Ahşap ve Betonarme ll
“Merak etme sen, bu kez sağlam olacak !” güvencesinin fos çıkmaması için başvurduğumuz, tünel kalıp sistemine gelince… Nefes almayan, komşunun sesli kavgasını yuvamıza taşıyan, hak getire ısı izolasyonu olan, bazen bilinçsiz mantolamaya sığınıp; evimizi güneşle ısınmaz, rüzgarla soğumaz, buharını atamaz, romatizmalı yapı hale getiren, manyetik alan kirliliği yaratan, Çekmece Nükleer Araştırma Enstitüsünün raporuna göre nerede ise tümü, kanserojen RADON gazı neşreden beton kafeslere “ev” diyorsanız ben de sözümü geri alacağım..
İlk gün gördüğünüz çivi yerinde durdukça, ilk gün taşıdığını yapının ömrü boyunca taşıyacak olan ve her türlü değişikliğe kolayca uyum gösteren, hatta zora gelinirse taşınıp başka yerde yeniden inşa edilebilecek bir ahşap yapı var bir tarafta. Öte yanda; yüze yakın risk faktörü içeren ve yapımını izleyemedi isek, bittikten sonra içinde ne olduğu, hangi yüke hangi koşullarda ne zamana kadar dayanacağı analiz edilemeyen, yıkılmışı büsbütün başa bela betonarme vardır. Sonradan yapılan denetlemenin kendimizi aldatma olduğunu bilmeliyiz. Betonarme ile ahşabın sadece risklerini karşılaştırmak bile, doğru seçimin ahşap olduğunu ortaya çıkarır.
Sadece bir kolon yada kirişinde sorun içeren, bir vibratör boşluğu, eksik etriye, paslı demir, çok kuru ya da çok sulu, çimentosu akmış beton, erken alınmış bir döşeme kalıbı, sulanması ihmal edilmiş ve güneşte yanmış, çok soğukta katkısız dökülüp suyu donan veya kum çakıl büyüklük ve karışım oranları hesaplanmamış beton, demirleri ayakla basılıp aşağıya düşmüş bir balkon, paydos edildiğinde yanlış yerde bırakılmış döküm bitimi, kolon kiriş bağlantılarındaki kısa filizler gibi saymakla bitmez ve denetimi son derece güç sorunlarla baş edeceğimizi sanmak Donkişotluktur. Yurdumuzun teknik eleman kapasitesini ve elemanların deneyim sınırını ve de sayısını bilmemektir.
Ülkemiz koşullarında oto kontrol olanakları son derece kısıtlı olan betonun, bittikten sonraki performansını ancak teknik cihazlarla, o da bir yere kadar denetleyebilirsiniz. Bu zorluktan ötürü statik hesaplarda emniyet katsayıları daima gerekenin on katı değerlerde alınır. Yani betonarme bir yandan da kendi hamallığını üstlenir..
Polisiye tedbirlerle hırsızlığı önlemeye çalışmanın komikliğini çoktan fark ettik. Bu bir; ahlak, açlık ve kimlik sorunudur çünkü. Anlı şanlı yapı denetim büroları ile yurt genelinde kuş uçurtmayacağımızı sanmak da bir ham hayaldir.. Çöken binanın ve ölen insanların ardından, “affedersin denetleyememişiz” demek ölenleri geri getirmeyecektir. Ne, yüklü sigorta bedeli ne de, “yaralar sarılacaktır !” beyanatları tatmin eder insanları.. Yıllık 400-500 bin konut ihtiyacını ve ilaveten kamusal ve ticari yapıları, kaç kişilik bir ekiple denetleyebileceğimizi sanıyoruz.. Bir iki büyük şehrin bir iki mahallesi dışına taşıyamayız denetimi.. Lütfen gerçekçi olalım.
