AHŞAP BEBEK VE ÇOCUK MOBİLYASI SEÇERKEN DİKKAT EDİLMESİ GEREKEN HUSUSLAR
AHŞAP BEBEK VE ÇOCUK MOBİLYASI SEÇERKEN DİKKAT EDİLMESİ GEREKEN HUSUSLAR
- Ahşap; doğal, organik (yaşayan, nefes alan), sağlıklı ve yenilenebilen bir malzemedir
- Yenilenebilir bir malzeme olan ahşap, endüstriyel ormanlarda yetişen ağaçların işlenmesinden elde edilmektedir.
- Her ne kadar ağaçların sürekli kesim işlemleri orman varlığını bitiriyor izlenimi yaratsa da, endüstriyel ormancılık yapan ülkelerin orman varlıkları her sene %4-5 civarında büyümektedir. Ormanların sağlığı açısından da belirli sürelerde kesim yapılması gerekmektedir.
- Ülkemizde sürdürülebilir endüstriyel ormancılık gelişmediği için ahşap malzeme ağırlıklı olarak ithal edilmektedir.
- Sürdürülebilir ormancılık konusunda uzman olan ülkeler arasında Finlandiya, İsveç, Rusya, Ukrayna gibi ülkeleri sıralayabiliriz. Bu ülkelerin ağaçları sertlik yani yoğunluk bakımından birbirlerinden farklılık göstermektedir.
- Mobilya yapımında kullanılan bir diğer malzemede MDF’dir ( medium density fiberboard). MDF; termomekanik olarak odun veya diğer lignoselülozik hammaddelerden elde edilen liflerin (ahşap tozlarının), sentetik yapıştırıcı (yoğun kimyasal yapıştırıcı) ilavesiyle belirli bir rutubet derecesine kadar kurutulduktan sonra oluşturulan levha taslağının sıcaklık ve basınç altında preslenmesiyle elde edilen bir üründür.
- MDF panel mobilyaların içerisindeki sentetik yapıştırıcılar kimyasallarını zamanla sıcaklık ve çevre şartlarıyla buğu halinde yayarlar. Bu tarz mobilyaların kimyasal solunumu temizlik maddelerindeki gibi yoğun ve bunaltıcı olarak düşünülmemelidir. Değerler farkına varılamayacak ölçülerdedir.
- Ağaç malzeme ile ilgili olarak önemli olan bir diğer konu ise, ahşap malzemelerin fırında, kullanım yeri koşulları için gerekli nem derecesine kurutulmuş olmasıdır. Ahşap malzemenin fırında uygun neme kadar, iyi fırınlarda ve gerekli kurutma programı ile kurutulması tam bir uzmanlık işi olup, ürünlerin kalitesi ve ömrü konusunda en önemli hususlardandır. Türkiye koşullarında kullanılacak olan ahşap malzemelerin %12-16 nem derecelerine kadar kurutulmuş olması son derece önemlidir. Kurutma prosedürleri ve ahşap kalitesine göre ahşap malzemenin kendi içerisinde bir fiyat skalası oluşmaktadır.
- Ahşap malzemeden yapılan ürünleri uzun zaman, deforme olmadan kullanabilmek için her bir malzeme ebatlarının statik hesaplamalara göre belirli değerlerde olması gerekmektedir. Çok ince ebatlı ürünler dayanıksız olacağı gibi, gereğinden fazla kalın kullanılan ebatlarda ürünün maliyetini çok artıracaktır.
- Sağlıklı doğal ahşap çocuk yatakları için firmamızın öngördüğü direk ve taşıyıcı ölçüleri 6-6.5 cm civarıdır. Bebek beşikleri ve yatakları için 4- 4.5 cm ebadında malzemeler kullanılmaktadır. Büyük ölçülü yataklarda ince ebatlı malzeme kullanımı ürünün kısa zamanda deforme olmasına veya sallanma yapmasına neden olabilmektedir. Sallanan ürünlerde belirli zaman sonra çocuklar için tehlike arz edebilirler.
- Sağlıklı doğal ahşap bebek ve çocuk odası ürünlerinde kullanılan boyalar ve yapıştırıcılar su bazlıdır. Ev dışında kullanılacak yapısal masif ahşap ürünlerde mukavemeti artırmak amaçlı sentetik bazlı yapıştırıcılarda tercih edilebilir.
- Su bazlı boyalar, vernik veya cila olarak bilinen sentetik bazlı boyalar gibi kimyasal içerikli değildir ve ahşabın içine nüfus ederek ahşaba renk vermenin yanı sıra dış etmenlerden korur.
- Firmamız Alman Clou marka, ahşap çocuk oyuncakları için üretilen EN-71/3 sertifikalı boyaları kullanmaktadır. ( Ürünlerini www.clou.com.tr ‘den temin edebilirsiniz)
- Su bazlı boya örtücü değildir. Ahşabın doğal harelerini ve dokusunu kapatmaz. Eğer ürününüzde ahşap boya bir tabaka halinde dokuyu kapatmışsa sentetik boya ( vernik diye de adlandırılabilir) kullanılmıştır demektir. Su bazlı boyaları ahşaba fırça ile uygulamak daha sağlıklıdır.
- Önemli bir hususta ahşap işçiliğidir. Her bir ahşap malzemenin sivri kenarları çocuklara zarar vermemesi için ovalleştirilmeli ve zımpara yapılarak yüzey hem boyaya hazırlanmalı hem de yüzey üzerinde çocuklara zarar verecek pürüzler (kıymık v.s) bulunmamalıdır. Montessori eğitim felsefesininde temelinde bu vardır. Çocuğun odasında temas edeceği mobilyaların tamamı ahşap olmalı ve çocuğa zarar vermemelidir.
- Çocuk odaları için sağlıklı bir mobilya almak isteyen ailelerin öncelikle bilmesi gerekenleri özetlemeye çalıştık. Bu maddeler aynı zamanda fiyata da etki eden unsurlardır.
- Ürünlerin fiyat kıyasını yapabilmek için ebeveynlerin ürün detaylarını önceden araştırmış olması gerekmektedir. (Bu kriterler aslında bütün mobilya çeşitleri için kullanılabilmektedir.) Ürünün ahşap malzeme veya mdf malzemeden yapılmış olanı mı? Ahşap malzeme ise iyi fırınlanmış kalite düzeyi daha yüksek ahşap malzeme mi yoksa sınıfça daha düşük malzemelerden mi olmalıdır? Malzeme ebatları uzun süre dayanım için ne olmalıdır? Su bazlı boyalar ve yapıştırıcılar mı yoksa sentetik bazlı örtücü boyalar mı kullanılmış olmalıdır? Ürünün işçiliği nasıl olmalıdır?
- Masif ahşap mobilya ihtiyaçlarınızda teknik bilgisine güvenebileceğiniz firmalar ile hareket etmeniz önerilir.
Saygılarımızla
Bebek ve Çocuk Odası Mobilyalarındaki Kimyasallar ve Sağlık Etkileri
Özet
Mobilya sektörü her geçen gün gelişmekte, bu gelişim kullanılan yeni malzeme ve kimyasalları da beraberinde getirmektedir. Mobilya yapımında kullanılan yapıştırıcılar, vernikler ve boyaların çoğu da toksisitesi bilinmeyen kimyasallar içermektedir. Mobilyalardan yayılan kapalı ortam kirleticileri arasında en çok tartışılan ve araştırılanları formaldehit ve yangın geciktiricilerdir. Polibromo difenil esterleri (PBDE ) ve organofosfat içeren yangın geciktiriciler ürünlerde oldukça yaygın olarak kullanılmaya başlanmıştır. Bu maddelerin bazı zararlı sağlık etkileri bilinmekte ancak pek çoğu henüz gösterilememektedir. Bu yazıda mobilyalardan kaynaklanabilecek sağlık riskleri, mobilya seçerken dikkat edilmesi gereken noktalar ve mobilyalar alınıp ev veya işyerlerine getirildikten sonra yapılması gerekenler konusunda bilgi vermek amaçlanmıştır.
Mobilyalar günlük yaşamımızda özellikle kapalı ortamlar olmak üzere günlük yaşam alanlarımızda yaygın olarak kullanılan ürünlerdir. Mobilya sektöründe birçok gelişme olmakta, bu değişim ve gelişimler her zaman kullanıcıların lehine olmamaktadır. Her geçen gün artan renk, tür ve kullanım amacı yönünden çeşitlenen mobilyalar kullanıcıya sunularak ev ve işyeri ortamlarında yerlerini almakta, ancak bu çeşitlilik, kullanılan yeni malzeme ve kimyasalları da beraberinde getirmektedir.
Mobilyalarda ergonomik yaklaşımların yanı sıra yangına dayanıklılığı sağlamak için kullanılan alev almayı önleyiciler temelde insan sağlığını korumak ve kazaların kötü sonuçlarını önlemek üzere alınan önlemlerdir. Ancak bu amaçla kullanılan ürünlerin çoğu ya zararlı etkisi kanıtlanmış ya da sağlık etkileri tam olarak belirlenememiş maddelerdir. Mobilya yapımında kullanılan yapıştırıcılar, vernikler ve boyaların çoğu da toksisitesi bilinmeyen kimyasallar içermektedir.
Mobilyalar evlerde uzun süre kimyasal madde yayıcısı olarak bulunmakla birlikte mobilyacılık sektöründe kullanılan maddelere maruz kalmayla ilgili çalışmalar daha çok işyerlerinde yürütülmektedir.
Evlerde ve işyerlerinde; formaldehit içeren tahta ürünler, vernikler, geri dönüşümsüz maddelerden üretilmiş, yangına karşı dayanıklılığı sağlayıcı kimyasallarla yüklü, klorbazlı boyalarla boyanmış ve toksik yapıştırıcılarla yapıştırılmış döşemeli mobilyalar bulunmaktadır.
Mobilya işlenme aşamasında kostik maddeler ya da solventler kullanılmaktadır. Solventlerin içinde metilen klorür, aseton ve alkol, kaplama malzemelerinin içinde de çok değişik uçucu organik bileşikler bulunmaktadır. Vernik içinde de solvent olarak aseton ve etil alkol, inceltici olarak ise toluen, benzen ya da oksilen bulunmaktadır.
Kapalı ortam kirleticileri arasında uçucu organik bileşikler, ozon, partiküller, sigara ve aldehitler sayılabilir. Mobilyalardan yayılan kapalı ortam kirleticileri arasında en çok tartışılan ve araştırılanları formaldehit ve yangın geciktiricilerdir.
