olarak piknik masalarında, doğal ve estetik görünüm arz eden ahşap malzeme kullanımı günümüzde oldukça yaygındır. Ancak, bu malzemenin dış mekânlarda kullanılmaya uygun hale getirilmesi, piknik masalarının kullanma ömrünü uzatması açısından göz önünde bulundurulması gereken bir husustur.

3.2.8 Köprüler ve yürüyüş yolları

Günümüz peyzaj düzenlemelerinde, Şehirleşmenin olumsuz yöndeki etkilerinden bir ölçüde kurtulup halka doğayla baş başa kalabilecekleri mekânlar sunabilmek için, daha çok bu görüntüleri yansıtabilecek nitelikte düzenlemelere yer verilmektedir.

Özellikle, Şehirlerde yapılmış gölet üzerindeki ahşap bir köprü veya doğal malzeme seçilerek yapılmış yürüyüş yolları ile insanları Şehrin beton yoğunluğundan ve gürültüsünden kurtarabilecek ayrıca doğal görünüm arz edecek nitelikte mekânlar yaratmak mümkündür. Ancak burada kullanılan malzemenin de büyük önemi vardır. Malzeme doğal görünümlü ve yoğun kullanıma izin verecek derecede dayanıklı olmalıdır. Köprü inşaatında kullanılacak ahşap dış koşullara karşı oldukça dayanıklı olmalıdır.

Yürüyüş yolları, peyzaj çalışmalarının temel ögesi olup, üç boyutlu mekânın zemininde büyük önem taşımaktadırlar. Bu zeminler doku, renk, çizgi, form özellikleri dikkate alınarak planlamalarda kullanılmaktadır. Zemini oluşturan döşeme elemanları pek çok işlevi yerine getirmenin yanı sıra estetik açıdan da alanı etkileyen unsurların başında, gelmektedir. Döşenecek alanın işlevi, trafik, maliyet, iklim, güvenlik, dayanıklılık ve yerel koşullar göz önünde bulundurulmalıdır. Bu bağlamda ahşap köprülerde, yürüyüş yollarında sıkça kullanılan bir malzemedir.

3.2.9 Pergolalar

Gölge sağlama, yağmurdan korunma, dinlenme, pasif rekreasyon ve mekâna üçüncü boyut sağlama gibi fonksiyonları vardır. Tek ya da modüler halde, konsol, yapı saçağı, çadır ve asma çelik yapılar olarak tasarlanabilirler. Pergolanın tipine göre çatılar üzerine bez, branda, bambu, kamış ve hasır örtüler ile PVC ürünü yapay çatı örtüleri döşenebilir veya bitkiyle örtülebilir. Pergolalarda kullanılan sarılıcı bitkiler, pergolanın estetik özelliğini kuvvetlendirici bir etki yapmalarının yanı sıra, kullanıcılar için konforlu bir ortam sağlarlar.

Açık havada oturma ve dinlenme imkânı sağlayan pergolalar peyzaj tesislerinin önemli mimari yapı elemanlarını teşkil ederler. Pergolalar, yüksek sütunlar üzerine yatay olarak bağlanan kirişlerle, bu kirişler üzerine dik olarak dizilen latalardan oluşan yapı elemanlarıdır. Tek ya da modüller halinde tasarlanabilirler. Taşıyıcı ayaklar, yatay taşıyıcılar ve çıtalardan oluşurlar. Bunların ahşap malzemeden yapılması hem estetik hem de sarılıcı bitkilerin gelişimi açısından büyük önem taşır. Zira metal ve çelik konstrüksiyonun ısı iletkenliğinin yüksek olması, bitkilerin yanmasına dolayısıyla kurumalarına sebep olmaktadır.

3.2.10 Aydınlatma elemanları

Genellikle kentsel mekânların gece kullanımlarını ve algılanmalarını sağlamak için estetik ve koruma amaçlı olarak kullanılan elemanlardır. Dış mekân aydınlatılmasının amacı güvenlik, mekânı karanlıkta kullanabilirdik, sanatsal uygulamalara destek vermek Şeklinde sıralanabilmektedir.

Dış mekân aydınlatmasında temel amaç dış mekân elemanlarının işlevi, biçimi ve dokusunu ortaya çıkaran bir aydınlatmanın yapılmasıdır. Aydınlatma armatürü seçimi yapılırken kullanılacak aydınlatma tekniği kadar, armatürlerin uzun yıllar çeşitli hava koşullarına dayanıklılık, sağlamlık ve renk gibi fiziksel, mimari stil ve peyzajla uyumu gibi görsel özellikleri de göz önünde tutulmalı ve bu elemanların mimariyi tamamlayıcı ve süreklilik arz eden bahçe mobilyaları gibi hizmet ettiği unutulmamalıdır.

Bir aydınlatma elemanı yapılırken emprenye edilmiş ağaç malzeme tercih edilirse, sadece aydınlatma sistemi değil, uzun yıllar hizmet verecek dekoratif bir objede kazanılmış olacaktır. Aydınlatma elemanının seçimi ve yerleştirilmesi hem gece hem de gündüz göze hoş görünecek biçimde olmalıdır. Ayrıca, aydınlatma elemanları Şekil, tertip ve tesis bakımından çevre mimarisine uygun olmalı, hatta ona mimari bakımdan bir canlılık kazandırmalıdır. Bu açıdan değişik renk, form ve özelliklerde armatürler kullanılmalıdır.