Betonlaşmada % 97 ile dünya şampiyonu olmak hiç düşündürmez bizi.. Marifet sanırız. Bunun tam tersine, Amerika’daki konutların % 90’ının ahşap olması hiç sorgulatmaz zihnimizi.. Hele deprem bölgesi Kaliforniya’daki % 99 oranı hiç uyandırmaz bizi.. Yine Amerika ve Kanada’daki altı kata kadar ahşap apartmanlar hiç ilham vermez bize. Atamızın dedemizin, sekiz kat yüksekliğe ulaşan dünya şampiyonu ahşap yapıları hiç meraklandırmaz bizi.. 150-190 metreleri çoktan geçen, artık 250 metre açıklıkları deneyen ahşap kirişleri, hocalarımız bilmez ki öğrencilerimize öğretsin.
Bizim başımız kumda iken, özellikle “yangına dayanıklı olsun diye” ahşapla kaplanan çelik binaları, yangın güvenliği için ahşap kirişlerle geçilen dev spor salonlarını, konser salonlarını göremeyiz elbette.. Şaka gibi gelir mizah sever meslektaşlara yangınla ahşabın yan yana gelişi. Aynı büyüklükteki orta karar bir yangından çıkmış, betonarme, çelik ve ahşap üç yapıdan, ancak ahşap olanda basit bir tamiratla hala yaşanabileceğini, çeliğin çoktan hurdaya dönüştüğünü, betonarmenin de demirle betonun yapışması demek olan aderansı yok olarak, artık beton ve demir diye ayrıştığını, yani ilk depremde ilk sırada yıkılacağını bilmeyiz.. Badana boya yapar yaşamaya devam ederiz.. Hele, hele sağlığında daha çok yük taşısın diye ön yada art germeli imal edilmiş bir kirişin, içindeki aşırı gerilmiş demirin sıcaklıktan yumuşayıp uzaması yüzünden öncelikle çökeceğini bilmeyiz. Bir Güney Amerika ülkesinde yangında çöken betonarme gökdelen ile, 11 Eylül’de bir iki dakikada çöküp, kaçmaya fırsat tanımayan ikiz çelik kulelerin çöküş nedeni müşterekti: Aşırı sıcaklık..
Ahşabı böylesine tüketirken, ormanların o ülkede küçülmeyip büyüyor olmasının ardındaki nedeni hiç duymamışızdır. Ahşaba böyle değer verildiğinde, korucunun bilgisine ve insafına terk edilmeyen doğru bir orman politikası ile, ormanların sadece piknik alanı olmaktan çıkıp, bozuk diye tanımlanmış bölümlerin, ki bizde bu oran %60’dır, enerji ve sanayi ormanına dönüşebileceğini bilmeyiz. Böylece eko zenginliğin gerçek korumaya kavuşacağına, rastgele kesim yüzünden tahrip olan ormanların korunacağına, doğal örtü zenginliğinin; gecekondulaşma, kentleşme, kentsel dönüşüm olgularına peşkeş çekilemeyeceğine inanamayız bir türlü..
Ülkemiz ormanlarında dengeli bir kesim ve dikim döngüsü oluşturana kadar kullanabileceğimiz, dünya piyasasında fazla orman ürünü olarak satılan, dilediğimiz kadar elverişli kereste var. Fiyatları da çok uygun.. Elalemin petrolünü kullanırken utanmak gerektiğinin düşünmüyorsak kerestesini kullanırken de mahcubiyet hissetmemiz gerekmez. Çünkü bu onların, akıllı bir orman politikası sonucu ticari ürün haline getirdikleri artı değerleridir. Afrika’daki sömürge ülkelerde, vahşi kapitalizmin kınanması gereken orman katliamı ile, piyasada satılan inşaatlık kereste stokunu birbirine karıştırmamalıyız. Ve hedefin, kendi ormanlarımızı yeniden canlandırmak ve geliştirmek olduğunu unutmamalıyız..
Ahşap bir ev, seri üretim bandında bir ayda halısına kadar biterken, klasik betonarme sistemin uzayıp giden teslim tarihleri hiç üzmez bizi. Çünkü bizim için zaman eşittir para değildir. Hoşça veya boşça geçen vakittir sadece.. Böylece daha işin başında, ahşap-beton yarışının anlamını kaybetmekte olduğunu görürüz..