Formaldehit
Kapalı ortam kirleticilerinden aldehitler, özellikle formaldehit, sağlığa etkileri ve ev ortamında kirletici olarak yaygın olarak rastlanmaları nedeniyle önemlidir. Ureaformaldehit kapalı ortam kirleticilerinden en basit olanı ve en sık saptananıdır. Aynı zamanda üzerinde en fazla çalışılmış olan aldehittir. Formaldehit alevlenebilen, renksiz, kolay polimerize olan uçucu bir bileşiktir ve çevrede doğal ya da insan kaynaklı (egzost gazları, emisyonlar, sigara vb) olarak bulunmaktadır. Evlerde yapılan araştırmalarda yüksek miktarlarda saptanabilmektedir. Ankara’da kentsel ve kırsal alanlardaki evlerde yapılmış olan bir çalışmada evlerde oturma odası ve mutfaklarda formaldehit düzeylerinin izin verilenden yüksek düzeyde olduğu ve ev sakinlerinde göz yaşarması, burun akması, boğaz kuruluğu gibi belirtilerin görülmesi ile formaldehit düzeylerinin istatistiksel olarak anlamlı şekilde yüksek bulunduğu saptanmıştır.
Kapalı ortamlarda formaldehit ve asetaldehit gibi aldehit kaynakları; mobilya, halı, ısıtma ve soğutma sistemleri ve sigaradır. Formaldehitin kendisi ya da diğer kimyasallarla hazırlanan bileşikleri mobilya imalatında; boyalarda ve kaplamalarda koruyucu olarak, döşemeler ve perdelere kalıcı şekil verilmesi amacıyla zamk ve yapıştırıcıların bileşeni olarak vb amaçlarla sıklıkla kullanılmaktadır. Evlerde tipik formaldehit kaynakları üre, formaldehit resin içeren yapıştırıcıların kullanıldığı kontrplaklar ve bunların kullanıldığı ürünlerdir. Kapalı ortamlarda ve evlerde kullanılan kontrplak ürünlerinden:
- Sunta (döşeme altlarında, raflarda, dolaplarda ve mobilyalarda)
- Sert tahtalı ağaç panellerde (dekoratif duvar kaplamaları, mobilyalar ve dolaplar)
- Elyaftan yapılmış orta yoğunlukta tahta (MDF) (çekmece kapakları, dolaplar ve mobilya kaplamaları) sayılabilir.
Özellikle MDF ürünlerinde elyaf/resin oranı en yüksektir ve en fazla formaldehit yayan üründür. Aynı zamanda mobilyalarda kullanılan tekstil ürünleri de formaldehit kaynağı olabilmektedir.
Urea-formaldehitli resin kullanılarak üretilen mobilyalardan düzenli olarak formaldehit salınmaktadır. Yapılan deneylerde formaldehit ve uçucu organik bileşiklerin sunta ve MDF örneklerinden ve işyeri mobilyalardan aylarca yayılabildiği gösterilmiştir. Ortama mobilyalardan formaldehit yayılımı ortam sıcaklığı ve nemin artması ile artış göstermektedir.
Formaldehit, baş ağrısı, bulantı ve baş dönmesi gibi özgül olmayan belirtilerin yanında boğazda iritasyon, allerjik reaksiyonlar, gözlerde kızarıklık, sulanma, burun akıntısı vb belirtilere neden olmaktadır. Özellikle kronik etkilenim varlığında kronik konjuktivit, farenjit, larenjit, bronşit ve öksürüğe neden olabilmektedir. Aynı zamanda kontakt dermatite, polen ve diğer alerjenlere bağlı alerjik rahatsızlıkların ortaya çıkmasına ya da hastalık seyirlerinin ağırlaşmasına neden olabilmektedir. Formaldehitin neden olduğu klinik belirtiler kişisel duyarlılıkla da ilişkilidir.
Formaldehitin astımın oluşumunda rol alabildiği ve astımlılarda gece ortaya çıkan solunum güçlükleri ile ilişkili bulunduğu bildirilmektedir.
Formaldehit, Uluslararası Kanser Araştırma Kurumu (International Agency for Research on Cancer, IARC) tarafından kanserojen özelliği açısından Grup 2A olarak sınıflanmıştır. Yakın zamanda yapılan çalışmalarda formaldehitin özellikle burun ve üst solunum yolu kanserlerine neden olabileceği, ayrıca ultraviyole’ye bağlı deri kanserlerinin gelişimine katkıda bulunduğu bildirilmektedir.
Çocuklar zamanlarının çoğunu evde ya da diğer kapalı ortamlarda geçirdiklerinden önemli bir risk grubudur ve kapalı ortamlarda mobilya ve dekorasyon malzemelerinden yayılan formaldehit etkilenimi açısından da risk altındadırlar. Okullarda yapılan bir çalışmada da açık raflar ve dokuma ürünlerinin fazla olduğu sınıflarda formaldehit düzeyinin yüksek olduğu saptanmıştır.
Yangın Geciktiriciler
Yangın geciktiriciler ürünlere üretim aşamasında ya da sonrasında eklenen kimyasallardır. Termal kararlılıkları nedeniyle yanmayı geciktirir ya da önlerler. Sıklıkla televizyon, bilgisayar gibi elektronik aletlerin yapımında kullanılırlar ancak, yapı malzemeleri, mobilya döşemeleri, dokuma, duvar kaplama, halı gibi malzemelerde de yaygın olarak kullanılmaktadır.
Kimyasal yapılarına göre bromlu, klorlu, fosforlu, azotlu (örn. melamin) ve inorganik bileşikler olmak üzere beş ana grupta toplanırlar. Halojenli bileşikler, özellikle polibromlu (örn. PBDE) yangın geciktiricilerdir ve lipofilik özellikleri ve kalıcı olmaları nedeniyle de önemli ve yaygın çevre kirleticileridir.
Polibromo difenil esterleri (PBDE):
Döşemecilikte kullanılan köpük, evde bulunan dişer plastik malzemeler ve bazı halılarda da PBDE 1970’lerden beri yanmayı geciktirici olarak kullanılmaktadır. Eser miktarda PBDE hava ve suya; bilgisayarlar, döşemecilikte kullanılan köpükler, halı ve perdelerin kumaşlarından yayılabilmektedir. Bu ürünlerin aşırlıklarının yüzde 5-35’ini PBDE içeren yanmayı geciktiriciler oluşturmaktadır.
PBDE’lerin endokrin hasara neden olabileceği ve gelişen beyine toksik etkisi olabileceğini gösteren çalışmalar vardır. Bu bileşikler insanda Hodgkin-dışı lenfomalarla, kemiricilerde çeşitli kanserlerle ve tiroid hormon dengesi bozuklukları ile de ilişkili bulunmuştur. Aynı zamanda diğer halojenli bileşiklere benzer şekilde ksenobiyotik metabolizan enzim aktivitesini de etkilemektedir.
PBDE’ler çevre ve insan örneklerinden (süt, serum, yağ dokusu) elde edilmektedir. Erişkin insanlarda günlük PBDE alımının 51 ng olduğu, bu miktarın anne sütü alan bebeklerde günde 110 ng’a çıktığı tahmin edilmektedir.
Döşeme malzemelerinin “küçük açık alevler (small open flames)” denilen kibrit, mum, kandil vb.’lerden kaynaklanabilecek yangınların önlenebilmesi için yangına dayanıklılığı sağlamak amacıyla belli standartlar zorunlu kılınmakta ve ABD’de bu amaçla 16 değişik kimyasal kullanılmaktadır. Bunlardan sekizinin evdeki mobilyalarda kullanıldığında, çok az sağlık riski olduğu Amerikan Ulusal Araştırma Konseyi’nin yaptığı çalışmalarda belirlenmiştir. Bunlar;
Hexabromocyclodecane,
Decabromodiphenyl oksit,
Alumina trihydratemagnesium hydroxide Çinko borate,
Amonyum polifosfat,
Fosfonik asit,
Tetrakis hidroksi metilfosfonyum klorürdür
Bu kimyasallarla yapılan toksisite çalışmalarının verileri halen çok yeterli değildir ancak en kötü etkilenim senaryolarında bile güvenli olduğu tahmin edilmektedir. Diğer sekiz kimyasal için ileri çalışmalar yapılması gerekmektedir. Bunlar;
Antimon trioksit,
Amonyum pentoksit,
Sodyum antimonat,
Kalsiyum ve çinko molibdat,
Organik fosfonatlar,
Siklik fosfonat esterleri,
Trikrezil fosfat, Klorlanmış parafinlerdir.
Organofosfatlı yangın geciktiriciler:
1992 yılında tüm dünyada 102 000 tonu (%17) organofosfat bazlı olmak üzere toplam 600 000 ton yangın geciktirici kullanıldığı bildirilmiştir, 2001 yılında ise bu rakamlar organofosfat bazlılar için 186 000 ton olmak üzere 1 217 000 tona yükselmiştir.
Organofosfatlı yangın geciktiriciler polimerik materyallere katkı maddesi olarak kullanılmakta ve yüzde 5-15’inin yüzde 1- 30’unu oluşturmaktadır. Yanmayı önleme ile ilgili getirilen standartlar, yasal sınırlar olmakla birlikte artırılmaktadır ve PBDE’lere rakip olarak organofosfatların kullanımı artacaktır. Bu bileşikler arasında;
Trifenil fosfat,
Tris (2-etilheksil)fosfat,
Tris (2-kloro-izopropil) fosfat,
Tris (1,3-dikloroizopropil)fosfat,
Trikresil fosfat,
Tri (2-bütoksietil)fosfat,
Tris (2-kloroetil) fosfat sayılabilir.
Organofosfatlı yangın geciktiriciler zamanla bulundukları ortamlardan sızarak ürünlerin üzerine çıkıp ve ağız yoluyla, toz parçacıklarının solunmasıyla ve deriden emilim yoluyla insanlara geçerek etkilemektedir. Pek çok çalışmada bu maddelerin kullanıldığı ürünlerin fosfat yangın geciktiricileri ve bunların yıkım ürünlerini yayabileceği gösterilmiştir. Bu yangın geciktiriciler kapalı ve dış ortam havasında, ev içi tozlarda, suda, toprakta bulunmuştur.
Yangın geciktirici olarak kullanılan organofosfatlı bileşiklerin sağlık etkileri çok az bilinmektedir. Tris (2-kloroetil) fosfat (TCEP) ‘nin nörolojik ve üreme sistemlerine toksik ve kanserojen olabileceği yönünde çalışmalar vardır. Trifenil fosfat (TPP) gibi bazı bileşiklerin de alerjide kuşkulu duyarlandırıcı oldukları bildirilmektedir. Ayrıca TPP’nin insanda kuvvetli bir monosit karboksilesteraz inhibitörü olduğu gösterilmiştir.