3.2.11 Çocuk oyun aletleri

Geleceğimizin yapı taşları olan çocukların fiziksel, ruhsal ve düşünsel gelişmelerine yardımcı olan, sadece onlar için tasarlanmış alanlarda kullanılan, aktif rekreasyon ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik çok önem taşıyan çocuk oyun alanları tasarımlarının sade, zar arlanmaya neden olmayacak Şekilde eğlendirici, çocukların bedensel ve düşünsel gelişimlerine katkı sağlayacak nitelikte olması gerekir.

Çocuk oyun aletlerinin yapımında her Şeyden önce sağlamlık ve güvenilirlik unsuru dikkate alınmalıdır. Çocukların güvenle oynayabilecekleri, tehlikelerden uzak, sıcak ve estetik görünümü ile çocukların dikkatini çekebilecek niteliklere sahip oyun aleti kullanımı hem ebeveyn hem de çocuk açısından tercih edilir. Oyun aletlerinin bu nitelikleri taşımasında, kullanılan malzemenin önemi büyüktür. Günümüzde çeşitli malzemeler kullanılabilmekle beraber bunların bazılarının sakıncalı yönleri de bulunmaktadır. Örneğin, metal ya da çelik konstrüksiyon kullanımında, paslanma sonucu çocuklar açısından oldukça büyük tehlikeler oluşabilmektedir. Ayrıca, bu malzemelerin ısı iletkenliklerinin fazla olması sebebi ile özellikle yaz aylarında üzerlerinde fazlaca ısı tuttuklarından yakıcı etki yapabilmektedirler. Son yıllarda özellikle çocuk oyun aletlerinde kullanılan plastikler, çocuklar için renk ve Şekil olarak çekici nitelikte olsalar da, bunların doğaya ters düşen ve doğa kirliliğine neden olabilecek bir malzemeden yapılmış olması sebebi ile tercih edilmemesi gerekmektedir. Doğal, sıcak ve estetik görünümü, kolay Şekil verebilme özelliği ayrıca ısı iletkenliğinin az oluşu sebebi ile ahşap malzeme, çocuk oyun aletleri yapımında kullanılabilecek en uygun malzemedir. Ancak, ahşap malzemenin yüzeyinde batma veya yaralanmaya sebep olabilecek kusurları bulunmamalı, yüzey düzgün ve pürüzsüz olmalıdır.

 

 kaynak: Filiz Çetinkaya Karafaki/Ankara Üni.2009

 

 

KENTSEL PEYZAJ TASARIMINDA AHŞAP MALZEME KULLANIMI-III

3.1 Kentsel Tasarım ve Kentsel Mekânlar

Kentsel tasarım, yerleşimlerin ya da önemli bölümlerinin kullanımı, yönetimi ve formuna dayalı olasılıklar üretme sanatıdır. Zamana ve mekâna bağlı olarak kentsel modeli yönlendirir. Kentsel tasarım objelerle, insan aktiviteleriyle, yönetsel kurumlarla ve değişim süreçleriyle ilgilenir. Bu bağlamda, toplu halde yapılan insan aktivitelerinin yoğunluk kazandığı mekânlar; kentsel mekânlardır.

Üretim süreci sırasında enerji harcayan kent insanının doğal, çevresiyle etkileşimi sırasında bedensel ve ruhsal enerjisinin yeniden üretilmesinde ve kreatif güçlerini kazanmasında etkin rol oynayan kentsel mekânlar; yapıların ve ulaşım sistemlerinin oluşturduğu, kentliler tarafından algılanan ve kente özgü tüm olayların yaşanabildiği bir bütün olarak ifade edilmektedir. Bu bütünleşmeyi iletişim ve farklı akımların etkilediğini savunan bir başka yorum ise şöyledir; toplumlar arasında giderek gelişen iletişim ve çeşitli akımların toplumları karşılıklı etkilemesi sonucunda, nesne kullanımına ilişkin uygulamalarda farklılıklar gittikçe azalmaktadır. Toplumlar karşılıklı olarak birbirini etkilemekte, bunun doğal bir sonucu olarak da donatı elemanlarının tasarımı ve kitlesel üretimi yanı sıra, farklı ülkelerde pazarlanması farklı kentlerde benzer görüntüler oluşmasına neden olmaktadır. Oysa kentin kendine özgü doğal, tarihi ve kültürel yapısını yansıtan düzenlemeler yapılarak kentlere kimlik kazandırılmalı veya kent kimlikleri yaşatılmalıdır. Kent kimliğinin kazanılmasında, kentsel donatı elemanları önemli bir görev üstlenmişlerdir.

Sokak, cadde ve meydanlarıyla kentte ulaşım ağını da oluşturan kentsel mekânların kentsel donatı elemanlarıyla amaca uygun biçimde düzenlenmesi kentte yaşayan insanların dinlenme gereksinimleri açısından büyük önem taşımaktadır. Doğayla uyumlu, sağlıklı ve insanın yaşama gücünü arttıran dış mekânlar oluşturmak, ancak bu şekilde mümkün olacaktır.