Çeşitli uygulamalarımda ve 20 yıllık atölye deneyimimde gördüm ki, ahşap ev herkesin sandığı gibi; bir zengin eğlencesi değildir. Yani betonarmeden daha pahalıya çıkmamaktadır. Seri üretime girildiğinde daha da ucuzlayacağından eminim. Örneğin Amerika’da beton bir evin, ahşaptan % 30-50 pahalıya çıktığını, beton olduğundan, ahşap için zorunlu olmayan deprem sigortası ile daha da pahalıya geldiğini bilmekteyiz.
Deprem konusunda, ahşabın sıfıra yaklaşan riski ile betonarmenin baş etme şansı ise hiç yoktur.. Beton sağlam olmaz mı ? Olur, bal gibi olur !. Ama ne karşılığında ?.. Tıpkı; nükleer santral ile elektrik üretmeye benzer. Hem dünyanın en pahalı enerjisini üretirsiniz hem de taşıdığınız hesap dışı risklerin haddi hesabı yoktur.. “Değer mi ?” sorusu hep aklınıza takılı kalır..
40 sene önce ömrü sonsuz sanılırken, “affedersiniz, bilimsel ömrü 60 seneymiş” denilen betona karşılık; 300 yıllık yalılarımız, 600-700 yıllık ahşap camilerimiz, hiçbir koruma tedbiri olmamasına rağmen hala ayakta ise, şimşek çakmaz hala zihinlerimizde.. Artık ülkemizde başarı ile üretilen, şişe suyu fiyatına satılan özel sıvılar ile yanma ve çürüme riskinin nerede ise ortadan kaldırıldığını duymamışızdır..
YÜKSEL Kİ YERİN BU YER DEĞİLDİR..
Hele hele aşırı güven duygusu ile betonarmede 15-20 katı bulduğumuzda, oturan insanlara bir mutluluk testi yaptırmayı akıl etsek nasıl bir sonuçla karşılaşırdık acaba ?.. Ülkemizde zaman zaman yapılan anketlerde halkın %60-70’inin en çok iki katlı evlerde oturmak istediğini biliyoruz. Bu sonuç sadece bize has değil, insan olma özelliğini koruyan tüm dünya ülkelerindeki temel eğilimdir. Kırsal alanlarda bir ve iki katın yaygınlaşabilmesine karşılık, kent yoğunluğunun gündeme getirdiği 4 katlı konut; asansörü göz ardı edebileceğimiz, düşey sirkülasyonda insan gücü sınırlarında, mantıklı bir erişim yüksekliğidir. 6 kat sonrası ise, daha yükselme halinde kule vinçlerin ve özel aparatların devreye girdiği, ekonomik sınırın aşılmasıdır.
Yine aynı web sitemizde “Bir Ülke Nasıl Yenilenir ?” başlıklı makalede, bu konuda oransal karşılaştırmalara ve bir model önerisine ulaşabilirsiniz. Daha yükselmek mi ? Sadece bu işten rant elde edenlerin işine gelir.. Çok katlı konut yapıları, ülkemizde yer yok sanan, uygun arsa üretmekten aciz Toplu Konut anlayışından kaynaklanır, bunu bilesiniz..
Yükselerek sözüm ona yer tasarrufu yapmış kent merkezlerinde, alt yapı ve ulaşım sorunlarının, düğüm olan yaşamın ve kaybolan vakitlerin para karşılığını hesaplamaktan aciz ekonomistlerin ve yerel yönetimlerin cahil tavsiyesidir yükselmek. Sevgili Turgut CANSEVER hocamız ile birlikte yaptığımız hesaba göre, ülkeyi boydan boya geçen 30 km’lik bir bantta 60 milyon insan alçak konutlarda gül gibi yaşar.. Biz mimarların hesabı pek kuvvetli olmayabilir. Ama mühendislerin ve şehir plancılarının ne güne durduklarını bana sormayın bu konuda..