Yalnızca evde kullanılan mobilyalar değil, boş zamanları değerlendirmek amacıyla ya da iş gereği yapılan, mevcut mobilyaların yenilenmesi, tahta yüzeylerin soyularak yeniden boyanması, verniklenmesi vb. de çeşitli kimyasallar ve toksik maddelere maruz kalınmasına neden olabilmektedir. Bu amaçla sıklıkla kullanılan sarı vernik (lacquer) de yüksek miktarlarda organik çözücüler içermektedir. Boş zamanlarında ev ve mobilya bakımı işleri ile uğraşanlarda prostat kanseri riskini değerlendirmek üzere yapılan toplum bazlı bir çalışmada 4000’den fazla prostat kanseri olgusu incelenmiş, 45-70 arasında olan 400 olgu ve 470 kontrolde yapılan alt çalışmada iş sağlığı çalışmalarının sonuçlarına benzer şekilde boş zamanlarında ev ve mobilyaların bakımı işleri ile uğraşanlarda risk 1.4 kat (%95 GA 1.0-1.9) ve boyama, eski tahta kısımları soyma, vernikleme işi yapanlarda 2.1 kat (%95 GA 0.7-6.7) bulunmuştur. Ayrıca evlerinde yenileme yapanlarda formaldehite bağlı sağlık etkilenimi de gösterilmiştir.
Günümüzde sıklığı ve önemi gittikçe artan alerjik sorunların, özellikle astımın oluşumu ve kişilerin duyarlanmasında işyerinde etkilenimin yanı sıra evde kullanılan mobilyaların, halıların, suntadan üretilen eşyaların, duvar kaplamalarının ve boyaların etkili olduğu bilimsel çalışmalarla gösterilmektedir.
Zemin kaplama ve mobilyaların tahta yüzeylerinde alerjen içeren tozlar birikebilmekte ve bunlar yeniden havaya karışarak duyarlılığı artırabilmektedir. Alerjenler cilalı tahta zeminlere daha fazla yapıştığından, tahtaların cilalanmasının; alerjenlerin parçalanmasını ve tozun bu yüzeylere yapışmasını sağladığı ve havaya daha az alerjen geçişine neden olduğuna dair yayınlar vardır. Ancak bu durum nemli bezlerle uygun temizlik yapılmadığı zaman alerjenlerin daha uzun süre ortamda kalmalarına neden olmaktadır.
Yapılan çalışmaların çoğu alerjen rezervuarı olarak halı ve yer döşemelerinde gösterilmiştir (31), ancak çöken alerjen-yüklü tozlar için tahta yüzeyler ve döşenmiş mobilyalar da yeniden havaya salınım yoluyla etkilenim kaynağı olabilmektedir. Yüzeylerde tozlar yardımıyla alerjenlerin yanı sıra bakteri ve virüsler de yerleşebilir ve yeniden havya karışarak enfeksiyona neden olabilir. Yüzeylerde biriken tozlar aracılığıyla hava yolu ile taşınan alerjen partiküller ve kişilerin bu partiküllerle duyarlanması pek çok çalışma ile gösterilmiştir.
Mobilya alırken dikkat edilmesi gereken noktalar:
Laminatlı olan mobilyalar (çok düzgün olmakla birlikte zaman içinde daha kolay bozulup görüntüleri daha kötü olacağından) Urea-formaldehit içeren yapıştırıcı kullanılmış sunta, MDF ve kontrplaktan yapılmış olan mobilyalar,
Uçucu organik bileşikler ve diğer kimyasalları içeren malzemeler kullanılmış olan mobilyalar,
PVC, naylon ya da diğer petrol ürünlerinin kullanıldığı plastik mobilyalar,
Köpük ya da plastiğin dolgu malzemesi olarak kullanıldığı mobilyalar,
Döşemesi fazla olan mobilyalar,
Yangından korumak amacı ile halojenler ya da formaldehit kullanılmış olan yanmaz mobilyalar,
Leke tutmaması için flourokarbonlar ya da formaldehit içeren malzeme ile işlem görmüş mobilyalar tercih edilmemelidir,
Mobilya alırken;
Yerel malzemelerin kullanıldığı, iyi yapılmış ve uzun ömürlü, gerektiğinde tamir edilebilen mobilyalar,
Güvenli bir şekilde yok edilebilen ve doğal olarak bulunan malzemelerden yapılmış mobilyalar,
Belgesi olan ahşap malzemenin, doğal cilaların kullanıldığı mobilyalar,
Sunta ya da kontrplak yerine doğramanın kullanıldığı mobilyalar,
Su bazlı boyalarla boyandığı ya da verniklendiği belgelendirilen (poliüretan vernikler, yağ bazlı alkid rezin boyası ya da kalın vinil film kullanılmış) mobilyalar,
Geri dönüşümlü malzemeden yapılmış mobilyalar,
Organik dokumaların, dolgu maddelerinin kullanıldığı mobilyalar,
Yumuşak ve çıkartılıp yıkanabilen döşemeleri olan mobilyalar tercih edilmelidir.
Eve ya da işyerine yeni mobilya alındığında;
Ortamın nem ve sıcaklığının yüksek olmamasına dikkat edilmeli,
Mobilyalar eve/işyerine getirilmeden önce satıcı deposunda ya da uygun bir yerde en az 15 gün-bir ay süre ile bekletilip havalandırılmalı,
Mobilyalar eve/işyerine getirildikten sonra da ev/işyeri düzenli ve etkin bir şekilde havalandırmalıdır.
Kaynak: Sted 2005 • cilt 14 • sayı 12 -sayfa 268-272
Mobilyalardaki Kimyasallar ve Sağlık Etkileri
Dr. F. Nur Aksakal, Dr. Songül Acar Vaizoğlu, Dr. Çağatay Güler
Kütük masa ve Sehpalarda Yaşanılan Sorunlar
KÜTÜK MASA VE SEHPALARDA KARŞILAŞILAN SORUNLAR
Son zamanlarda doğal ahşap tasarımlarla her yerde karşılaşmaktayız. En fazla tercih edilen kütük masa ve sehpalar evlerde veya iş yerlerinde kullanıcıların hizmetine sunulmakta. Alınmış olan doğal ahşap bir ürünün uzun süre kullanılması için yaşanabilecek bazı sorunları önceden bilmeniz ve bu konuda ürünü aldığınız firmadan sorgulamasını yapabilmeniz gerekmektedir.
Doğal ahşabın ürüne dönüştürülmeden önce bazı süreçlerden geçmesi gerekmektedir. Bu süreçlerden geçmeyen ürünlerde sıklıkla yaşanılan problemler şu şekildedir.
- Ürünün yapıştırılan yerlerinden ayrılması,
- Üründe dış bükey olarak veya iç bükey olarak dönüklükler ( çanaklaşma veya kamburlaşma) oluşması,
- Üründe derin çatlakların olması ve bu çatlakların zaman içerisinde ilerlemesi,
- Ürünün böceklenmesi.
Bu sorunların yaşanmaması için ürüne dönüşecek olan ağacın belirli süreçlerden geçmesi gerekmektedir. bu süreçleri şu şekilde sıralayabiliriz
- Kesim
- Buharlama
- Fırında kurutma
- İklimlendirme
Öncelikle ürüne dönüştürülecek olan ağaç meyveden kesilmiş olmalı, ağacın yaş alması ve meyveden kesilmesi gövde içersindeki dokuların daha koyulaşmasına ve farklı desenler oluşmasına izin verecektir. Meyveden kesilmiş olan ağacın doğru zaman aralığında kesim işlemi yapılması gerekmektedir. Halk arasında dallara su yürümeden ağacın kesilmesi gerekmektedir. Bu da kış aylarından Mart ayının sonlarına kadar sürebilmektedir.
Kesim işlemi tamamlanan ağacın, biçme işlemi tamamlandıktan sonra buharlama sürecine geçmektedir. Bu süreçte istif halindeki ağaç kalaslarına bolca su verilerek ağaç kurutmaya hazırlanmaktadır. Bir diğer avantajıda ağaç içerindeki larva ve böceklenmelerin önüne geçilmesidir.
Buharlama işlemi biten ağaçlar kurutma fırınlarına alınmaktadır. Bu fırınlarda ağacın cinsine göre 1.5 2 ay belirli sıcaklıklarda ve periyotlarlarda kurutulmaları yapılmaktadır.
Fırında su kaybeden ağaç güneş görmeyen, hakim rüzgar alanı altında yaklaşık 1-2 ay dinlenmede kalarak ağacın kendine gelmesi beklenmektedir.
Doğru prosedürlerden geçen ağaçlar doğru bir işçilikle ürüne dönüştürüldükten sonra ürünlerde çok büyük kullanımı ve görseli etkileyecek büyük sorunlar yaşanmayacaktır. Doğal ağaç kesilmiş ve kurutulmuş olmasına rağmen yaşayan bir malzemedir. Bulunduğu yerde nem alışverişi yapmaya devam edeceklerdir.
Sorun yaşanan ürünlerdeki muhtemel nedenlerde bu prosedürlere uyulmamasından kaynaklanmaktadır. Daha uygun fiyata daha çok ürün satmak için genç ağaçların kesilmesi, ağaçların zaman kaybı olmadan ürüne dönüşmesi için kurutma prosedürlerinin atlanması ağacın çalışmasına veya böceklenmesine neden olacaktır.
Doğal ahşap sektörü alıcının ne aldığını çok iyi bilmediği, satıcının ise ne sattığını iyi bildiği bir sektördür. O nedenle doğal ahşap ürünleri almaya karar verdiğiniz dönem içerisinde size güven veren düzgün bir firma seçmeniz önemlidir. Doğal ağaçlar ( ceviz, meşe, … ) sunta ve mdf gibi suni ahşaplardan çok daha pahalı ve çok daha değerlidir. Fiyat karşılaştırmasının yerine kalite karşılaştırması yapmak ürünün uzun kullanımı açısından önemlidir.
ÇOCUĞUN FİZİKSEL VE RUHSAL GELİŞİMİ AÇISINDAN ÇOCUK ODALARI TASARIMINDA MALZEME KULLANIMI VE MALZEME SEÇİMİNİN ÖNEMİ-1
ÖZET
İnsan ömrünün yaklaşık beşte birini, fiziksel ve ruhsal gelişiminin ise çok daha büyük bölümünü oluşturan, dünya nüfusunun en önemli kısmını meydana getiren ve çocuk olarak adlandırılan 0-13 yaş grubundaki insanlar gerek evrensel düzeyde, gerekse ulusal düzeydeki yasal düzenlemelerle hakları koruma altına alınmış gibi görünmekte, gelişmiş ülkelerde bile çevresel kararlarda ve oluşumlarda yeterince temsil edilememekte; gelişmekte olan ülkelerde ise özel günler dışında gündeme dahi gelememektedir. Çocuğun gelişimi kalıtım ve çevre koşulları ile oluşmakta ve aynı zamanda bu gelişimde mekan ve mekan donatı elemanlarının etkisi de büyük rol oynamaktadır. Oysa bedensel ve ruhsal gelişimi dikkate alınarak tasarlanmış mekanlar çocuğun algısal ve bilişsel gelişmesini hızlandırmakta, eğitici ve öğretici roller oynayarak ruhsal davranışlarını pekiştirmekte ve özellikle de kaza riskini azaltarak yaşamsal bir önem kazanmaktadır.