3.1.1 Kentsel Mekânların Tanımı

Kentsel mekân, insan ilişkilerinin ve bu ilişkilerin gerektirdiği donatıların içinde yer aldığı, düşey-yatay elemanların sınırlandırdığı bir kavram olarak tanımlanmaktadır. Kavramı, iç mekânların uzantısı olarak ortaya çıkan, insanların fiziksel ve psikososyal gereksinimlerini karşılayan ve içinde insanlar arası ilişkilerin bulunduğu yerler biçiminde tariflemek de olasıdır. Tanımlardan da anlaşılacağı üzere, kentsel mekân fiziksel olduğu kadar sosyal, kültürel ve psikolojik boyutları olan bir kavramdır. Bu anlamda, kentsel mekân kavramına ilişkin tartışmalarda bu “çok boyutluluğun” kavranması oluşan mekânların “niteliği” açısından önemlidir.

Kentsel mekân tasarımı, tasarımcılar açısından iç mekân kadar önemlidir. İnsanlar iç mekânda geçirdikleri vakit kadar dış mekânda da vakit geçirirler. Yapılar arasındaki boşlukların oranı insanı etkiler ve geniş-dar, büyük-küçük, yüksek-alçak mekânlar insanlar üzerinde değişik duygular yaratır.

Başarılı kent mekânlarının çeşitli karakteristiklerini üç bölümde toplamıştır:

–  Üç boyutlu çerçeve; kapalılık, sınırlayıcı elemanların tanımlılığı, ölü, oran, devamlılık, yüzey dekorasyonu,

–   İki boyutlu çerçeve; yer düzlemlerinin tek ve çok parçalı olarak düzenlenmesi,

– Mekân içindeki nesnelerin yerleştirilmesi. (Ağaçlar, heykeller, su elemanları, kent mobilyaları v.b.)

Kentsel mekânlar; ” toplu yaşam için söz konusu olan tüm etkinliklerin süregeldiği, kent strüktürü içerisinde yer alan, her yaş, cins ve meslek grubunun yararlanmasına açık mekânlar” olarak tanımlanabilir. Kentsel mekânlar kullanım amaçlarına göre; düzenlenmiş yaya alanları, alışveriş alanları, geçiş alanları ve bölgeler olmak üzere 4 ayrı grupta incelenebilir. Bunlardan; düzenlenmiş yaya alanları; parkları, dinlenme, eğlenme ve spor alanlarını, alışveriş alanları; çarşı, alışveriş sokağı, pazar yerlerini, geçiş alanları; sokaklar, yollar, ulaşım alanları ve kaldırımları, bölgeler ise meydanlar ve kentteki açık prestij mekânlarını kapsar. “Kamusal mekânlar” olarak da adlandırılabilen kentsel mekânlar, toplum için planlanan, düzenlenen veya kendiliğinden oluşmuş, toplumun (dış mekândaki çeşitli gereksinimlerinin karşılanması için) yararlandığı alanlardır.

3.1.1.1 Kentsel mekânlar

İnsanlar çağlar boyunca yalnız yaşadıkları çevreden kurtularak, çevrelerindeki diğer insan topluluklarıyla birlikte organize bir yaşam sürdürmeye çalışmışlar ve bu amaçla kentleri kurmuşlardır. İnsanların iç mekânlardaki bireysel barınma, üretim ve dinlenme gereksinimlerinin yanı sıra kentlerde toplu yaşam sonucu bir dizi ortak gereksinimler de ortaya çıkmıştır. Uygarlık türü, gelişmişlik derecesi, kültür yapısı ya da yönetsel yaptırımların (egemen güçlerin) etkisiyle, kentlerde bu gereksinimleri karşılayan, kalitatif ve kantitatif düzeyleri zaman ve mekân parametrelerine göre farklılaşan yapılanmış ve yapılanmamış birçok alanlar doğmuştur. Kentlerde toplumsal yaşamın kalitatif ve kantitatif yoğunlaşması sonucu doğan dinlenme, eğlenme, kültür, eğitim, sağlık, ticaret, spor, yönetim, ulaşım, kamu hizmetleri ve altyapı hizmetleri gibi gereksinimleri karşılayan konstrüktif sistemler kentsel donatı elemanlarını oluşturur. Dünya üzerindeki eski yerleşimler incelendiğinde, kentsel donatıların kültür yapısı ve toplum ilişkilerine bağlı olarak birbirinden oldukça farklı nitelikler gösterdikleri gözlenir. Anadolu kentlerinin simgesi olarak her biri ayrı bir devrin toplumsal yapısını mekânda vurgulayan tapınak, agora, amfi tiyatro, katedral, cami vb. tarihi eserler, günümüze bu kültürlerin mesajını iletirler. Kentsel mekân, kentte yaşayan insanların toplumsal gereksinimlerini karşılayacak olan ve davranış modelleri olarak tanımlanabilecek birtakım tarz ve biçimlerin bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Davranış modellerinin farklılığı da değişik tür ve yapıdaki kentsel yerleşimleri doğurmuştur. Kentsel planlama ve tasarım öğeleri bu modellerin bilimsel araştırmalarla ya da ampirik yolla (deneyimlere dayanarak) elde edilen ürünlerindendir. Bunun sonucudur ki; kent planlaması ve tasarımı kentte yaşayan insanların sosyo-kültürel geçmişiyle Şekillenen davranış biçimleriyle var olmaktadır.