Aç bırakılmış güvercine zehirli buğday da verseniz yer. Çünkü açtır ve ölene kadar yer. Yaşamsal tehlikeyi hemen fark edip elini çeken canlı türü pek azdır. Ve maalesef biz de onlardan değiliz.. Konut ihtiyacı tavana vurmuş olan sevgili ülkem halkına, en kötü betondan evi verirseniz bir de kredi ile destekleseniz elbette yüzünde gülücüklerle kabul eder. Üstüne bir de size şükranlarını sunar. Marifet yaptığınızı sanırsınız.. Ne zamana kadar ?.. Bizler bu tür yapıların, nerede ise ömrümüzü kısalttığını, depreme karşı çeşitli riskler taşıdığını ve ısıtırken soğuturken ve bakımını sürdürürken sanıldığı gibi ucuza değil bayağı pahalıya patladığını anlayana kadar..
YETİŞİN !.. ÇİMENTO FABRİKALARI SATILIYOR.
Son günlerin heyecanlı alışverişlerinden, çimento fabrikası satışlarına bir göz atınız. Ne kadar da meraklı yabancılar vardı değil mi aralarında.. Gel, doğal çimento kaynaklarımızı, hatta bu niyete birinci sınıf tarım arazilerimizi betona çevir, üste madalya al. Kendi ülken sınırlama koyduysa, çok enerji ve kaynak tüketiyorsun diye seni sepetlediyse üzülme. Bu ülkenin enerjisi emrindedir. Burada yapar, yani bizim kaynaklarımızı da tüketir kendi ülkene satarsın dersek tabii koşa koşa gelir haspamın gülleri.. Yabancılara beklendiği kadar kaptırmayınca parsayı, bir sevinç kaplar içimizi.. Doğanın katili,
depremin esiri, ekonominin, enerjinin, sıhhatin düşmanı olma hakkı bizimdir diye gururlanırız.
Bu bir kısır döngüdür.. Fabrika kuruldu ise çalışacaktır. Üretiyorsa satılacaktır. O zaman betonun faziletine de insanlar inandırılacaktır. Nasıl ki küresel ısınmanın % 25’inden sorumlu doğal gazı, temiz gaz diye halkımıza yutturduk ve yutturmaya devam ediyorsak, betonu da; geleceğimizin esareti değil, güvencesi diye sunmamızda hiçbir sakınca yoktur..
KİM YAPACAK NASIL YAPACAK ?
Üniversite konferanslarımdan birinde, bir mimarlık öğrencisi şu soruyu sordu. “Hepsi iyi de, betondan anlayan bunca insan varken, ahşaptan anlayanı nereden bulacağız hocam ?” dedi.. Soru güzel ama cevabı içinde saklı idi.. “betoncuyu, demirciyi, duvarcıyı, sıvacıyı gönder bir tek kalıpçı kalsın sana yeter” dedim.. “Yeter ki sen nasıl çizeceğini bil, o usta kolaylıkla inşa eder ahşap evini” dedim, pek şaşırdı..
Bir başka buluşmamızda, okullarında ahşap dersleri görüp görmediklerini sorguladığım öğrencilerden biri, “bizim mimarlık bölümünde ahşaba pek önem verilmez ama ben Karadenizliyim” dedi.. İkimiz de anlamıştık birbirimizi.. “Babam dedem biliyordu ben neden bilmeyeyim” demek istemişti.
Ben herkese; “kendi evinizi, kendiniz bile yaparsınız yol gösteren olursa.. Bu kadar kolay !” derken şunu da ilave ediyorum: Ülkemizde artık uluslararası standartlarda ahşap ev üreten firmalar vardır. Büyük firmalardan da gözünüz korkmasın, atölye irisi bir mekanda, akıllıca planlanmış ahşap evleri şantiye koşullarında imal etmek hiç de zor değildir. Yeter ki niyetiniz ve akıllıca yol gösterenleriniz olsun.. Hani plastik doğramanın vahşi işgalinden önce, apartmanların altına iki makine ile bir doğrama atölyesi kurulurdu ya, işte o bile yeter binanın tümünü yapmaya..
Bir bilen, bir yol gösteren deyip duruyorum.. Peki onlar nerede diyeceksiniz.. Hele bir sarılın yakamıza, ben bu beton yığınlarına teslim olmak istemiyorum deyin bir kere..