1. ÇOCUĞUN GELİŞİMİ
Çocuğun gelişimi bedensel ve zihinsel olmak üzere iki yönlü gelişmektedir. Çocuğun bedensel gelişimi; kilo- boy artışı gibi sayısal değişikliklerle büyüme olarak ifade edilirken, zihinsel ilerlemeleri ise gelişme olarak ifade edilmektedir. Gelişme ve büyüme özellikleri birbirlerine orantılı olarak ilerleme göstermektedir. Çocuğun gelişimi kalıtım ve çevre olmak üzere önemli iki etmenin katkısıyla oluşmaktadır. Başka bir ifade ile çocuğun gelişimi kalıtım ile çevre etkileşiminin bir ürünüdür. Kalıtım, kişinin anne ve babadan genler yoluyla aldığı özelliklerdir. Çevre ise, döllenmeden başlayarak ana rahminde çocuğun gelişimi ve doğumundan itibaren insana etki eden tüm uyarıcılara denilmektedir. Çocuğun gelişim ve büyüme süreci, belirli dönemlerde benzer bedensel ve zihinsel özellikler taşımaktadır. Bu özellikler ergenliğe kadar bebeklik dönemi (0-36 ay), ilk çocukluk dönemi ( okul öncesi çağ, 3-6 yaş arası), son çocukluk dönemi (okul çağı, 6-11 yaş arası) ve ergenlik dönemi (11-20 yaş arası) olmak üzere dört ayrı dönem içerisinde incelenmektedir. Ancak 0-6 yaş dönemi pek çok davranış ve alışkanlığın temelinin atıldığı yılları kapsadığından en önemli dönemi oluşturmaktadır. Özellikle mekan algılamaları açısından bu yaş grubundaki çocukların bireysel özelliklerini ve gelişim süreçlerini bilmek, çevre ile ilgili değer, tutum ve davranışlarını daha iyi anlamak, dolayısıyla tasarımı yönlendirmek açısından önemlidir.
2. ÇOCUĞUN GEREKSİNİMLERİ VE ÇOCUK ODASININ ÖNEMİ
Çocuğun doğasına, gelişimine ve ihtiyaçlarına uygun olarak ele alınması gereken eğitim sürecinden, birinci derecede aile sorumludur. Özellikle kalıcı davranış biçimlerinin kazanıldığı 0-6 yaş döneminde, çocuğa verilecek doğru sosyal ve fiziksel uyarıcılarla, bedensel ve zihinsel ilerlemesi geliştirilebilmektedir. Bu gelişim ise doğru tasarlanmış bir çevreyle olasıdır. Çocuğun zamanının çoğunluğunu geçirdiği odası ve bu odada yer alacak mobilyalar çocuğun fiziksel çevresinde uyarıcı bir rol üstlenmektedir. Doğru tasarlanan fiziksel çevre, çocuğun zihinsel gelişimi üzerinde de önemli bir paya sahiptir. Çocuk bu mekanda oynama ve öğrenme eylemlerini bir arada gerçekleştirebilmelidir. Bu nedenle çocuk odası öncelikle çocuk için tasarlanmış bir mekan olmak zorundadır. Çocuk odasının sıradanlıktan uzak, renkli ve hareketli olması, düşünce özgürlüğü olan yetenekli bireyin yetişmesinde ilk adımı teşkil etmektedir. Çocuk psikolojisinin gelişimi ve sağlıklı bir bireyin gelişmesi açısından, çocukların hayal gücünün desteklenmesi ve yaşadıkları mekanları sevmeleri gerçekten önemli etkenlerdir. . Bebeklik döneminden sonra, çocuğun kendisine ait bir mekana gereksinimi de artmaktadır. Oyun özellikle, 3-6 yaş grubundaki çocuğun ayrılmaz bir parçasıdır. Çocuk çevresindeki nesneleri, olayları oyun oynayarak öğrenmektedir. Bu nedenle, çocuk odası ve bu oda için tasarlanacak donatı elemanları çocuğun zekasını geliştirmesine ve yeteneklerini ortaya çıkarmasına yardımcı olmalıdır. .Çocuk odası tasarlarken oynama ve öğrenme eylemlerini birleştirmek ve bir çok alternatifi içine alacak şekilde çocuğa sunmak gerekmektedir. Şimdiye kadar anlatılanların ışığında çocuğun, odasında duyduğu temel ihtiyaçları bakım, beslenme, sevgi ve şefkat, güven, hareket, yetişkin desteği , diğer çocuklarla birlikte olma, oyun, kendini tanıma, kanıtlama, özgürlüğü ve yaratıcılığı destekleyici, estetik duygusunu geliştirici bir ortam olarak özetlenebilir. (Bkz.Tablo 1)
Tablo 1– Çocuğun Gereksinimleri (Maslow’un insan gereksinmelerine karşılık gelen psikososyal ve kültürel kavramlar)
- Biyolojik Gereksinmeler: Barınma, bütünlük, düzen, süreklilik, bağlamcılık
- Güvenlik Gereksinmesi: Can-mal güvenliği ve mahremiyetin sağlanması, kalabalıklık veya yalnızlık duygularının önlenmesi, egemenlik alanının belirlenmesi, kendini savunma mekanizmalarının sağlanması, kolay yönlenme ve yol bulma olanaklarının sağlanması
- Ait Olma Gereksinmesi: Sosyo-kültürel uygunluğun, insan örgütlerine katılma, sosyalleşme, toplumsal etkileşimler kurma gibi olanakların sağlanması, ortak mekanların yaratılması, yer ile özdeşleşme olanaklarının sunulması
- Saygınlık Gereksinmesi: Kimlik-benlik arayışı, farklılık arayışı, mekanı kişiselleştirme özgürlüğü, birey, sınıf veya gruba ait sembolerle kendini dışa vurma, kolay algılanma, imgelenebilir olma, akılda kalıcı olma vb.
- Kendini Kanıtlama Gereksinmesi: Toplumsal örgütlerde görev alma, katılma ve seçme özgürlüğüne sahip olma, üretme yoluyla kendini dışa vurma, mekanda esneklik, geliştirilebilirlik, dinamiklik, tamamlanmamışlık
- Entellektüel, Duygusal ve estetik Gereksinmeler: Estetik kavramlarının çeşitlenmesi, karmaşıklık, enerji ve canlıya gösterilen duyarlılık, toplumsal bilinci pekiştirme
Çocuk odasında yer alması gereken mekan ve donatı elemanlarının yukarıda belirtilen ihtiyaçları karşılayabilmeleri için sahip olması beklenen özellikleri ise kısaca aşağıdaki gibi sıralamak mümkündür:
• Sağlam, dayanıklı ve ekonomik olmalı,
• Kullanışlı ve değiştirilebilir, işlevsel olmalı,
• Su geçirmez ve boya atmaz olmalı,
• Sağlıklı malzemeden üretilmeli
• Çocukların hayal dünyalarını genişletmeli
• Çocuğa özgü olmalı
• Çok seçenekli ve eklenebilir, modüler olmalı
• Renk çeşitliliği açısından zengin olmalı
• Kazalara karşı güvenli olmalı
• Kolay temizlenebilir olmalıdır.
Çocuğun odasında yer alan mekan ve donatı elemanlarının yukarıda belirtilen özellikleri kapsamaması halinde, gereksinimleri de karşılanamayacaktır. Çocuğun gereksinimleri karşılanmadığında, toplumsal ve samimi ilişkiler kurabilmesi uygun olmadığında çocuk faaliyetlerini destekleyecek ve güçlendirecek doğru tasarlanmış fiziksel çevreyi bulamadığından gerilimde olacaktır. Bölge savunusu ve mahremlik iç güdülerini doyuma ulaştıramayan çocuklar, bu mekanlarda saldırgan olacaklardır. Ayrıca, belli bir mekan parçası üzerinde denetim elde edemeyen çocuklarda kişilik gelişmesi de ağır olacaktır…
Doğal Ahşap Çocuk Mobilyaları
Doğal ahşap çocuk mobilyaları üzerine faaliyet gösterecek olan yeni markamız tescillendi ve e-ticaret platformumuz yayın hayatına başladı.
Sağlıklı ve güvenilir çocuk mobilyaları, aksesuarları keşfetmeye sayfamıza bekleriz.
SAĞLIK BEBEK VE ÇOCUK MOBİLYASI SEÇERKEN DİKKAT EDİLMESİ GEREKEN HUSUSLAR
- Ahşap; doğal, organik (yaşayan, nefes alan), sağlıklı ve yenilenebilen bir malzemedir.
- Yenilenebilir bir malzeme olan ahşap, endüstriyel ormanlarda yetişen ağaçların işlenmesinden elde edilmektedir.
- Her ne kadar ağaçların sürekli kesim işlemleri orman varlığını bitiriyor izlenimi yaratsa da, endüstriyel ormancılık yapan ülkelerin orman varlıkları her sene %4-5 civarında büyümektedir. Ormanların sağlığı açısından da belirli sürelerde kesim yapılması gerekmektedir.
- Ülkemizde sürdürülebilir endüstriyel ormancılık gelişmediği için ahşap malzeme ağırlıklı olarak ithal edilmektedir.
- Sürdürülebilir ormancılık konusunda uzman olan ülkeler arasında Finlandiya, İsveç, Rusya, Ukrayna gibi ülkeleri sıralayabiliriz. Bu ülkelerin ağaçları sertlik yani yoğunluk bakımından birbirlerinden farklılık göstermektedir.
- Mobilya yapımında kullanılan bir diğer malzemede MDF’dir ( medium density fiberboard). MDF; termomekanik olarak odun veya diğer lignoselülozik hammaddelerden elde edilen liflerin (ahşap tozlarının), sentetik yapıştırıcı (yoğun kimyasal yapıştırıcı) ilavesiyle belirli bir rutubet derecesine kadar kurutulduktan sonra oluşturulan levha taslağının sıcaklık ve basınç altında preslenmesiyle elde edilen bir üründür.
- MDF panel mobilyaların içerisindeki sentetik yapıştırıcılar kimyasallarını zamanla sıcaklık ve çevre şartlarıyla buğu halinde yayarlar. Bu tarz mobilyaların kimyasal solunumu temizlik maddelerindeki gibi yoğun ve bunaltıcı olarak düşünülmemelidir. Değerler farkına varılamayacak ölçülerdedir.