Kentsel mekân kavramına ilişkin çok boyutluluğu (ve aynı zamanda göreceliliği) tarihsel süreç içerisinde mekân oluşumuna yön veren etmenler açısından görmek olasıdır. İki bin yıl önce Vitrivius‟un, “faydalılık”, “sağlamlık” ve “zevklilik” kavramları üzerine kurguladığı mekânda kalite kavramı estetik bir anlayış içinde aranmıştır. Bu arayış çerçevesinde; kullanılabilirlik ve görsel haz alma açısından değerlendirilmesi gereken objelerin başında kentsel donatı elemanları gelmektedir.

3.1.2 Kentsel donatı elemanları

Kamu kurum ve kuruluşlarının sorumluluğu altında olan ve halka açık nitelikte, yapılanmış kentsel / kamusal alanlarda belediyelerle kamu kurum ve kuruluşlarınca yerleştirilen, altyapıya bağlı olan veya olmayan, geçici ya da kalıcı, belirli bir amaca ve eyleme yönelik ya da görsel, hareketli ya da yan hareketli veya durağan öğelerin tümü ” kentsel donatı elemanı” olarak tanımlanmaktadır.

Kentsel donatıların en önemli özelliği görsel ve işlevsel olmalarıdır. Bu iki özelliğin tüm kentsel donatı elemanlarında bir arada olması istenir. Bu doğrultuda kentsel donatıların kullanımındaki amaç; görsel zenginlik, dayanıklılık, yüzeylerde dokusal zenginlik, bakım kolaylığı ve plastik değerlerin kolayca sağlanmasıdır. Kentsel donatı elemanlarının tasarımında, bir diğer önemli faktör ise; ülkeler ve bölgeler arası kültür, yaş ve cinsiyet farklılıklarını ortadan kaldırmak ya da getirdikleri sorunları ortak çözüme ulaştırmaktır. Böylece ortak kullanıma yönelik tasarlanan bu elemanlar, amacına uygun olarak tüm kentliye hizmet verebilmektedir.

Günümüz kentlerinde, kentsel tasarımda donatı elemanları yaşanabilir mekânlar oluşturmakta önem taşımaktadır. Buna karşın, insan yaşamının devamını sağlayan pek çok donatının varlığı çoğu zaman görsel kirlilik oluşturmaktadır.

3.1.2.1 Tasarım aşamaları ve uygulama

Kentsel donatıların tasarımı üç aşamada gerçekleşir.

• Donatı elemanının çevre içinde ele alınarak diğer kent öğeleriyle bir bütün içine yerleştirilmesi birinci aşamayı;

• Görevleriyle uyumlu, yapısal ve fonksiyonel amaçların belirlenerek gelecekteki gereksinimlere göre ortaya konması ikinci aşamayı;

• Alternatiflerin somut sistemler olarak projelendirilmesi ise üçüncü aşamayı oluşturmaktadır.

Büyük kentler ve çevrelerinde açık mekânların vazgeçilmez elemanı durumundaki kentsel donatı elemanlarının seçiminde, uygulama alanının; tipi ( ticaret alanı, rek-reasyon alanı vs.), ölçüsü ( boyutları ) ve kullanım kapasitesi ( hangi elemanların ne miktarda kullanılabileceği ) göz önünde tutulmalıdır. Ayrıca, tasarım ve detay önemli bir faktördür; ancak bir diğer önemli faktör de dayanıklılık ve bakım masraflarıdır. Kent merkezi, ticaret alanları ve plazalar için en önemli etken kentsel peyzajda uygun detay ve malzeme kullanımıdır. Tüm bunların yanında estetik görünüm göz önünde bulundurulmalı, donatının kullanımdan önce görsel zevke hitap ettiği unutulmamalıdır. Kentte insanların rahat hareket etmesini, nefes almalarını, görmelerini, yürümelerini, durmalarını, trafik ile güvenli bir ilişki içinde bulunmalarını, yollarını kolay bulmalarını, işaretleri kolay okumalarını temin eden uygulamalar bütün süslerden ve yapay tasarımlardan daha önde gelen estetik koşullar bulundurmalıdır. Bununla birlikte kentte estetik, kullanıcı kitlesinin özelliklerine göre değişmekle birlikte, güzellik ve güzelliğin insan duygularındaki yansımaları olarak da şekillenmektedir. Bu şekillenme ile tasarım çok yönlü bir başarıya ulaşmış demektir.