Bakın nasıl süratle yetişiyor ve yetiştiriliyor bilenler.. Hem de o eski, anlı şanlı beton büyükleri tarafından !. Çünkü artık beton evi satamamak onların korkulu rüyası olmuştur.. Yeni pazara kolayca akacaklardır. İsteseler de istemeseler de..
YEDİ SAĞIRLAR ve BİR GEZİNTİ..
Tarihi binaları, beton ile sözüm ona yenileyip yada benzetip ahşap kaplayan, eşsiz zekaya sahip ünlü ünsüz mimarlarımız ve buna izin veren, tarihten anladığını sanan nostaljik kurul üyeleri pek anlamaz ne dediğimden. Ahşabı kendilerince yaşattıklarını sanırlar. Ahşap sever geçinirler.. Restorasyon kürsülerimizde, eski ahşap evlerimize ait bir tane bile konstrüktif röleve yapmak akla gelmemiştir.. Deprem sonrası, bu yüzden bir Amerikalı Profesöre fena halde mahcup olmuştum. Kapı pencere ve tavan süsleri, sözde ahşap severleri oyalaya gelmiştir, bilimsel sığlıklarında.. Ödül bile alıp verirler kendi aralarında, hatta ulusal ölçeklerde.. Varsın anlamasınlar !. Sevgili vatandaşlarım elbette bir gün anlayacak ve o arkadaşlara daha hafif görevler verecektir artık yorulmasınlar diye..
Gelin bir gezinti yapalım ahşap örnekler üzerinde. Bakarsınız merakımız artar, okullar öğretmeye başlar bu malzemeyi yeniden. Ahşap dediğin, doğrama detaylarından terfi edip yapı detaylarına kavuşur. O gün belki çimento fabrikaları ancak yollara, barajlara ve prefabrikçilere satabilir ürünlerini, sanayileşmenin göstergesi sandığımız, esas “Büyük Yalan” dizisi; çimento fabrikası zincirinden belki bir çok halka kopar. Yani beton lobisi kan kaybeder kuşkusuz ama eminim ki bu topraklar kazanır. Gelişmekte olan birçok ülkenin beton tuzağından kurtulmasına da örnek olur belki !..
Ahşabı iyice tanıyıp yapı sektöründe kullanmaya başladığımızda, ormanlarımızın tekrar kazanıldığını görerek, doğayı gerçek koruma altına ve canımızı gerçek güvenceye aldığımızı, kaybolan sıhhatimizi ve bozulan moralimizi yeniden kazandığımızı görerek eskinin hesabını sormak isterseniz, hepsi elinizin altında olacak merak etmeyin. Bir yere kaçamayacaklar. Çünkü acı bir tablodur ama, ülkemizin belli başlı tüm sermaye grupları bu işe hevesli ve de bulaşmış görünüyorlar..
Ticarettir bunu anlıyorum. Bugün para ediyordur o da tamam. Ama yüksek karları var diye aynı gruplar nasıl ki uyuşturucu ticaretine girişmiyorsa, aynı ahlaki ve bilimsel nedenlerle, yanlış konuya yatırım yaptıklarını bir an önce fark etmelidir.. Hani bakarsın affedici halklar bir gün hesap sormaya kalkar.. Belli mi olur ?..
Hedef mi gösteriyorum ? Elbette !.. Ülke ekonomisinin, doğal yapısının, sağlıklı yaşamın ve can güvenliğinin göz göre göre tehlikeye atıldığı, yakın tarihimizin büyük yanlışından vazgeçmeyi dile getirip ahşabı hedef gösteriyorum. Diğer taraftan bu yanlışa iştirak edip, bilerek yada bilmeyerek destekleyenler kendilerini başka türlü bir hedefte görüyorlarsa, bu onların endişesi ve yorumudur. Bence bu korkudan kurtulmanın çaresi; uzun vadeli bir planlama ve ekonomik sarsıntı yaratmayacak akıllı dönüşüm projeleri ile, bir an önce aklın yolunu seçmektir..
kaynak: Y.Mim. Çelik ERENGEZGİN