- Ağaç malzeme ile ilgili olarak önemli olan bir diğer konu ise, ahşap malzemelerin fırında, kullanım yeri koşulları için gerekli nem derecesine kurutulmuş olmasıdır. Ahşap malzemenin fırında uygun neme kadar, iyi fırınlarda ve gerekli kurutma programı ile kurutulması tam bir uzmanlık işi olup, ürünlerin kalitesi ve ömrü konusunda en önemli hususlardandır. Türkiye koşullarında kullanılacak olan ahşap malzemelerin %10-14 nem derecelerine kadar kurutulmuş olması son derece önemlidir. Kurutma prosedürleri ve ahşap kalitesine göre ahşap malzemenin kendi içerisinde bir fiyat skalası oluşmaktadır.
- Ahşap malzemeden yapılan ürünleri uzun zaman, deforme olmadan kullanabilmek için her bir malzeme ebatlarının statik hesaplamalara göre belirli değerlerde olması gerekmektedir. Çok ince ebatlı ürünler dayanıksız olacağı gibi, gereğinden fazla kalın kullanılan ebatlarda ürünün maliyetini çok artıracaktır.
- Sağlıklı doğal ahşap çocuk yatakları için firmamızın öngördüğü direk ve taşıyıcı ölçüleri 6-6.5cm civarıdır. Bebek beşikleri ve yatakları için 4-4.5 cm ebadında malzemeler kullanılmaktadır. Büyük ölçülü yataklarda ince ebatlı malzeme kullanımı ürünün kısa zamanda deforme olmasına veya sallanma yapmasına neden olabilmektedir. Sallanan ürünlerde belirli zaman sonra çocuklar için tehlike arz edebilirler.
- Sağlıklı doğal ahşap ürünlerde kullanılan boyalar ve yapıştırıcılar su bazlıdır. Ev dışında kullanılacak yapısal masif ahşap ürünlerde mukavemeti artırmak amaçlı sentetik bazlı yapıştırıcılarda tercih edilebilir.
- Su bazlı boyalar, vernik veya cila olarak bilinen sentetik bazlı boyalar gibi kimyasal içerikli değildir ve ahşabın içine nüfus ederek ahşaba renk vermenin yanı sıra dış etmenlerden korur.
- Firmamız Alman Clou marka, ahşap çocuk oyuncakları için üretilen EN-71/3 sertifikalı boyaları kullanmaktadır.
- Su bazlı boya örtücü değildir. Ahşabın doğal harelerini ve dokusunu kapatmaz. Eğer ürününüzde ahşap boya bir tabaka halinde dokuyu kapatmışsa sentetik boya ( vernik diye de adlandırılabilir) kullanılmıştır demektir. Su bazlı boyaları ahşaba fırça ile uygulamak daha sağlıklıdır.
- Önemli bir hususta ahşap işçiliğidir. Her bir ahşap malzemenin sivri kenarları çocuklara zarar vermemesi için ovalleştirilmeli ve zımpara yapılarak yüzey hem boyaya hazırlanmalı hem de yüzey üzerinde çocuklara zarar verecek pürüzler (kıymık v.s) bulunmamalıdır.
- Çocukları için sağlıklı bir mobilya almak isteyen ailelerin öncelikle bilmesi gerekenleri özetlemeye çalıştık. Bu maddeler aynı zamanda fiyata da etki eden unsurlardır.
- Ürünlerin fiyat kıyasını yapabilmek için ebeveynlerin ürün detaylarını önceden araştırmış olması gerekmektedir. (Bu kriterler aslında bütün mobilya çeşitleri için kullanılabilmektedir.) Ürünün ahşap malzeme veya mdf malzemeden yapılmış olanı mı? Ahşap malzeme ise iyi fırınlanmış kalite düzeyi daha yüksek ahşap malzeme mi yoksa sınıfça daha düşük malzemelerden mi olmalıdır? Malzeme ebatları uzun süre dayanım için ne olmalıdır? Su bazlı boyalar ve yapıştırıcılar mı yoksa sentetik bazlı örtücü boyalar mı kullanılmış olmalıdır? Ürünün işçiliği nasıl olmalıdır?
- Masif ahşap mobilya ihtiyaçlarınızda teknik bilgisine güvenebileceğiniz firmalar ile hareket etmeniz önerilir.
Ahşap’ın düşmanları ve koruma yöntemleri
AHŞAP’IN DÜŞMANLARI VE KORUMA YÖNTEMLERİ
Ahşap mükemmel bir yapı malzemesidir.
- Ahşap yüksek bir taşıma gücüne sahiptir
- Ahşap doğa şartlarına ve depreme dayanıklıdır
- Ahşabın yangına karşı direnci yüksektir
- Ahşap kaynağı yenilenebilen tek yapı malzemesidir
Her ahşabın belirgin karakteristik özelliği vardır. Bu karakteristik özellikler rengi, damar şekilleri ve doku özellikleri, vb. dir. Bunun yanı sıra ağaç türleri; sertlikleri, taşıma kabiliyetleri, dayanıklılıkları, boya tutma kabiliyetleri, kurutulma kolaylıkları, lif düzgünlükleriyle birbirlerinden ayrılırlar. Sert ahşaplar dayanıklılıkları ile, dekoratif özelliği ile, geniş bir renk seçeneği ve doğada uzun süre dayanıklılığı ile önemlidir. Yumuşak ahşaplar ise ekonomik oluşu ve yapı ve inşaat sektöründe fonksiyonel olmaları ile önemlidir.
Ahşap seçiminde, ahşabın doğal dayanıklılığa sahip olması, işlenebilme kabiliyeti, boya tutma kabiliyeti önemli etkenlerdir. Ahşabın kullanılacağı yere uygun (sert ahşap- yumuşak ahşap) tercih edilmesi gerekmektedir.
Ahşabın düşmanları:
Biyolojik bir madde olan ahşap dış etkenlerle çeşitli bozulmalara uğrar. Ahşaba uygulanacak çeşitli koruma işlemleri onu bu dış etkilere karşı korur.
Ahşabın birçok biyolojik düşmanı vardır. Bunlar; Mantarlar bakteriler, böcekler ve termitler… Bunlardan bazıları ahşabın tamamen yok olmasına bazıları ise sadece görüntü bozukluklarına neden olur.
– Ahşap ve su
Su, ahşabın asıl bileşenlerinden biridir. Ahşaptaki suyun bir miktarı (%25-30 ) ahşap liflerine kimyasal olarak bağlıdır. Ahşabın en önemli özelliğinden çalışması, yani ıslanma ya da ortam rutubetinin değişmesi ile boyut değiştirmesidir. Ahşabın seçimi, kurutulması, ahşap elemanın tasarımının doğru yapılması ve doğru koruma ürünlerinin kullanılması sayesinde bu problemler ile karşılaşılmaz.
Ahşap ne denli dikkatli bir şekilde kurutulursa kurutulsun, nem alması, çürümeye karşı ön koruma işlemi uygulanmış bile olsa, ahşabın özelliklerinde boya tutma kabiliyetini de etkileyecek değişikliklere sebep olacaktır. Bu nedenle özellikle ahşabın, doğrudan suyla temas halinde olduğu dış cephelerde sıvı suyun geçişine karşı koyan ancak buhar halindeki suyun dışarı doğru çıkışına izin veren mikro gözenekli boyalar kullanılmalıdır.
– Güneş, yağmur ve rüzgar
Ahşabın güneşin etkisi ile rengi solar, grileşir. Rüzgâr ile taşınan toz toprak yüzeyini aşındırır. Ancak bu eskime zamanla güneş ve yağmurun etkisi ile çatlamalara ve elyaf kaybına neden olabilir. Yüzeyde küf oluşabilir, çatlaklarda pislik birikir, çatlağın büyümesi ile içeriye su girebilir. Ahşabı bu tür bozulmalardan korumanın yolu yüzeyi bir “yüzey koruyucu” ile kaplamaktır. Kullanılan yüzey koruyucunun özelliği çok önemlidir. Esnek ve hava koşullarına dayanıklı vernik/ boya olmalıdır.
- Ahşabı koruma yöntemleri:
Ahşabı biyolojik zararlılardan korumak için “doğal dayanıklılık” ve “kuru tutma” kavramlarına dayanmaktadır.
Ahşap yapıların hizmet ömrünü uzatmak için başvurulan geleneksel yöntemlerden biri, çürüme riski yüksek olan ya da taşıyıcı olarak kullanılan ahşap malzemenin meşe, kestane gibi doğal dayanıklı türlerden seçilmesidir.
Ahşabı tahrip eden canlıların yaşayıp gelişebilmesi için oksijen, ısı ve suya ihtiyaçları vardır. Bu nedenle ahşap kuru tutulursa (nem oranı %20’nin altında) çürüme belli bir ölçüde kontrol altına alınabilir. Dışarıda kullanılan ahşap, yağışlar nedeniyle, bina içinde kullanılan ise hatalı su tesisatı, akan dam ve yoğunlaşma nedeniyle ıslanıp, rutubeti, çürüme ortamı için uygun bir düzeye kolayca gelebilir. Ahşabı kuru tutmak için başvurulan yöntemlerden biri de yüzeyi su geçirmeyen bir tabaka ile örtmek yani boyamaktır. Ancak, ahşap çalıştığından boya tabakası kısa zamanda çatlar. Bu çatlaklardan giren su ahşap malzemeyi ıslatır ve daha da kötüsü, üzerindeki boya tabakasından dolayı buharlaşıp çıkamayarak mantarların gelişmesi için ideal bir ortamın oluşmasına neden olur. Dış cephede kullanılan ahşaba su buharı geçirimsizliği yüksek boyaların kullanılması sakıncalıdır. Dış cephede nefes alan ahşap boyaları kullanılmalıdır.
BOYA UYGULAMASI YAPILIRKEN DİKKAT EDİLMESİ GEREKEN NOKTALAR
Öncelikle kullanılacak ahşabın küçük bir bölümü üzerinde ürün denenmelidir.
Yüzey Hazırlığı
* Ambalaj içerisindeki ürün kullanılmadan önce homojen hale gelinceye kadar karıştırılmalıdır.
* Yüzeyde eski boyalar var ise, yüzey 180 zımpara ile zımparalanarak boya yüzeyden kazınmalıdır. Zımpara tozları yüzeyden uzaklaştırılmalıdır.
* Uygulama yapılacak zemindeki yağ, toz vb… kirlilikler temizlenmelidir.
* Yağ içeriği yüksek tik, iroko gibi ahşaplarda yüzeydeki yağın alınması ve ahşapların gözeneklerinin açılması için selülozik esaslı tiner ile silinmesi gerekmektedir.