3.1.2.2 Kentsel donatı elemanlarında malzeme seçimi

Kentsel donatı elemanlarında malzeme seçimi, görsel isteklerin yanında işlevsel, fizyolojik, psikolojik ve toplumsal gerekçelerle yapımsal ve ekonomik zorluklar içerir. Seçilecek malzeme her şeyden önce kullanıldığı mekânın nitelik ve niceliğine uygun olmalıdır. Öncelikle, malzemenin tanımlanması, başka malzemelerle bir arada kullanılma ve yapım şartlarının belirlenmesi, fiziksel ve kimyasal nitelikleri ile işlenebilme özelliklerinin bilinmesi gereklidir. Kentsel donatı elemanları için kullanıldıkları mekânın özelliklerini en iyi şekilde yansıtabilecek, birbiriyle uyumlu malzeme seçimi ancak bu şekilde mümkün olur. Malzeme seçiminde dikkate alınması gereken en önemli etkenlerden birisi de seçilen malzemenin vandalizmin yanı sıra doğa ve canlıların verebilecekleri çeşitli zararlara ( rüzgâr, yangın, çürüme, mantar tasallutu vs. ) karşı dayanıklı olmasıdır. Bu koşul ve özellikler dikkate alınarak yapılan kentsel dış mekân düzenlemelerinde kullanılacak kentsel donatı elemanlarının yapımında organik ve anorganik çeşitli malzemeler söz konusu olmaktadır. Bunlar tas, tuğla, seramik, mermer, granit, ahşap, demir, çelik, alüminyum, galvanizli saç, beton, plastik, fiberglas vb. malzemelerdir. Son yıllarda kimya endüstrisi form, norm, renk gibi nitelikleri ağaç malzemeye benzeyen çok sayıda sentetik malzeme üretmiştir. Ancak bugüne kadar tam anlamıyla ağacın yerini tutacak yapay bir malzeme henüz elde edilememiştir. Ağaç malzemeninde, rutubet karşısında çalışma ve bunun sonucu olarak ölçü ve boyutlarında meydana gelen değişmeler, mantar ve böceklere karşı her zaman dayanıklı olmayışı, bazen kullanım amaçlan için yeterli düzeyde olmayan direnç ve sertlik karakteristikleri gibi dezavantajları olmakla beraber, ağaçla ilgilenen araştırıcılar bu dezavantajların ortadan kaldırılması için bir takım yöntemler geliştirmişler ve ağaç malzemenin değerinden kaybetmesini önlemişlerdir.

kaynak: Filiz ÇETİNKAYA KARAFAKI/Ankara Üniversitesi 2009

KENTSEL PEYZAJ TASARIMINDA AHŞAP MALZEME KULLANIMI-II

2.5.3 Ahşabın yanması 

Ahşabın diğer bir kusuru organik bir madde olması sebebiyle yanabilmesidir. İçinde bulunan karbon ve hidrojen havanın oksijeni ile birleşerek yanmaktadır. Ahşap sıcaklığı arttıkça yanabilen gazlar neşretmektedir. Bu gazların sıcaklığı 225 – 260 °C arasında iken bir alev yaklaşırsa odun tutuşur. Şayet bu gazların sıcaklığı 260 – 270 °C arasında ise yabancı alev olmadan da kendi kendine tutuşur. Ahşabın içerisindeki kimyasal maddeler tutuşma sıcaklığının değişmesine sebep olabilir, örneğin çıralı odun daha düşük sıcaklıklarda tutuşabilir. Ayrıca ahşabın özgül kütlesi ve yüzey kütlesi ( m2/kg ) tutuşma süresinde etkili olurlar. Özgül kütlesi ve yüzey kütlesi arttıkça ahşap daha zor, azaldıkça daha kolay tutuşur. Ahşabı inorganik maddeler gibi yanmaz hale getirmek mümkün değildir. Ahşap yapı elemanlarının kesitleri büyüdükçe yanmaları gecikir. Kalın kesitli ahşaplar geç yanar, fakat sivri köşeler daha çabuk yanar. Günlük yaşamda ahşabın oluşturduğu yanma tehlikesini önleyebilmek için amonyum tuzları ve boraks gibi kimyasal maddelerle işlem gördürmek suretiyle ahşabın tutuşma süresini uzatmak mümkündür. Yapılarda taşıyıcı eleman olarak kalın kesitli ahşap kullanılmışsa ahşabın dış kısmı yanar, kömürleşir. Kömür, izolasyon görevi yaptığından ahşabın orta kısmının tutuşma sıcaklığına kadar ısınmasını ve dolayısıyla yanmasını önler. Bu nedenle, taşıyıcı elemanı ahşap olan kısımlar genellikle yangın sonunda yıkılmaz veya çökmez. Halbuki, çelik yapılarda sıcaklığın artmasına paralel olarak çelik veya benzeri metallerde plastik deformasyon meydana gelmekte ve dolayısı ile mukavemet azalmaktadır.  

2.5.4 Ahşap malzemenin kurutulması

Ahşabın dezavantajlarından olan çürüme ve çalışmayı kurutmak suretiyle gidermek mümkündür. Diğer taraftan, kontrplak, kontrtabla, lamine ağaç malzeme, yonga levha, lif levha, mobilya ve dekorasyon gibi ağaç işleri endüstrilerince kurutma yapmadan seri üretimi gerçekleştirmek mümkün değildir.