* Kullanılan ahşapların köşelerinde 90o lik açılar bırakılmamalı, köşeler zımpara ile ovalleştirilmelidir.
* Kullanılacak ahşap dış cephede ise ahşap zararlılarına karşı mutlaka emprenye edilmiş olmalıdır.
Uyulama Aşaması
* Homojen hale gelen ürün özelliğine göre gerekli inceltici (su, sentetik tiner, vb…) ile inceltilerek astar kat olarak yüzeye tatbik edilmelidir.
* Astar kat uygulamasından sonra dokunma kurumasını tamamlayan yüzey 300 numara zımpara ile yoklama zımparası yapılarak inceltilmeden uygulanmalıdır. Katlar arasında zımpara yapılması yüzeye yapışmanın kuvvetlendirilmesi bakımından fevkalade önemli bir uygulamadır.
* Uygulama yapılacak ortam +5 oC altında ve 30 0C üzerinde olmamalıdır. Güneş ışınlarının en dikey ve en yüksek derecede yansıdığı saatlerde, uygulama yapılacak yüzeyin sıcaklığı yüksek noktalara ulaşacaktır. Bu yüzeylere uygulama yapılmamalıdır.
* Uygulama fırça ile yapılacaksa ürüne uygun kaliteli sentetik veya akrilik kıllı fırça ile yapılmalıdır. Sprey tabancası ile yapılan uygulamalarda doğru inceltme oranları ve basınç kullanılmalıdır.
Ahşap-Barınma İhtiyacından Tasarımsal Mükemmelliğe
Dinlemeye başladığınız ilk hikayelerin hepsi ormanda geçiyordu. Size anlatılan masallardan bahsediyoruz, evet. Bu sebeple ormandan bir parçaya yakın ya da o parçanın sağladığı güven dahilinde yaşama isteği çok enteresan bir istek değil.
Barınma güdümüzü karşılama noktasında kullandığımız ilk materyallerden birinden söz ediyoruz sonuçta. İnsan ve ağaç türü arasında kurulan bağ o kadar eski ki, sanayileşme ve vahşi kapitalizm getirileriyle yüzleştiğimiz şu kısa sürenin öncesinde muhtemelen birbirimizi daha iyi algılıyorduk.
Dünya nüfusu korkunç oranlarda. Keşke bu sayfayı okumaya başladığınız zamandan itibaren kaç bebeğin doğduğunu söyleyebilecek olsaydık size. Kaynaklar yetmiyor; bir canavar misali tüketim halindeyiz. Dokunulmamış orman kavramı neredeyse yok oldu yok olacak fakat küresel ısınmanın önüne geçmek için bir yandan da yenilenebilir kaynaklara yönelmemiz gerekiyor ki bu da bizi tekrar ahşap ve orman ürünleri kullanımına getiriyor.
Peki dengeyi tekrar sağlamak için çok geç kalmış olabilir miyiz?
Yenilenebilir Bir Kaynak Olarak Ahşap ve Orman Ürünleri
Tabiatta kendiliğinden yetişmesi sebebiyle yenilenebilir kabul edilen ahşap, yine de üretim sürecinin ciddi orman yönetimi politikaları ile kontrol altına alınması gerektiği gerçeğinden bağımsız değil.
Ahşabın tasarım açısından sunduğu esneklik hem bina tipi projeler hem de uygulama ve mobilya tasarımları için materyali hem estetik hem de yapısal açıdan uygun kılan değerlere sahip. Ahşabın hem müstakil hem de çok birimli konut projelerinde kullanıma müsait olması; okul, ofis ve sağlık merkezleri gibi kamusal alan projeleri için gereken dizayn rahatlığını mimarlara sunuyor olması; doğal dokusu ile rekreasyonal merkezler ve toplulukların bir araya gelmesi için oluşturulan meydanlarla yakaladığı uyum kendisini tasarım dünyası için vazgeçilmez olmasını sağlıyor.
Üstelik sadece bitirme gereci olarak değil aynı zamanda temel altyapı malzemesi olarak işlem gören ahşap, iç ve dış mekan tasarımlarına doğallık ve sıcaklık katmanın ötesinde karşılanabilir maliyeti ve yapı yönetmeliğine uygunluğu ile güvenlik ihtiyaçlarını ve yüksek performans gerekliliklerini karşılıyor.
Tabiatta kendiliğinden yetişmesi sebebiyle yenilenebilir kabul edilen ahşap, yine de üretim sürecinin ciddi orman yönetimi politikaları ile kontrol altına alınması gerektiği gerçeğinden bağımsız değil. Orman ve ağaç oranlarının düşüyor olmasının tüm canlı türleri için tehlikeli sonuçları beraberinde getireceği farkındalığıyla birlikte kurgulanan ve ahşap kullanma gereksinimi de içine alan orman yönetim politikaları hem tekrar ağaçlandırma hem de baştan ağaçlandırma çalışmaları üzerinden ilerliyor. İnşaat ve mobilya sektörü ise bu noktada ahşap kullanımlarını sürdürülebilir sistemler aracılığıyla elde edilmiş ağaç/ahşap tarlalarından sağladıklarını sertifikalarla belgeleyen tedarikçilerle çalışmak için teşvik ediliyor.
Sürdürülebilir orman yönetimi toplum tarafından ormanlara verilen değerlere saygı duyarken aynı zamanda orman sağlığını koruyan ve gelecek için çeşitliliği sağlayan politikalar üretecek şekilde çalışıyor. Çalışmaların bir diğer hedefi ise orman ürünlerine ve ormandan sağlanan diğer faydalara hissedilen gereksinimi doğaya zarar vermeden karşılamak.
Ahşap Kullanımının Avantajları
Ahşabın bir yapı malzemesi olarak sunduğu avantajların başında, basit bakım ve önlemlerle ortaya çıkabilecek dezavantajları ortadan kaldırılabilecek olması geliyor.
Isı karşısında pratik olarak genleşmemesi ahşap için artı değer niteliğinde. Bir inşa materyali olarak ahşap ısı karşısında genleşmenin aksine kuruyarak güçleniyor. Ahşabın genleşmesine sebep olan tek koşul, ki bu koşulda da yaşanan genleşme sadece bilimsel açıdan kayda değer durumdadır, nem seviyesinin yüzde 0’ın altına düşmesi ile yaşanıyor. En kuru iklimlerde bile ahşabın nem seviyesinin yüzde 5’in altına düşmeyeceğinin de altını çizmek gerek.
Ahşap hafif bir materyal olarak ses izolasyonu için başarılı bir performans sergilemese de ses emilimi konusunda tercih edilen bir yapıya sahip. Materyal eko ve gürültü oluşumunu sesi absorbe ederek engelliyor. Bu sebeple konser salonlarında sıklıkla kullanılıyor.
Kendine has bir oksitlenme karakteristiğine sahip olsa da, ahşabın oksitlenmesinin sonucu metalin küflenmesi ile bir tutulabilecek yapıda değil. Bu sebeple özellikle küflenmeden kaçınmanın gerekli olduğu durumlarda ahşap yapı materyali olarak tercih edilmekte. Aynı zamanda tamir ve bakım açısından da kolay bir malzeme olduğunu hatırlatmakta fayda var. Eskiyen ahşap parçalar kimi özel dokunuşlar ile yenilenebilirken bunun her yapı malzemesi için yapılması söz konusu değil.
5 binden fazla ağaç türü olduğu gerçeği ile yüzleşecek olursak ahşap çeşitliliği konusunda da net bir fikre sahip olmak daha kolay olacaktır. Bu çeşitlilik ısı yalıtımı için tercih edilen hafif ahşap türleri ile yapı malzemesi olarak kullanılmak üzere tercih edilen ağır ahşap türleri gibi farklı çözüm alternatiflerini de beraberinde
getiriyor.
kaynak: www.ekoyapidergisi.org
Doğal Peyzaj ve İnsan Sağlığı
DOĞAL PEYZAJIN İNSANLARIN PSİKOLOJİK VE FİZİKSEL SAĞLIĞI ÜZERİNE ETKİLERİ
1. GİRİŞ
Kent insanı için doğa ile iç içe yaşamanın potansiyel faydaları çevre psikolojisi üzerinde çalışanlar tarafından araştırılmış ve birçok çevre literatüründe temel olarak doğa ile birlikteliğin insan psikolojisi üzerinde olumlu etkileri olduğu görüşü yaygın olarak kabul görmüştür. İnsanların doğa ile direkt olarak iç içe olmaları (aktif kontak) yanında parktaki çiçekleri seyretme veya bir pencereden ağaçlara bakma gibi doğayı sadece görme yoluyla da (pasif kontak) ondan çeşitli faydalar elde ettikleri, hatta bu tür alanların yakında mevcut olduğunun ve istenildiğinde kullanılabileceğinin bilinmesinin bile insanlara çeşitli psikolojik faydalar sağladığı belirtilmektedir (Ulrich ve Parson, 1992).
Uzell (1991)’e göre çevre psikolojisi alanında insan ve doğa arasındaki ilişkiyi inceleyen çalışmalar iki temel alanda gelişmiştir. Bunlardan birinci gruptaki çalışmalar peyzaj alanında çalışan planlayıcı ve tasarımcılara yardımcı olmaya yönelik olarak insanların belirli bir peyzaj alanı konusundaki algı, anlayış ve tercihlerini ortaya koymaya çalışan kantitatif araştırmalardan oluşmaktadır. Diğer bir grup çalışma ise doğa ve peyzajın insanlar için ne ifade ettiğini anlamaya ve ortaya koymaya çalışmaktadır (Bkz. Harrison vd., 1987; Harrison ve Burgess, 1988; Burgess vd., 1988b).
2. DOĞAL ALANLARIN İNSANLAR İÇİN DEĞERİ
İnsanların gelir düzeyleri normal yaşam seviyesinin üzerine çıktığında evleri ve bahçeleri için çiçek ve bitkiler satın almaya başlaması ve doğa eksenli aktivite ve hobilerle uğraşmaları ve kendilerine bahçeli evler satın almaları insanların doğa ile iç içe olmaktan çeşitli faydalar elde ettiklerine dair herkes tarafından bilinen göstergelerdir (Beer, 1990). Bununla beraber bu konuda bilimsel kanıtlar ortaya koymaya çalışan araştırmalar da mevcuttur. Örneğin Amerika Birleşik Devletleri’nde yapılan araştırmalarda, turistler için çekici bulunan yerlerin çoğunun doğal alanlardan oluşması (Kaplan, 1992), yeşil alanlara ve parklara yakın evlerin daha değerli olması, bu tür mekanların daha az el değiştirmesi ve yeşil alanlardan yoksun yerlerdeki insanların yaşadıkları çevreden hoşlanmamaları (Gold, 1977), kent doğal alanlarının insanlar için ne kadar önemli olduğuna kanıt olarak gösterilmiştir. Bu konunun belki de daha az göze çarpan bir yönü; doğa ile iç içe bulunmaktan kaynaklanan faydaların aktif katılıma bağlı olmadığıdır. Her ne kadar parkların ve yeşil alanların insanlar için önemi daha çok rekreasyonel ve sosyal aktivitelerle ilişkilendirilse de, insanların doğa ile görsel temele dayanan pasif ilişkilerden de önemli ölçüde psikolojik faydalar elde edebileceği belirtilmektedir (Ulrich ve Addoms, 1981).