Ahşabın özelliklerini iyileştirmek, kalite ve kantite kaybını önlemek, ağaç işleri endüstrisinde daha rasyonel çalışmayı gerçekleştirmek bakımından ahşabın kurutulması Şarttır. Ahşap kurutmada kalınlık çok önemli bir faktördür. Ahşap inceldiğinde kurutulması kolaylaşmakta, kurutma süresi kısalmakta ve kuruma hataları azalmaktadır. Ahşap lifleri 20 – 30 saniyede, yonga l dakikada ve kaplamalar kalınlığına bağlı olarak 4-10 dakikada kurutulabilir. Buna karşılık 2,5cm. kalınlığında bir kerestenin kurutulması türüne ve diğer kurutma faktörlerine bağlı olarak 4-10 gün devam etmektedir. Ahşap malzemenin nemi, içerisinde bulunan suyun, tam kuru ağırlığına oranlanarak ifade edilir. Ahşabın rutubeti %100 ise bunun yarısı su, diğer yarısı da odun kütlesidir. Ağaç kesildiği zaman nemi genellikle %100‟den fazladır. Bunun kullanma yerindeki denge rutubetine kadar kurutulması gerekir. Isıtılan kapalı hacimler için ahşabın denge nemi yaklaşık %8 ± 2, açık alanlar için ise %13 ± l arasında değişmektedir. Donatı elemanları yapımında kullanılacak kerestede bulunması gereken ve doğal yolla oluşacak rutubet miktarı ise maksimum %16 olmalıdır.

2.6 Ahşabın Korunması

Ahşabın korunması, bozulmadan önce alınacak önlemler ile bozulduktan sonraki mücadele ve tedavi olmak üzere iki aşamada gerçekleşmektedir. Bu işlemler ahşabın çürüğe neden olan mantarlara, böcek larvalarına, termitlere, sualtı delicilerine karşı korunması, çeşitli iklim koşullarına karşı çalışmasının (dönme, eğilme, çatlama vb.) düzenlenmesi, yüzeyinin hava koşulları ve kir toplanmasından korunması amaçlarına yöneliktir. Ahşap korumada;

• Doğru tasarım

• Doğru ahşabı seçmek; diri odun yerine öz odunu kullanmak

• Dayanıksızlığın nedenlerini saptamak (Örneğin Avrupa’da toprakla temas eden bir ahşabın ömrü 80 yıl ise, aynı ahşap tropik iklimde 10 yıl dayanmaktadır.)

• Uygun koruma yöntemini bulmak

• Koruyucunun nerede gerekli olduğuna karar vermek

• Koruyucuyu yerinde uygulamak

• Yangına karşı korumak gibi konular büyük önem taşımaktadır

2.6.1 Ahşabın fiziksel tahribata karşı korunması  

Sıcaklık ve nem ahşabı etkileyen başlıca etmenlerdir. Sıcaklık, odunun yanarak tahrip olmasına sebep olur. Farklı ortam sıcaklıkları, ısıl genleşme ve büzülmeler yaratarak malzemede eğilme ve dönmelere, malzemenin bağlayıcı özelliğini yitirmesine neden olur. Ayrıca, rüzgâr, titreşim gibi fiziksel etmenler, zemin ile ilişkili yapı elemanlarında taşıyıcılığı ve dayanıklılığı etkiler. Su ve nem ise mikro organizmalar için uygun koşulların oluşmasını sağladığı gibi elemanların bükülme ve eğilmelerine de neden olur. Nem, ahşap malzemede hem Şişme ve çekme gibi deformasyonlara hem de mantarların yaşaması için uygun ortamın oluşmasına yol açar. Kesit küçülterek veya ahşabın mümkün olduğunca teğet kullanılmaması sağlanarak bu bozulmaya karşı önlem alınabilir.

Ahşabın kent donatısında kullanılabilmesi için ahşabın çalışma yönü ağaç cinsi, kullanılacağı yerdeki rutubet ortalaması, kesim mevsimi, kurutma Şekli gibi konulara dikkat etmek gerekir.

2.6.2 Ahşabın iklimsel yıpranmaya karşı korunması

Çatı, dış duvarlar ve çıkmalar gibi dış ortam koşullarında bulunan ahşap yapı elemanları; iklimsel, kimyasal, mekanik ve kullanıcı etkileri nedeniyle bozulmaktadır. Güneş, kar, yağmur ve rüzgâr gibi iklimsel faktörler, ahşabın birleşim yerlerinin açılmasına, gevşek parçacıkların yüzeyden kopmasına ve ahşabın kötü görünümüne neden olan yüzeydeki çatlaklara, renk değişimine, çukurlara, doku kalkmasına ve burulmaya yol açar. Havanın sıcaklığı, enerjinin malzeme tarafından emilip çevrede ısı artmasına sebep olarak malzemede büzülmelere yol açar. Isıl genleşme, kalıcı ve geçici olarak malzemede eğilme ve dönmelere neden olur, malzemenin bağlayıcılığını bozar. Ani sıcaklık değişimleri malzemede çatlak ve kırılmalara yol açar. Güneş radyasyonunda bulunan alfa parçacıkları, organik malzeme olan ahşabın içyapısının bozulmasına ve süreye bağlı olarak renginin değişmesine, kararmasına neden olur. Havanın oksidasyonu yanıcı bir etki gösterdiğinden, malzemenin yüzeyinin kararmasını hızlandırır. Oksidasyon hızı; malzemenin kesitine, nemi ve bünyesindeki reçine miktarına bağlı olarak değişir.

Ahşabın kuru tutulması, gün ışığından korunması, büyük ısı değişimlerinden korunması rüzgâr, yangın vb. zararlı etkilerden korunması iklimsel yıpranmaya karşı ömrünü uzatan etmenlerdendir.

2.6.3 Ahşabın kimyasal tahribata karşı korunması

Ahşabın temizlenmesinde zararlı olacak derecede güçlü kimyasal maddeler kullanılmaması ve ahşap ile madeni aksamın etkileşimine karşı dikkatli olunması gerekmektedir.

2.6.4 Ahşabın biyolojik tahribata karşı korunması

Biyolojik etmenler, dış, iç veya zemin ile ilişkili yapı elemanlarının tümünde, ahşabı besin maddesi olarak kullanan ve onu çürüterek, bozarak kendi gelişimleri için kullanan organizmalardır. Kurt ve böcekler, bakteriler ve mantarlar ahşabın yapısında bulunan selüloz ve ligninden beslenirler ve zamanla ahşabı ayrıştırarak kesitinin zayıflamasına ve parçalanmasına neden olurlar.

Ahşabın sudan uzak-kuru tutulması, fiziksel tahribatı önlemenin yanında bakteri ve mantarlara karşı da en etkin önlemdir. Ahşabın rutubeti eğer %20-22’nin altında kalırsa mantar çürüğü oluşmaz. Bunun için açık havada bulunan elemanları doğru tasarım, uygulama ve bakımla kuru tutulmalı, yapı içine su sızıntısı olmamalı, su buharının içeride yoğu Sarak rutubet miktarını yükseltmesi önlenmelidir. Kısa süreli ıslaklık, aniden çürümeye neden olmaz. Ahşabın çürümeye karşı belli bir direnci vardır ve bu direnç bazı tür ağaçlarda daha çoktur. Ahşaptaki dış odun oranı fazlaysa ve mantar varlığını gösteren tehlike işaretleri ihmal edilirse çürüme başlar. Islaklığı engelleyen doğru bir tasarım, tek başına çürümenin engellenmesi için yeterli değildir. Ahşabın direnç kazanmasını sağlamak için ilaçlama yapılması gereklidir, ilaçlama, toplam yapı maliyetinin çok küçük bir parçasıdır ve su alma hatası giderilinceye kadar ahşabı korur. İyi bir tasarım ve uygulama, çürümeye dayanıklı veya ilaçlanmış ahşabın alternatifi değil, tamamlayıcısıdır.

2.7 Ahşabın Kimyasal Yöntemlerle Korunması

Kimyasal koruma, bozulma tehlikesinin büyük olduğu durumlarda, kimyasal maddelerden yararlanılarak ahşabın dayanıklılığının arttırıldığı bir yöntemdir. Uygulama detayları, yapı bilgisine göre doğru tasarlanmadıysa ve bünyesel koruma yeterli görülmediyse uygulanır. Ancak bu yöntemler fiziksel, kimyasal ve biyolojik bozulmaları tümüyle önlemez, azaltır. Özellikle çam gibi dış odunu fazla olan ağaç türleri birkaç yıl içinde çürümeye başlamaktadır. Çünkü dış odunun mantara karşı direnci azdır ve uzun süre ıslak kaldığında mutlaka bozulacağı bilindiğinden ilaçlanarak dayanıklılığının arttırılması gerekmektedir. Dünya ahşap reservlerinin giderek azaldığı günümüzde, öz odunu fazla, yaşlı ağaçlar artık bulunamamaktadır. Odun yerine yapay olarak yetiştirilmiş orman ağaçları kullanılmakta, bu ağaçların hızlı gelişen türleri seçilmekte, onların da büyüme halkaları seyrek, dış odunu fazla olmaktadır. O nedenle, bu tür ağaçların kimyasal maddelerle korunmasına gerek vardır. Bu ağaçların gevşek dokulu olması, koruyucuyu çok iyi emmesine ve böylece dayanıklılığının artmasını sağlamaktadır. Kimyasal maddeler, mantarlar ve böceklerin ahşaba saldırmalarını önlemektedir. Organizmalara karşı koruma işlemlerinde, tahribatı önleyecek minimum miktar ve yoğunluk kullanılmalıdır.

2.7 Ağaç Malzemenin Emprenye Edilmesi

Ahşapta çürüme tehlikesi varsa; ya dayanıklı ağaç türleri ya da emprenyeli malzeme kullanılmalıdır. Emprenye; ahşabı zararlı canlı faaliyetlerine karşı çeşitli kimyasal maddelerle işleme tabi tutarak korumaya alma yöntemidir.

1.8.1 Emprenye maddeleri

Yağlı Emprenye Maddeleri

Bunlar, kreozot ve ağır yağlarda çözünen pentaklorfenoldur. Bu tip emprenye maddesinin kullanıldığı ağaç malzemenin boyanması ve yapıştırılması zordur. Rahatsız edici kokuları vardır. Bu nedenle binalarda, pergolalarda, duraklarda kullanılmamalıdır.