Doğal alanların insan refahı ve mutluluğundaki önemli rolü iki tür pasif katılım içermektedir. Bunlardan birisi doğal alanları fark etme ve seyretme imkanı, diğeri de direk olarak görülmese ve kullanılmasa bile bu tür alanların var olduğunun ve istenildiğinde görülebileceğinin bilinmesidir (Kaplan, 1980; Ulrich ve Addoms, 1981; Kaplan, 1992).
Stoneham vd. (1994) doğal alanların insanların yaşadıkları çevreyi sevmelerine katkıda bulunmaları, onlar için nöstaljik değere sahip olmaları ve kent yaban hayatı için önemli bir kaynak oluşturmaları dolayısıyla ‘mevcudiyet değeri’ne sahip olduğunu vurgulamakta dolayısıyla doğal alanlardan pasif olarak yararlanmanın insanların kişisel refahlarına önemli ölçüde katkıda bulunacağını dolaylı olarak da fiziksel sağlıklarını olumlu yönde etkileyeceğini belirtmektedirler. Bu yüzden doğal alanların insanlar için gerçek değeri, tespiti kolay olmayan ve kolaylıkla göz ardı edilebilen bir gerçek olarak karşımıza çıkmaktadır. Örneğin İngiltere’de yapılan bir araştırmada bir kent ormanının rekreasyonel anlamda kullanımının çok sınırlı olmasına rağmen etrafta yaşayan insanlar tarafından sürekliliğin bir sembolü olarak görüldüğü ve oldukça önemsendiği ortaya çıkmıştır (Tartaglia-Kershaw, 1982).
2.1. İnsanların Doğal Alanlara Karşı Davranışları
Son yıllarda kentlerde insanların doğal alanlara karşı davranışlarını araştıran birçok çalışma yapılmıştır. Lowe ve Goyder (1983)’in İngiltere’de gerçekleştirdikleri bir araştırmada, halkın kent yaban hayatı projelerine veya çevre koruma gruplarına katılmaktan çeşitli faydalar elde ettiklerini tespit edilmiştir. Mostyn (1979) doğa ile iç içe olmanın insanlar üzerindeki olumlu etkilerinin sebeplerini araştırmış ve insanların doğadan duygusal (ev ve iş ortamından uzaklaşma, yalnız kalma hissi, sessizlik ve sakinlik hissi), entelektüel (doğayı inceleme, çevredeki doğal alanların tarihini araştırma, yeni ve değişik yetenekler kazanma), sosyal (doğal alanlarda insanlar ile daha kolay tanışma ve ilişki kurma, bölgedeki diğer insanlarla toplum ruhu ve yerel doğal alanlar konusunda sorumluluk hissi geliştirme) ve fiziksel (temiz havada bulunma, kendini daha canlı hissetme, bitkileri koklama ve hissetme, kuş seslerini dinleme vb.) olarak faydalandıkları tespit edilmiştir. Hayward ve Weitzer (1984)’in Kanada’nın üç değişik kentinde gerçekleştirdikleri benzer bir araştırma parkların yanında yaşayan insanların bu alanları fiziksel aktiviteler, doğa ile iç içe olma, sosyal aktiviteler ve stresli kent ortamından uzaklaşma amacıyla kullandıklarını ortaya çıkarmıştır. Doğa ile iç içe olmanın etnik gruplar için ayrı bir önemi olduğu da başka bir araştırmada vurgulanmıştır (Wong, 1997).
Harrison vd. (1987)’nin doğal alanların kent insanının yaşamındaki rolünü değerlendirmeye yönelik gerçekleştirdikleri sosyal bir araştırma, insanların yaşayan doğa ile düzenli birliktelikten kaynaklanan ilham ve mutlulukla ilgili bir dizi sebepten dolayı doğayı önemsediklerini ortaya çıkarmıştır. Araştırma ayrıca insanların kentlerde yaban hayatının mevcudiyetini görmekten çok hoşlandıklarını ve kent doğal alanlarını kendilerini daha iyi bir dünyaya bağlayan bir kapı olarak algıladıklarını tespit etmiştir. İnsanların kentlerde yaban hayvanları ile karşılaşmaktan hoşlandıkları ve kent parklarında gerçekleşen bu tür karşılaşmaların kişileri bu tür alanları daha sık kullanmaya teşvik ettiği Dick ve Hendee (1986) tarafından da vurgulanmıştır. Çeşitli bitkilerin ve hayvanların kendileri için çok uygun olmayan kent şartlarında yaşayabiliyor olmaları ve kentin merkezinde beklenilmedik bir şekilde insanların karşısına çıkmaları insanları çok şaşırtmakta ve aynı zamanda heyecanlandırmakta, dolayısıyla kent insanı farkında olmadan bu tür karşılaşmalardan psikolojik faydalar sağlamaktadır (Stoneham vd., 1994).
Diğer araştırmalar günlük yaşamda doğa ile birlikteliğin toplumun bütün kesimleri tarafından önemsendiğini, kendilerine çocukluk hatıralarını anımsattığını, insanların kendi evlerindeki bahçeleri de doğaya açılan bir kapı olarak gördükleri ve onlara çok değer verdiklerini ortaya koymuştur (Burgess vd., 1988a; 1998b). Çalışmalarda kent yeşil alanlarının sosyal kaynaşmayı teşvik edici boyutu ayrıca vurgulanmıştır. Benzer bir çalışma doğal alanların kent insanının dış mekan kullanımları üzerindeki etkilerini araştırmış ve bu tür alanların çocuklar için daha fazla oyun imkanı sağlama, daha yüksek düzeyde sosyal kaynaşma ortamı oluşturma ve komşular arasında daha güvenli ortam yaratma gibi önemli işlevleri olduğunu göstermiştir (Coley vd., 1997). Ev bahçelerinin kent insanı açısından değerini araştıran başka bir çalışma da insanların bahçelerini, kendilerine doğa ile birlikte olma imkanı vermesi, değişen mevsimleri hissetmelerini sağlaması ve kent ortamında kendilerine bir rahatlama imkanı vermesi gibi gerekçeler dolayısıyla oldukça önemsediklerini ortaya koymuştur (Dunnet ve Qasim, 1998).
3. DOĞA İLE BİRLİKTELİKTEN ELDE EDİLEN FAYDALAR
Doğa ile iç içe olmanın psikolojik yönden rahatlamaya yardımcı olduğu ve şehir hayatının stresini azalttığı fikri şehirleşmenin başladığı dönemle birlikte ortaya çıkmıştır (Ulrich ve Parsons, 1992). Ünlü Amerikan peyzaj mimarı Frederick Law Olmsted kent ortamının stres yarattığını 100 yıl önce kabul etmiş ve doğa manzaralarının bu stresi azaltacağını ileri sürmüştür (Olmsted, 1865). Yine 19. Yüzyıl İngiltere’sinin şehir parkları, bunların insan sağlığına katkıları olabileceğini düşünen Viktorya dönemi reformistleri tarafından inşa edilmiştir (Kendle ve Rohde, 1995). ‘Bahçe Şehirleri Hareketi’nin (The Garden City Movement) temeli de yine doğa ile insan refahı arasındaki olumlu ilişkiye dayanmaktadır (Stoneham, 1997).
Doğanın insan psikolojisi üzerindeki etkisinin daha bilimsel yöntemlerle açıklanmaya çalışılması ise nispeten daha geç başlamış, son 30 yıl içinde sosyal ve doğal bilimciler tarafından doğa ile iç içe olmanın insanların yaşam kalitelerini ve refahlarını niçin artırdığına dair birçok değişik teoriler geliştirilmiştir (Altman ve Wohlwill, 1983; Kaplan ve Kaplan, 1989; Francis ve Hester, 1990). Pratik alanda da bahçe ve bitkilerle uğraşmanın tedavi edici yönü hortikütrürel terapi alanında çalışan profesyonel insanlar tarafından hastaneler, ilaç bağımlıları tedavi merkezleri, özürlülere yönelik okullar gibi çok geniş bir alanda kullanılmaya başlanmıştır (Lewis, 1990).
Çevre psikolojisi alanındaki araştırmaların birçoğu şehirleşmenin insanın ruhsal sağlığına etkilerini araştırmış (Parry-Jones, 1990) ve birçok psikolog ruhsal sağlıktan daha çok ruhsal hastalıklar üzerine yoğunlaştığından doğal alanların insan sağlığına olumlu etkileri konusundaki çalışmalar başlangıçta nispeten daha sınırlı kalmıştır (Rohde ve Kendle, 1997). Bununla beraber bu konudaki araştırmalar son yıllarda giderek artmış ve birçok araştırma doğanın insan sağlığındaki rolünü ortaya koymaya çalışmıştır.
Kent doğal alanlarının insanın psikolojik refahı üzerine etkisi konusunda gerçekleştirilen kapsamlı bir literatür araştırması bu konudaki araştırma kanıtlarını aşağıda verildiği üzere beş kategoride sınıflandırmıştır (Rohde ve Kendle, 1994). Buna göre kent doğal alanları insanlara psikolojik açıdan duygusal (stresi azaltıp mutluluğu artırarak), bilişsel (zihin yorgunluğunu azaltarak), gelişimsel (özellikle çocuklarda daha yüksek seviyede zihinsel aktiviteleri teşvik ederek) davranışsal (maceracı davranışları desteklemek suretiyle kişilerin kendine güvenini destekleyerek) ve sosyal (sosyal sınıflar arasındaki sınırları kaldırarak kişiler arası iletişimi ve kaynaşmayı destekleyerek) anlamda faydalar sağlamaktadır. Bu psikolojik durumlar ile fiziksel sağlık arasında da ilişkiler olabileceği ileri sürülmektedir. (Kendle ve Rohde, 1995). Her ne kadar bu alandaki araştırmalar insan ve doğa arasındaki ilişkileri tanımlamaktaysa da bunlar hala daha başlangıç aşamasında olup, doğaya karşı ilişkilerde kültürel, sosyal, kişilik ve yaş ile ilgili farklar hakkında çok fazla bilgi yoktur (Rohde ve Kendle, 1994).