  • Organik Çözücülerde Çözünen Emprenye Maddeleri  

Kolay uçucu maddelerdir. Fırça, püskürtme daldırma ve vakum yöntemi ile uygulandıktan sonra hemen uçarlar. İçerisine su geçirmeyen maddeler ilave edilebilir. Organik çözücü olarak tera-bantin, tiner veya mineral sprit kullanılır. Bakır, çinko, naftanat, pentaklorfenol trifaulittin oksit kullanılan emprenye maddeleridir. Su geçirmeyen madde olarak bunlara parafin ve sentetik reçine ilave edilebilir.

  • Suda Çözünen Emprenye Maddeleri  

Bununla emprenye edilen malzemeler boyanabilir ve kokusuzdur. Ülkemizde bakır/krom/bor bileşiminde Tanalith – CBC, Volmanit – CB ve bakır/krom/arsenik bileşiminde Tanalit C gibi suda çözünen emprenye maddeleri vardır.

Suda çözünen emprenye maddeleri ile emprenye edilmiş ağaç malzemenin, emprenyeden sonra kurutulması gereklidir. Kurutulması esnasında ağaç malzemede Şekil bozuklukları meydana gelebilir. Bu nedenle kapı ve pencere doğramalarında kullanımları azdır. Organik çözücülerde çözünen emprenye maddeleri; kapı, pencere doğramalarında daha çok kullanılır.

1.8.2 Ağaç malzemenin emprenyeye hazırlanması ve emprenye yöntemleri  

İyi bir emprenye sağlayabilmek için ağaç malzemenin rutubetinin % 28’den fazla olmaması gerekir. Mümkün olduğu kadar ağaç malzemenin, planlama boyutlarına uygun kesimi, delme işlemleri emprenyeden önce yapılmalıdır. Yapıda kullanılan ağaç malzemenin emprenyesinde kullanılacak olan emprenye yöntemleri, yörenin iklimine, kullanılan malzemenin zeminden yüksekliğine, rutubet alabilme koşullarına ve üzerlerinin kapalı olup olmamasına göre değişir.

  • Yerinde Emprenye: Emprenye işleminin yapıda yapılmasıdır. Bu yöntemle yapı içerisinde çürüyen bir kısım değiştirildikten sonra emprenye edilebilir. Uygulanması fırça veya püskürtme yoluyla olur.  
  • Kısa ve Uzun Süreli Batırma: Ağaç malzeme soğuk emprenye maddesinin içerisine, birkaç saniye ile birkaç hafta arasında değişen sürelerde batırılır. Binalarda kullanılan ağaç malzemenin bu yöntemle emprenyesinde batırma süresi en az 3 dakika olmalıdır.  
  • Basınç Yöntemi: Bu yöntem iki Şekilde uygulanır. Biri dolu hücre yöntemi, diğeri boş hücre yöntemidir. Dolu hücre yönteminde, emprenye silindirine konan ağaç malzemeye vakum uygulanır, sonra emprenye maddesi silindire doldurulur ve basınç uygulanır. Emprenye silindiri boşaltıldıktan sonra son vakum yapılır. Boş hücre yönteminde ilk olarak vakum uygulanmaz; emprenye maddesi silindire doldurulduktan sonra basınç uygulanır. Silindir boşaltıldıktan sonra vakum yapılır. Bu yöntemlerle emprenye maddesinin ağaç malzemeye daha iyi girişi sağlanır.  
  • Vakum Yöntemi: Organik çözücülerde çözünen emprenye maddeleri için uygulanır. Ağaç malzeme emprenye kazanına yerleştirildikten sonra vakum yapılır. Kazan emprenye maddesi ile doldurulur ve vakuma son verilir. Kazan boşaltıldıktan sonra ikinci bir vakum uygulanır.  

1.8.3 Emprenye işleminde alınacak güvenlik önlemleri ve emprenyenin faydaları 

Bütün emprenye maddeleri zehirlidir. Kullanılırken bazı önlemlerin alınması zorunludur.

• Çalışan kimselerin yüzüne emprenye maddesi tozu yahut damlacık gelmemesi için koruyucu maskeler kullanılmalıdır.

• Emprenye işleminde çalışanların koruyucu elbise ve eldiven giymeleri gerekir.

• Emprenye maddesi değen açıktaki kısımlar sabunla derhal yıkanmalıdır.

Zamanından önce çürüme veya bozulmadan ötürü yenilenmek için durdurulan tesislerin üretim ve zaman kayıpları, işçilik giderleri emprenye sayesinde önlenmiş olacaktır. Demiryolu, maden işletmeleri ve elektrik işletmelerinde emprenyeden ötürü sağlamlık kazandırılan ahşap kaza ihtimalini azaltır. Ancak yurdumuzda emprenye konusunu bilmeyen ya da ekonomiye sağladığı faydadan habersiz olan özel veya resmi kuruluşlar, tükettikleri ahşap malzemeyi emprenye etme gereğini duymamaktadırlar. Dolayısıyla Şu anda kurulu emprenye tesisleri bile ihtiyaca cevap vermekten uzak olması gerekirken sadece Şu anda % 40 gibi bir kapasite ile çalıştırılmaktadırlar.

kaynak: Filiz ÇETİNKAYA KARAFAKI/Ankara Üniversitesi-2009