3.1. Doğal Alanların İnsan Psikolojisine Etkileri Üzerine Araştırmalar
Doğanın insan psikolojisi üzerindeki olumlu etkileri üzerine araştırmalar son 30 yılda artan bir gelişme göstermiştir. Bu tür çalışmaların ilklerinden kabul edilen bir araştırma insanların evlerinin bahçelerinden elde ettikleri psikolojik faydaları araştırmıştır (Kaplan, 1973). Çalışma bahçede çalışma veya yürüme gibi aktif katılım, pencereden bahçeyi seyretme gibi pasif katılım ve bahçede çeşitli aktiviteler planlama gibi fikirsel katılım olmak üzere üç değişik psikolojik etki tanımlamış ve bahçelerinde çalışmanın kişilere kendilerini ifade imkanı sağladığının altının çizmiştir. Yine Lewis (1992) insanların bahçeleriyle kurdukları duygusal bağlara ve bahçelerinin mevsimi gelip çiçekler açtığında gelip geçen yüzlerce kişi tarafından seyredilip beğenilmesinin bahçe sahibine sağladığı psikolojik faydalarına değinmiştir.
Görsel çevreye karşı fizyolojik tepkiler üzerine yapılan çalışmalar da yine doğal alanların yapılaşmış alanların tersine insanların duygusal durumları üzerine tamir edici etkilerde bulunduğunu göstermiştir. Çevre psikolojisi üzerine çalışan Roger Ulrich doğayı ve doğal manzaraları seyretmenin insanların psikolojik sağlığına olumlu etkileri olduğu hipotezinin geçerliliğini test etmek için bir dizi deney yapmıştır. Bunlardan ilkinde (Ulrich, 1979) görsel peyzajın final sınavından çıkmış stresli öğrencilerin duygusal durumları üzerindeki etkilerini araştırmıştır. Araştırma sonucunda doğa manzaraları seyreden öğrencilerin stresleri azalırken, yapılaşmış kent manzaraları seyreden öğrencilerin sınav çıkışındaki durumlarından daha stresli hale geldikleri gözlemlenmiştir. Honeyman (1990) daha sonra aynı çalışmayı kent ve doğa alanları karışımı bir kategori daha ekleyerek tekrar etmiş, sonuçlar doğa ile karışık kent manzaralarının doğadan yoksun kent manzaralarına göre daha çok iyileşme sağladığını göstermiştir. Doğa manzaraları seyretmenin etkileri Ulrich (1981) tarafından İsveç’te gerçekleştirilen başka bir çalışmayla tekrar araştırılmış ve doğal manzaraların psikolojik faydalarının stresli olmayan bireylerde de ortaya çıktığı tespit edilmiştir. Ulrich bu konu üzerindeki üçüncü araştırmasında (Ulrich vd., 1991) doğal manzaraları seyreden bireylerin fizyolojik ve psiko-fizyolojik tepkilerini (kalp atış hızı, kan basıncı, adale gerilimi, beyin dalgaları) ölçmüş, doğal manzaraları seyretmenin denekler üzerindeki gerilimi düşürdüğünü ve stresli durumdan iyileşmeyi hızlandırdığını kanıtlamış, stres ölçen değerler arasında da doğanın iyileştirici etkileri olduğu konusunda tam bir tutarlılık olduğunu göstermiştir.
Hartig vd. (1991) doğal alanlarda bulunmanın zihin yorgunluğundan kurtulmayı kolaylaştırdığına dair nispeten daha güçlü kanıtlar ortaya koymuştur. Doğa gezisine giden, kent içinde tatil yapan ve tatil yapmayan üç grup arasında bir karşılaştırma yapan araştırmada gruplardan bir okuma parçası üzerindeki yanlışları düzeltmeleri istenmiş ve sonuçta en iyi puanı doğa gezisine giden grup elde etmiştir. Üniversite yurdunda kalan öğrenciler arasında yapılan benzer bir araştırmada pencereleri doğal alanlara bakan öğrencilerin, bu tür manzaralardan yoksun odalarda kalan öğrencilere göre direkt dikkat konusunda daha güçlü bir kapasiteye sahip oldukları tespit edilmiştir (Tennessen ve Cimprich, 1995). Bu konu üzerine gerçekleştirilen başka bir çalışma ormanda kamp yapmanın kısa ve uzun vadede insan psikolojisi üzerine olumlu etkileri olduğunu göstermiş, kamptan dönen insanların yeşil çevre ve onun hissettirdiklerine karşı içlerinde sürekli bir istek kaldığını ortaya koymuştur (Kaplan ve Talbot, 1983).
3.2. Doğal Alanların İnsanların Fiziksel Sağlığına Etkileri Üzerine Araştırmalar
Son yıllarda gerçekleştirilen araştırmalar görsel çevre kalitesi ile insanların fiziksel sağlığı arasındaki ilişkiye dikkat çekmeye başlamıştır. Bu alanda yapılan birçok çalışma doğayı seyretmenin insanların fiziksel sağlığını olumlu yönde etkileyebileceğini göstermiştir. Her ne kadar bu tür ilişkilerdeki mekanizma spekülatif ise de bunlar muhtemelen stres ve bağışıklık sistemi arasındaki ilişkiye bağlanmaktadır. Bunların içinde en çok tartışılanı yine Ulrich (1984)’in Pennsylvania’daki bir hastanede safra kesesi ameliyatından çıkmış hastalar üzerinde gerçekleştirdiği bir araştırmadır. Aynı ameliyat sonrası iyileşme sürecindeki hastalardan pencereleri ormana bakan bir odada kalan hastalar, pencereleri hastanenin duvarına bakan bir odada kalan hastalara göre daha az ağrı kesici istemişler, geçirdikleri ameliyata karşı daha pozitif davranışlar sergilemişler, daha çabuk iyileşmiş ve taburcu olmuşlardır. Kaza veya bazı hastalıklar sonucu şiddetli sakatlığa maruz kalan hastalar arasında yapılan başka bir çalışma (Verderber, 1986) yine bu tür hastaların doğal alanlar veya ağaçlar içeren manzaraları diğerlerine tercih ettiklerini göstermiştir. Heerwagen (1990) bir diş kliniğinde sırasını bekleyen hastalar üzerindeki endişe ve huzursuzluk üzerine bir araştırma yapmış, bekleme odasındaki karşı duvarda büyük doğal bir manzara resmi asılı olduğu günün hastalarının duvarın boş olduğu günün hastalarına göre daha az stresli olduklarını çeşitli fizyolojik yöntemlerle ölçmüştür.
Görsel çevre kalitesi ile insanların fiziksel sağlığı arasındaki ilişkileri konu alan çalışma sonuçları, hapishanelerde gerçekleştirilen çalışmalarla da uyum içerisindedir. Örneğin, Moore (1982) bir araştırmasında hücrelerinin pencereleri doğaya bakan mahkumların hapishane stresi semptomları olarak kabul edilen sindirim sistemi hastalıklarına, baş ağrılarına ve diğer bazı rahatsızlıklara daha seyrek maruz kaldıklarını göstermiştir.
Doğanın insan psikolojisi ve dolayısıyla fiziksel sağlığı üzerindeki rolü çalışma ortamında da araştırılmıştır (Kaplan vd., 1988). Araştırmada çalıştıkları yerden ormanlar, ağaçlar, çiçekler vb. gibi doğal objeleri seyretme imkanı bulabilen insanların bu tür alanları görme imkanı bulunmayan yerde çalışanlara göre daha az iş stresi yaşadıkları, işlerinden daha çok memnun oldukları ve baş ağrısı ve diğer rahatsızlıklardan daha az şikayetçi oldukları tespit edilmiştir. Bir ofiste çalışanlarla ilgili yapılan başka bir araştırmada (Heerwagen ve Orians, 1986), dış çevreyi göremeyen denklerin kendi çalışma masalarını ve etrafını pencere kenarında oturanlara göre daha çok doğa manzaraları ile donattıkları görülmüştür.
4. SONUÇ
İnsan ve doğa arasındaki ilişki oldukça karmaşık olup doğanın stres azaltıcı ve insan sağlığını olumlu yönde etkileyici özelliklere sahip olmasının nedenleri kesin olarak bilinmemekle beraber bunlar genellikle insan gelişiminin ruhsal boyutu ile ilişkilendirilmektedir (Kendle ve Rohde, 1995). Ayrıca doğa ile iç içe bulunmaktan elde edilen faydalar sonucu gelinen olumlu yönde gelişmiş kişisel durumun, tedavi edici olmaktan daha çok önleyici etkileri olduğu görüşü de ileri sürülmektedir (Rohde ve Kendle, 1994). Her ne kadar toplumun büyük bir kısmının davranışları doğal çevrenin insanlar için çok önemli olduğunu ve kişilerin psikolojik refahına birçok yönden katkıda bulanabileceğini ortaya koyuyor ise de (Parry-Jones, 1990), konu üzerindeki araştırmalar ve spekülasyonlar hala devam etmektedir. İnsan – doğa ilişkilerinde ve özellikle insanların doğaya karşı davranışlarında kültürel, sosyal, yaş ve kişilik gibi değişkenlerin önemli yeri olduğu herkes tarafından kabul edilmekle beraber bu değişkenlerin ortaya koyduğu farklar konusunda henüz çok az şey bilinmektedir.
Doğanın insan sağlığı ve psikolojisi üzerine olumlu etkileri olduğu gerçeği, özellikle olması gerekenden çok daha az yeşil alan ile yetinmeye çalışan ülkemiz kent insanları için de geçerlidir. Ancak ülkemize özgü kültürel, sosyal ve ekonomik değişkenler açısından araştırıldığında insandoğa ilişkilerinde literatürdekilerden daha farklı ve ilginç sonuçlar elde edilmesi muhtemeldir. Buna rağmen ülkemizde, özellikle kentlerde insan doğa ilişkileri üzerine gerçekleştirilen araştırmaların sayısı oldukça az olup, konu henüz peyzaj alanında araştırma yapan bilimsel çevrenin ilgisini yeterince çekememiştir. Bu konunun ülkemiz şartlarında araştırılması ve literatürde mevcut diğer bilgilerle karşılaştırılarak benzerliklerin ve farkların ortaya konulması, bilimsel açıdan doldurulması gereken bir boşluk olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu alanda yapılacak araştırmalar sonucu elde edilecek bilgilerin uygulamada peyzaj planlama, tasarım ve yönetim alanlarında çalışan profesyonel kesime de faydalı olacağı kuşkusuzdur.
kaynak: Halil ÖZGÜNER/Süleyman Demirel Üniversitesi Orman Fakültesi Dergisi Seri: A, Sayı: 2, Yıl: 2004